8 Kasım 2011 Salı

Cos­ta Gav­ras’ın Yol’a Ba­kı­şı


Aşa­ğı­da Cos­ta Gav­ras ile World To Win (Kazanılacak Dünya) dergisi­nin “YOL” fil­mi ve Yıl­maz Gü­ney hak­kın­da yap­tı­ğı ve Türk­çe­si Ye­ni De­mok­ra­si der­gi­si­nin Ma­yıs 1987 ta­rih­li 1. sa­yı­sın­da ya­yın­la­nan rö­por­ta­jı ol­du­ğu gi­bi ya­yın­lı­yo­ruz. — Gü­ney
So­ru: Ün­lü bir film ya­pım­cı­sı ola­rak, Yıl­maz Gü­ney’in si­ne­ma­da­ki ba­şa­rı­sı­nı, özel­lik­le Yol’da yan­sı­dı­ğı şek­liy­le na­sıl de­ğer­len­di­ri­yor­su­nuz? Di­ğer film­le­ri hak­kın­da da gö­rüş be­lir­te­bi­lir­si­niz.
Cos­ta Gav­ras: Ön­ce şu­nu be­lir­te­yim ki, Pa­ris’te­ki ar­ka­daş­lar ve özel­lik­le si­ne­ma­tek’te­ki­le­rin Yıl­maz’ı ta­nı­ma­la­rı Yol’la bir­lik­te baş­la­ma­dı, biz onu Sü­rü’den be­ri ta­nı­yor­duk. Si­ne­ma­tek mü­ze­si­ne gi­de­cek olur­sa­nız, ora­da gö­re­ce­ği­niz imaj Yıl­maz’ın bi­zim için ne an­la­ma gel­di­ği­ni gös­te­re­cek­tir; kü­çük bir grup in­san için Yıl­maz za­ten önem­li yö­net­men­ler­den bi­riy­di, en önem­li Tür­ki­ye’li yö­net­men. Yol’la bir­lik­te dün­ya ça­pın­da ta­nın­dı, çün­kü Yol’da Tür­ki­ye’nin ya­şam tar­zı­nı ka­tık­sız ola­rak gös­te­ri­yor… Ço­ğu film­ler­de­ki gi­bi sa­de­ce le­hin­de ve­ya aley­hin­de de­ğil, yal­nız­ca ya­şa­mın na­sıl ol­du­ğu­nu ser­gi­li­yor ve ben­ce Yol şim­di­ye ka­dar ya­pıl­mış film­ler ara­sın­da en Tür­ki­ye yan­lı­sı ola­nı­dır. Kö­tü yön­le­ri, Tür­ki­ye’de­ki ya­şam tar­zı­nın ve sos­yal iliş­ki­le­rin kö­tü ta­raf­la­rı­nı gös­ter­di­ği için ba­zı Tür­ki­ye’li­le­rin bu fil­me kar­şı ol­duk­la­rı­nı, fa­kat ben­ce ola­ğa­nüs­tü olan şey, bi­zim na­sıl gör­dü­ğü­müz, na­sıl kav­ra­dı­ğı­mız. Bü­yük ih­ti­mal­le bun­la­rı la­net­le­riz, fa­kat her­şey bir ya­na en önem­li olan şey, an­la­ma­mız ve bir baş­ka fark­lı kül­tü­rü gö­re­bil­me­miz­dir. Bu açı­dan, ben­ce Yıl­maz en önem­li Tür­ki­ye’li yö­net­men­dir ve ek­le­ye­yim ki di­ğer­le­ri­nin hep­si­ni ta­nı­mı­yo­rum. Fa­kat gör­müş ol­du­ğum az sa­yı­da Türk fil­mi için­de, bu film en güç­lü­sü­dür. Bu film ken­di­si­ne ulus­la­ra­ra­sı çap­ta ta­nın­ma­yı ka­zan­dır­dı. Bir film yö­net­me­ni ola­rak ger­çek­leş­tir­di­ği, ger­çe­ği ye­ni­den ya­ra­ta­bil­mek­tir, ade­ta bir bel­ge­sel ele alı­yor. Rol­le­ri­ni oy­na­yan ak­tör­le­re bak­tı­ğı­nı­zın far­kın­da­sı­nız, hi­ka­ye­nin de bü­yük ih­ti­mal­le ger­çek­te ya­şan­ma­dı­ğı­nın; fa­kat ay­nı za­man­da ik­na olu­yor­su­nuz, ya­şam­la ger­çek ya­şam­la ba­ğı­nı ku­ru­yor­su­nuz ve iş­te bu bir film yö­net­me­ni için fil­min en güç­lü ba­şa­rı­sı­dır. Bun­dan son­ra işin içi­ne, di­ye­lim ki si­ya­si yö­nü, ya da sos­yal yö­nü gi­rer. Yö­net­me­nin ba­şa­rı­sın­dan söz edi­yo­rum. Bu iki­si bir­bi­ri­ne bağ­lı­dır, fa­kat so­ru­nu­za ta­ma­men ce­vap ve­re­bil­dim mi bil­mi­yo­rum.
So­ru: Yıl­maz’ın Yol’da kul­lan­dı­ğı te­ma­la­ra, gö­rün­tü­ye ve me­caz­la­ra de­ği­ne­bi­lir mi­si­niz?
Cos­ta Gav­ras: Evet. Kul­lan­dı­ğı ana­lo­ji, in­san­la­rın bir ha­pis­ha­ne­den sa­lı­ve­ril­me­le­ri şek­lin­de bir halk, tüm bir halk, tüm bir ül­ke bir çe­şit ha­pis­ha­ne­de ya­şı­yor gi­bi… Son­ra ser­best bı­ra­kı­lı­yor­lar ve ai­le­le­riy­le kar­şı­la­şı­yor­lar, hür­ri­yet­le kar­şı­la­şı­yor­lar ve bu hür­ri­yet so­nun­da on­lar için bir dram olu­yor. Ben­ce ilk ben­zet­me bu. Hür­ri­yet­le ölü at ara­sın­da yap­tı­ğı ana­lo­ji tek­rar tek­rar gö­rü­yor. Ola­ğa­nüs­tü olan şey de hür­ri­ye­tin da­ima bir dram­la so­nuç­lan­ma­sı… İn­san­la­ra “Hür­sün, hay­di git hür ol” di­ye­mez­sin. Tek bir ki­şi­nin hür ol­ma­sı yet­mez, di­ğer­le­ri de hür ol­ma­lı, se­nin hür­ri­ye­ti­ni an­la­ma­lı ve say­gı gös­ter­me­li, bu ise çok uzun bir kül­tü­rel sü­reç. Ben­ce fil­min ver­di­ği en güç­lü me­saj bu.
So­ru: Ka­dın­la­rın ezil­me­si, tüm film bo­yun­ca tek­rar­la­nan güç­lü bir te­ma. Yıl­maz Gü­ney’in bu­nu mah­kûm et­me­de­ki be­ce­ri­si ne­dir ve siz­ce in­san­lar ara­sın­da­ki sos­yal iliş­ki­le­rin, ge­nel­lik­le ka­dın so­ru­nun­da yo­ğun­la­şa­rak ken­di­si­ni or­ta­ya koy­du­ğu fik­ri­ni yan­sıt­ma­da ne den­li bir ba­şa­rı gös­te­ri­yor?
Cos­ta Gav­ras: Ben­ce mah­kûm et­me tav­rı al­mı­yor, sa­de­ce ka­dın­la­ra na­sıl mu­ame­le edil­di­ği­ni gös­te­ri­yor. Na­sıl an­la­ta­yım, san­ki hay­van­mış­lar gi­bi… Bu çok kuv­vet­li bir ke­li­me ol­du-fa­kat mül­ki­yet gi­bi, er­ke­ğin mül­ki­ye­ti gi­bi­ler ve ita­at et­mek zo­run­da­lar; be­lir­li bir şe­kil­de dav­ran­mak zo­run­da­lar. Böy­le yap­maz­lar­sa, red­de­di­li­yor­lar, öl­dü­rü­lü­yor­lar ve­ya ar­tık in­san ola­rak gö­rül­mü­yor­lar. Ya­şa­ma­ya hak­la­rı yok. Er­ke­ğin is­tek­le­ri­ni ve inanç­la­rı­nı ye­ri­ne ge­tir­me­dik­le­ri an­dan iti­ba­ren dış­ta­la­nı­yor­lar; bir ke­na­ra atı­lı­yor­lar ve ar­tık sev­gi­ye ve­ya er­ke­ğin ya­nın­da yer al­ma­ya hak­la­rı kal­mı­yor. Kö­le ol­ma­ya (par­mak­la­rıy­la işa­ret ede­rek) şu ka­dar ya­kın­lar, so­nun­da kö­le ola­rak gö­rü­lü­yor­lar. Ben­ce bu sa­de­ce Tür­ki­ye’de ol­mu­yor, ben­ce ço­ğu ül­ke­le­rin bir so­ru­nu bu. Fran­sa’da bi­le fark­lı bir şe­kil­de, fark­lı bir yak­la­şım­la ka­dın­la­ra kar­şı ay­nı tav­rı gö­re­bi­lir­si­niz.
So­ru: (Yıl­maz’ın) Ge­ri ve az­ge­liş­miş bir ül­ke olan Tür­ki­ye’de­ki ka­dı­nın du­ru­mu­nu or­ta­ya ko­yu­şu­na, ulus­la­ra­ra­sı alan­da­ki tep­ki ne­dir?
Cos­ta Gav­ras: Ben­ce, ba­tı dün­ya­sın­da iki yak­la­şım var ve­ya üç di­ye­lim. Bir yak­la­şım, hiç far­kın­da bi­le olun­ma­ma­sı. Di­ğer bir yak­la­şım, ki bu çok yay­gın, bu du­ru­mun sa­de­ce Tür­ki­ye’de­ki bir prob­lem ola­rak gö­rül­me­si… Bir çe­şit vah­şi in­san­la­rın, baş­ka ye­re ait in­san­la­rın dav­ra­nış­la­rı böy­le… Ve ken­di var­lık­la­rı ve dav­ra­nış­la­rıy­la, film­de­ki ya­şam tar­zı ara­sın­da hiç­bir bağ gör­mü­yor­lar. Bir de üçün­cü bir yak­la­şım var ki ben­ce bu yak­la­şım­la akıl­lı in­san­lar böy­le­si bir du­rum­la öz­deş­le­şe­bi­li­yor­lar. Bel­ki bu den­li dra­ma­tik ol­ma­sa da, on­la­rın ka­dın­la­ra kar­şı tu­tum­la­rı ay­nı. Ben ken­dim de yap­ma­ya ça­lış­tı­ğım ve ko­nuş­tu­ğum ba­zı ar­ka­daş­la­rı­nın da yap­ma­ya ça­lış­tı­ğı gi­bi, ken­di­le­ri­ne şöy­le söy­lü­yor­lar: Hey bir an­lam­da biz de on­lar gi­bi­yiz, fark­lı bir yer­de ve fark­lı şart­lar­da fa­kat ben­li­ği­mi­zin de­rin­lik­le­rin­de, ka­dın­la­ra kar­şı biz de böy­le dav­ra­nı­yo­ruz, her ne ka­dar on­la­rı öl­dür­mü­yor­sak da… Çün­kü bu­nu ya­pa­ma­yız. Ar­tık is­te­sek de ya­pa­ma­yız –çün­kü o za­man po­lis ge­lir!– fa­kat içi­miz­den biz de ay­nı öy­le­yiz.
Si­ze bir şey söy­le­ye­yim, se­yir­ciy­le, her­ke­si ki­şi­sel ola­rak il­gi­len­di­ren bir şey­ler­den bah­se­den bir film ve­ya bir sa­nat ese­ri­nin ya­ra­tı­cı­sı ara­sın­da böy­le­si bir iliş­ki ol­ma­dı­ğı müd­det­çe ulus­la­ra­ra­sı ba­şa­rı, ya da ulus­la­ra­ra­sı tak­dir müm­kün de­ğil­dir.
So­ru: Yol’un ve ge­nel ola­rak Gü­ney’in eser­le­ri­nin ev­ren­sel mi ol­du­ğu yok­sa gü­cü­nün Tür­ki­ye’de­ki öz­gül du­ru­mu or­ta­ya ser­me­de­ki be­ce­ri­sin­de mi yat­tı­ğı ka­nı­sın­da ih­ti­laf­lar söz­ko­nu­su. Bu, bir film ya­pım­cı­sı­nın sü­rek­li kar­şı­laş­tı­ğı bir du­rum.
Cos­ta Gav­ras: Evet, Sha­kes­pe­are’in Ham­let’in­den da­ha öz­gül bir­şey yok ve ay­nı za­man­da da­ha ulus­la­ra­ra­sı ve ev­ren­sel; Yu­nan tra­je­di­le­ri ve tüm kla­sik­ler için de ay­nı şey­le­ri söy­le­ye­bi­li­riz. Ne den­li öz­gül­se, o den­li ev­ren­sel­le­şi­yor.
So­ru: Gö­rün­tü ve si­ne­ma­tog­ra­fi açı­sın­dan fil­min us­ta­lı­ğı ko­nu­sun­da ek­le­mek is­te­di­ği­niz baş­ka bir­şey var mı?
Cos­ta Gav­ras: Bu film­de ol­duk­ça il­ginç olan bir­şey de fark­lı hi­kâ­ye­le­rin bir­bi­ri ar­dın­dan pa­ra­lel ola­rak ke­siş­me­si, bir­lik­te baş­la­yıp son­ra ay­rıl­ma­sı. So­nun­da si­ne­ma­dan çı­kı­yor­sun ve tü­mü ak­lın­da. Hi­kâ­ye­ler hep bir­lik­te ve ay­nı za­man­lar­da olu­yor çün­kü bir an­lam­da hep­si ay­nı şe­yi fark­lı açı­lar­dan, fark­lı du­rum ve ka­rak­ter­ler­le an­la­tı­lı­yor; fa­kat so­nun­da hep­si ay­nı hi­kâ­ye.
So­ru: Se­yit üze­ri­ne, kar­la­rın için­de ka­rı­sı­nı öl­dü­ren adam üze­ri­ne (gö­rüş be­lir­tir mi­si­niz) ve bu ka­rak­te­rin ız­dı­ra­bı ve çe­liş­ki­le­ri­nin na­sıl yan­sı­tıl­dı­ğı üze­ri­ne gö­rüş­le­ri­ni­zi be­lir­tir mi­si­niz?
Cos­ta Gav­ras: En ti­pik Gü­ney ka­rak­te­ri de­rim. Ben­ce Gü­ney bir de­re­ce­ye ka­dar bu ka­rak­ter­le onun gü­cü, müş­fik­li­ği ve şid­de­te ne den­li yat­kın ol­du­ğu ile öz­deş­le­şi­yor, bir de şi­ir­sel­li­ği var; çün­kü kar­da­ki sah­ne­ler –Se­yit’in ka­rı­sıy­la olan tüm iliş­ki­si ve bir yer­den bir ye­re gi­diş­le­ri– mo­dern si­ne­ma­nın en güç­lü gö­rün­tü­le­rin­den bi­ri. Sta­lin ön­ce­si yıl­lar­da­ki Sov­yet film­le­rin­de ve Ja­pon film­le­rin­de de böy­le­si bir şi­ir­sel­lik bu­la­bi­lir­si­niz. Ba­na ka­lır­sa ba­tı dün­ya­sı ar­tık bu­nu be­ce­re­mi­yor çün­kü kor­ka­rım için­de ya­şa­dı­ğı­mız gi­de­rek ço­ğa­lan prag­ma­tizm sa­ye­sin­de il­kel şi­ir­sel­li­ği­mi­zi kay­be­di­yo­ruz… Fa­kat şi­ir in­sa­nın için­de var, ve ga­li­ba faz­la me­de­ni­yet yü­zün­den ya­vaş ya­vaş bi­zi ter­ke­di­yor.
So­ru: Bu ka­rak­ter, Se­yit, ka­rı­sı­nı se­vi­yor­du fa­kat ay­nı za­man­da onun öl­dür­me­si­ni ta­lep eden ge­le­ne­ğe de bağ­lı kal­mak zo­run­lu­lu­ğu­nu his­se­di­yor­du.
Cos­ta Gav­ras: Baş­tan da tar­tış­tı­ğı­mız gi­bi, ken­di­si bir ce­za­evin­den çı­kı­yor –ger­çek ce­za­evin­den– ve di­ğer ce­za­evi­ne, ai­le­nin ce­za­evi­ne, ge­le­ne­ğin ce­za­evi­ne gi­ri­yor ve so­nun­da, bü­yük ih­ti­mal­le bi­rin­ci­sin­den da­ha güç­lü olan ikin­ci ce­za­evin­de yı­kı­lı­yor. Olay, bir dra­ma dö­nü­şü­yor… Ve ar­tık ka­rı­sı­nı öl­dür­mek zo­run­da.
So­ru: Siz­ce Yol fil­mi­nin, Se­yit’in pen­ce­re­den ba­ka­rak ve açık­ça acı için­de tek ba­şı­na ce­za­evi­ne dön­dü­ğü son tren sah­ne­sin­de, Gü­ney ne an­la­tı­yor?
Cos­ta Gav­ras: Be­nim üze­rim­de bı­rak­tı­ğı et­ki –ön­ce, iki yı­lın üze­rin­de bir za­man geç­miş ol­ma­sı­na rağ­men tüm bu sah­ne­le­ri bu den­li ber­rak­lık­la ha­tır­la­ya­bil­di­ği­me gö­re fil­min ne ka­dar güç­lü ol­du­ğu­nu be­lir­te­yim– bah­set­ti­ği­niz şey, yal­nız­lık an­la­mı­na ge­li­yor, ya­ni ger­çek­ten ken­di­ni öz­gür kıl­ma­yı ba­şa­ra­mı­yor. Ya­ka­lan­mış fe­na hal­de kıs­tı­rıl­mış du­rum­da çün­kü sa­de­ce bu ufa­cık yer­de ol­mak­la kal­mı­yor, fa­kat tren öy­le­si­ne hız­lı gi­di­yor ki çı­kıp gi­de­mi­yor da. Bir baş­ka de­yiş­le, top­lum, ken­di içi­ne ka­pan­mış ve tö­re­le­ri­ne, ge­le­nek­le­ri­ne gö­mül­müş bir şe­kil­de ken­di­si­ni öy­le sı­kı­ca tu­tu­yor ki ve öy­le­si­ne baş dön­dü­rü­cü bir hız­la yo­lu­na de­vam edi­yor ki, ken­di­si­nin bu­nu de­ğiş­tir­me­si, çık­ma­sı, kur­tul­ma­sı müm­kün de­ğil. Ay­nı min­val­de, ken­di­si­ni cam­da da gö­re­bi­li­yor, ha­re­ket­le­ri­ni iz­le­ye­bi­li­yor fa­kat ay­nı za­man­da bun­lar­dan, tam bu çev­re­den kur­tu­la­mı­yor.
So­ru: Yol’la do­ru­ğu­na va­ran ge­liş­me­siy­le il­gi­li ola­rak, Yol fil­mi­ni, Sü­rü, Du­var ve (Gü­ney’in) da­ha ön­ce­ki film­le­ri, ör­ne­ğin Za­val­lı­lar ile na­sıl kı­yas­lar­sı­nız?
Cos­ta Gav­ras: Film­ler için, bi­ri öte­kin­den da­ha iyi de­nil­mez dü­şün­ce­sin­de­yim… Ko­nu­la­rı fark­lı, fark­lı bir çe­şit duy­guy­la ya­pıl­mış ve fark­lı ev­ren­sel­lik­le­re sa­hip­ler. Ör­ne­ğin Sü­rü –bu sı­ra­lar­da Sü­rü’yü çok dü­şü­nü­yo­rum çün­kü he­nüz bir bu­çuk ay ol­du gö­re­li. Ve ger­çek­ten bu film, içe­ri­ği, gö­rün­tü­le­ri be­ni çok güç­lü bir şe­kil­de et­ki­le­di– ben­ce Yol’a çok ya­kın. Du­var da çok güç­lü… film­ler ara­sın­da kar­şı­laş­tır­ma­yı pek sev­mi­yo­rum –in­san­lar gi­bi on­lar; tek tek ele alıp in­ce­le­mek, ne­ye sa­hip ol­duk­la­rı­nı, yak­la­şım­la­rı­nı, ni­yet­le­ri­ni, iç­ten­lik­le­ri­ni ve şi­ir­sel­lik­le­ri­ni gör­mek la­zım. Ben film­le­rin ma­ra­ton ko­şu­cu­la­rı gi­bi ol­duk­la­rı­nı dü­şün­mü­yo­rum. On­la­rı, fut­bol ta­kım­la­rı gi­bi bu şun­dan da­ha iyi di­ye kı­yas­la­ya­maz­sı­nız.
So­ru: Yıl­maz’ın ke­sin si­ya­si eği­lim­le­ri var­dı –o dev­rim­ciy­di ve ken­di­si­ni ko­mü­nist te­lâk­ki edi­yor­du. fiim­di­ki Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin yap­tık­la­rı­na kar­şıy­dı, ve bir nok­ta­da da, özel­lik­le ölü­mün­den son­ra yö­nel­ti­len sal­dı­rı­lar sı­ra­sın­da Mao’yu da sa­vun­muş­tu. Fa­kat si­ya­si ola­rak bi­linç­li bir sa­nat­çı­nın her za­man kar­şı kar­şı­ya bu­lun­du­ğu bir so­run var: Hem dev­rim­ci hem de sa­nat­sal açı­dan güç­lü, ge­niş bir se­yir­ci kit­le­si­ne hi­ta­ben film­ler yap­mak müm­kün mü­dür?
Cos­ta Gav­ras: Ben­ce güç­lü film­ler ya­pa­bil­mek için ide­olo­jik ola­rak şu ya da bu be­lir­li par­ti­nin için­de ol­mak ge­rek­mez. Ben­ce ilk ön­ce ye­te­nek ge­re­ki­yor. Yıl­maz’la ara­sı­ra ken­di­si­nin si­ya­si dü­şün­ce­le­ri hak­kın­da ko­nu­şur­duk –her za­man gö­rüş bir­li­ğin­de de de­ğil­dik. Fa­kat ben hep şu­nu söy­le­mi­şim­dir ki Yıl­maz, be­nim bur­da­ki ve­ya bi­zim bu­ra­da­kin­den ta­ma­men fark­lı bir ger­çek­lik­ten ge­li­yor­du. Do­la­yı­sıy­la o öz­gül ger­çek­lik­te bul­ma­ya ça­lış­tı­ğı çö­züm­ler za­man za­man ko­mü­nizm­den ve­ya Ma­oizm­den geç­mek zo­run­day­dı –bu­nu an­la­ya­bi­li­yo­rum, çün­kü yi­ne ce­za­evi so­ru­nu­na dö­ner­sek– in­san­lar hür­ri­yet­le­rin­den yok­sun olun­ca ce­za­evin­de gi­bi­ler. Yıl­maz ce­za­evin­de­ki bir adam ve ce­za­evin­de­ki bir Tür­ki­ye hal­kı gi­biy­di. İn­san ce­za­evin­de bu­lu­nu­yor­sa, çe­şit­li yol­lar­dan dı­şa­rı çık­ma­yı de­ner: Pen­ce­re­den, ta­van­dan, ka­pı­lar­dan; do­la­yı­siy­le o da ko­mü­niz­mi, şu­nu, bu­nu de­ni­yor­du. (Ce­za­evin­de­ki adam) de­ner de­ner ve bir gün öz­gür­lü­ğe çı­kan ger­çek yo­lu bu­la­cak­tır. Ben de Yıl­maz’ın böy­le bi­ri­si ol­du­ğu­nu, de­ne­di­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum. Tav­rı ne olur­sa ol­sun, o hak­lıy­dı, çün­kü [bu ta­vır] ken­di­si­ni ve hal­kı­nı öz­gür kıl­ma yö­nün­de çok de­rin bir duy­gu ve ge­rek­li­lik­ten kay­nak­la­nı­yor­du.

(Bu söy­le­şi, Ye­ni De­mok­ra­si, Sa­yı 1, 1987 say­fa 46-48’de ya­yın­lan­mış­tır. Ay­rı­ca To­hum der­gi­si­nin 12. sa­yı­sın­da1988’de ve “Ba­sın­da Yıl­maz Gü­ney” ad­lı Dö­nü­şüm Ya­yın­la­rı ta­ra­fın­dan ya­yın­la­nan ki­tap­ta, say­fa 218-223’te de ya­yın­lan­mış­tır.


0 yorum:

Yorum Gönder