9 Kasım 2011 Çarşamba

Heyatê cı

Yılmaz Güney yew senatkarê do Zazawo. Namey xoyo raştıkên Yılmaz Pütüno. Serra 1937ine de, Sêwrege de dewa Dêsıman de ame riyê dınya. Piyê xo Sêwrege rao, Zazawo u maya cı Varto rawa, Kurda Cibranıca.




Yılmaz Güney mektebo verên u mektebo werteyın Adana de qedena. Anqara de Fakulta Huquqi de u Universita Estamoli de Fakulta İqtısadi de tenê wend hama texsilê xo nême ra ca verda. Anqara de Atıf Yılmaz naskerd u bi asistanê dey. Serra 1956ine de hetê eskeri ra gêriya zerre u veciya mehkeme. Serra 1961ine de 1,5 (yew u nêm) serre hepıs de bi mehkum u 1963ine de hepıs ra veciya. 1966ine de be filmê "At, Avrat, Silah"(Çheke, Cênıke, Estor), bi vıraştoğê filman. Serra 1972ine de ancia gêriya zerre u 2 (dı) serri hepıs de mend. 1974ine de hepıs ra veciya, hama a serre ancia gêriya zerre u 18 (des u heşt) serri ceza hepısi gırewte. 1981ine de hepıs ra rema u veciya dıwelanê teberi u serra 1983ine de Hukmatê Tırkiya Yılmaz Güney welatdarine ra vet u 9ê (newê) aşma Eylule, serra 1984ine de reşt rehmetê Homay.







Senaryoyê Yılmaz Güney

  • Duvar (Dês), 1983
  • Yol (Raye), 1982
  • Düşman (Dışmên), 1979
  • Sürü (Suriye / Qefle), 1978
  • Zavallılar (Bêkesi), 1975
  • Arkadaş (Embaz / Albaz), 1974
  • Endişe (Xof), 1974
  • Ağıt (Şıware / Şiwan), 1972
  • Acı (Dec), 1971
  • Baba (Pi), 1971
  • İbret (Mosture), 1971
  • Kaçaklar (Qaçaği), 1971
  • Umutsuzlar (Bêomıdi), 1971
  • Vurguncular (Vunğınçi), 1971
  • Yarın Son Gündür (Meşte Roca Peyêna), 1971
  • Canlı Hedef (Hedefo Cınde), 1970
  • Piyade Osman (Usmano Piyade), 1970
  • Umut (Omıd), 1970
  • Aç Kurtlar (Vergê Vêşani), 1969
  • Bir Çirkin Adam (Yew Merdumo Kıroğın), 1969
  • Pire Nuri (Nuriyo Kêke), 1968
  • Seyyit Han (Seyid Xan), 1968
  • Bana Kurşun İşlemez (Qerşune mı de kar nêkena), 1967
  • Benim Adım Kerim (Namey Mı Kerimo), 1967
  • At, Avrat, Silah (Çheke, Cênıke, Estor), 1966


Filmê Yılmaz Güney


Serrol de

  • Zavallılar (Bêkesi), 1975
  • Arkadaş (Embaz), 1974
  • Endişe (Xof), 1974
  • Ağıt (Şıware), 1972
  • Sahtekar (Sextekar), 1972
  • Baba (Pi), 1971
  • Çirkin ve Cesur (Kıroğın u Cesur), 1971
  • İbret (Mosture), 1971
  • Kaçaklar (Qaçaği), 1971
  • Namus ve Silah (Namus u Çheke), 1971
  • Umutsuzlar (Bêomıdi), 1971
  • Vurguncular (Vurğınçi), 1971
  • Canlı Hedef (Hedefo Cınde), 1970
  • Çifte Yürekli (1970)
  • İmzam Kanla Yazılır (1970)
  • Kanımın Son Damlasına Kadar (1970)
  • Onu Allah Affetsin (1970)
  • Piyade Osman (Usmano Piyade), 1970
  • Sevgili Muhafızım (1970)
  • Şeytan Kayaları (1970)
  • Son Kızgın Adam (1970)
  • Umut(Omıd), 1970
  • Yedi Belalılar (Hewt Belayıni), 1970
  • Zeyno (1970)
  • Aç Kurtlar (Vergê Veyşani), 1969
  • Belanın Yedi Türlüsü (1969)
  • Bin Defa Ölürüm (1969)
  • Bir Çirkin Adam (Yew Merdumo Kıroğın), 1969
  • Çifte Tabancalı Kabadayı (1969)
  • Güney Ölüm Saçıyor (1969)
  • Kan Su Gibi Akacak (1969)
  • Kurşunların Kanunu (Qanunê Qerşunan), 1969
  • Aslan Bey(Aslan Beg), 1968
  • Azrail Benim (Ezrail Ezan), 1968
  • Beyoğlu Canavarı (1968)

Senaryoyê Yılmaz Güney

  • Duvar (Dês), 1983
  • Yol (Raye), 1982
  • Düşman (Dışmên), 1979
  • Sürü (Suriye / Qefle), 1978
  • Zavallılar (Bêkesi), 1975
  • Arkadaş (Embaz / Albaz), 1974
  • Endişe (Xof), 1974
  • Ağıt (Şıware / Şiwan), 1972
  • Acı (Dec), 1971
  • Baba (Pi), 1971
  • İbret (Mosture), 1971
  • Kaçaklar (Qaçaği), 1971
  • Umutsuzlar (Bêomıdi), 1971
  • Vurguncular (Vunğınçi), 1971
  • Yarın Son Gündür (Meşte Roca Peyêna), 1971
  • Canlı Hedef (Hedefo Cınde), 1970
  • Piyade Osman (Usmano Piyade), 1970
  • Umut (Omıd), 1970
  • Aç Kurtlar (Vergê Vêşani), 1969
  • Bir Çirkin Adam (Yew Merdumo Kıroğın), 1969
  • Pire Nuri (Nuriyo Kêke), 1968
  • Seyyit Han (Seyid Xan), 1968
  • Bana Kurşun İşlemez (Qerşune mı de kar nêkena), 1967
  • Benim Adım Kerim (Namey Mı Kerimo), 1967
  • At, Avrat, Silah (Çheke, Cênıke, Estor), 1966
  • Can Pazarı (1968)
  • Kardeşim Benim (1968)
  • Kargacı Halil (1968)
  • Marmara Hasan (1968)
  • Öldürmek Hakkımdır (1968)
  • Pire Nuri (Nuriyo Kêke), 1968
  • Seyyit Han (Seyid Xan), 1968
  • At hırsızı Banus (1967)
  • Balatlı Arif (1967)
  • Bana Kurşun İşlemez (Qerşune mı de kar nêkena), 1967
  • Benim Adım Kerim (Namey mı Kerimo), 1967
  • Büyük Cellatlar (1967)
  • Çirkin Kral Affetmez (1967)
  • Eşkiya Celladı (1967)
  • İnce Cumali (1967)
  • Kızılırmak-Karakoyun (1967)
  • Kozanoğlu (1967)
  • Kuduz Recep (1967)
  • Kurbanlık Katil (1967)
  • Şeytanın Oğlu (1967)
  • Anası Yiğit Doğurmuş (1966)
  • Arslanların Dönüşü (1966)
  • At, Avrat, Silah (Estor, Cênıke, Çheke), 1966
  • Bomba Kemal (1966)
  • Çirkin Kral (Qralo Kıroğın), 1966
  • Esrefpaşalı (1966)
  • Hudutların Kanunu (Qanunê Hudıdan), 1966
  • Kibar Haydut (1966)
  • Kovboy Ali (1966)
  • Silahların Kanunu (Qanunê Çhekan), 1966
  • Tilki Selim (1966)
  • Ve Silahlara Veda (1966)
  • Yedi Dağın Aslanı (1966)
  • Yiğit Yaralı Ölür (1966)
  • Ben Öldükçe Yaşarım (1965)
  • Beyaz Atlı Adam (1965)
  • Dağların Oğlu (1965)
  • Davudo (1965)
  • Gönül Kuşu (1965)
  • Haracıma Dokunma (1965)
  • Kahreden Kurşun (1965)
  • Kan Gövdeyi Götürdü (1965)
  • Kanlı Buğday (1965)
  • Kasımpaşalı (1965)
  • Kasımpaşalı Recep (1965)
  • Konyakçı (1965)
  • Korkusuzlar (1965)
  • Krallar Kralı (Qralê Qralan), 1965
  • Sayılı Kabadayılar (1965)
  • Silaha Yeminliydim (1965)
  • Sokakta Kan Vardı (1965)
  • Tehlikeli Adam (1965)
  • Torpido Yılmaz (1965)
  • Üçünüzü de Mıhlarım (1965)
  • Yaralı Kartal (1965)
  • Halime'den Mektup Var (1964)
  • Her Gün Ölmektense (1964)
  • Kamalı Zeybek (1964)
  • Kara Şahin (1964)
  • Kocaoğlan (1964)
  • Koçero (1964)
  • Mor Defter (1964)
  • On korkusuz Adam (1964)
  • Prangasız Mahkumlar (1964)
  • Zımba Gibi Delikanlı (1964)
  • İkisi de Cesurdu (1963)
  • Dolandırıcılar Şahı (1961)
  • Tatlı Bela (Belao Şirên), 1961
  • Tütün Zamanı (Wextê Tutıni), 1959
  • Alageyik (1958)
  • Bu Vatanın Çocukları (1958)

8 Kasım 2011 Salı

Yılmaz Güneyin Ağzından Tek Yol Devrim




Fatoş Güney’le Söyleşi


“YOL’un başarısı bir tepkinin ifadesidir!”
GÜNEY: Ba­sın­dan öğ­ren­di­ği­mi­ze gö­re Yıl­maz Gü­ney’in “YOL” fil­mi da­ha şim­di­den, viz­yo­na gir­me­sin­den son­ra üç haf­ta geç­me­den, iz­le­me re­kor­la­rı­nı zor­lu­yor, bü­yük bir ba­şa­rı! Bu fil­min se­rü­ve­ni­ni siz­den öğ­re­ne­bi­lir mi­yiz?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Şim­di­ye ka­dar­ki iz­le­yi­ci sa­yı­sı 300.000 ol­du, bel­ki de geç­miş­tir bi­le. Şim­di baş­tan şu­nu söy­le­mek is­ti­yo­rum, ben bu fil­mi 1992 yı­lın­da Tür­ki­ye’ye gel­di­ğim za­man ilk ola­rak viz­yo­na sok­mak is­te­dim, fa­kat bi­li­nen ne­den­ler­den ötü­rü, iş­let­me­ci­ler kork­tu ve çı­kar­mak is­te­me­di­ler. “Bi­raz da­ha bek­le­ye­lim, şim­di za­ma­nı de­ğil” vs. gi­bi kuş­ku­lar ol­du. Üç ta­ne bü­yük iş­let­me­ci var za­ten, üçüy­le de ko­nuş­muş­tum ve üçü de tem­kin­li ve kuş­ku­lu dav­ran­dı­lar ve de çe­kin­gen­lik gös­ter­di­ler. O za­man ben, 1993 yı­lın­da Ab­di İpek­çi Spor Sa­lo­nu’nda bu fil­min gös­te­ri­si­ni yap­tım. Ora­ya Cos­ta Gav­ras da ka­tıl­mış­tı. Ve Ab­di İpek­çi Spor Sa­lo­nu tık­lım tık­lım dol­muş­tu. Bu be­nim için Yıl­maz Gü­ney’in sür­gün­den son­ra, 10 yıl ara­dan son­ra hal­kıy­la ilk ku­cak­laş­ma­sıy­dı. Be­nim de dön­dü­ğü­mün bi­rin­ci yı­lıy­dı. Da­ha son­ra şu ana ka­dar ne ya­zık ki bu bü­tün dün­ya­da ar­tık ta­nı­nan, bi­li­nen, bü­tün si­ne­ma­se­ver­ler­ce gö­rül­müş ve fa­kat ken­di ül­ke­sin­de gös­te­ril­me­miş olan fil­mi, bu­ra­da gös­te­re­bil­mek için ye­ni­den gi­ri­şim­ler­de bu­lun­dum.
GÜ­NEY: Pe­ki 1992 yı­lın­da­ki ya­sa­ğın ge­rek­çe­si ney­di, fil­min han­gi bö­lüm­le­ri ya­sak kap­sa­mı­na gi­ri­yor­du?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Ya­sak de­ğil­di, ha­yır 1992 yı­lın­da fil­me hiç­bir ya­sak ge­ti­ril­me­miş­ti. Yıl­maz Gü­ney’in bü­tün film­le­ri­nin ve bü­tün ki­tap­la­rı­nın ya­sak­lan­ma­sı 1982-1992 yıl­la­rı ara­sın­day­dı. 1992’de ya­sak kal­dı­rıl­mış­tı, ama bu se­fer de iş­let­me­ci­ler çe­kin­di­ler ve fil­mi viz­yo­na sok­ma­yı ka­bul et­me­di­ler. Onun üze­ri­ne Ab­di İpek­çi Spor Sa­lo­nu’nda özel bir gös­te­ri yap­tık. On­dan son­ra ara­dan bun­ca za­man geç­tik­ten son­ra bir fır­sat çık­tı. Fa­kat bak­tım ki film tek­nik açı­dan ye­ter­siz­lik­ler­le do­luy­du. O gü­nün sür­gün ko­şul­la­rın­da ya­pıl­mış dub­laj ye­ter­siz­di. Ama­tör bi­le sa­yıl­ma­yan sı­ra­dan in­san­lar, et­ra­fı­mız­da­ki ar­ka­daş­lar ses­len­dir­miş­ti o za­man. Bü­yük ak­sa­ma­lar, du­ra­ğan­lık­lar var­dı dub­laj­da. Bu ara­da tek­nik 17 se­ne­de çok iler­le­miş­ti. Fil­mi ye­ni baş­tan ele al­dık. Hiç­bir şe­yi­ne do­kun­ma­dık, sa­de­ce ses­siz al­dık film­le­ri, bü­tün ses­le­ri­ni, efekt­le­ri­ni, mü­zik­le­ri­ni ye­ni­den ger­çek­leş­tir­dik. Dub­la­jı ye­ni­den ya­pıl­dı, ar­dın­dan efekt­le­ri ye­ni­den ya­pıl­dı ve bir di­gi­tal sur­ro­und ola­rak or­ta­ya çık­tı film. Ta­bii bu bü­yük bir ast­ro­no­mik büt­çe­yi ge­rek­ti­ri­yor­du, 300 bin do­lar­lık bir ma­li­ye­ti söz­ko­nu­suy­du. Bu ko­nu­da hiç kim­se­den des­tek ve yar­dım al­ma­dık, ala­ma­dık. Her­şey­den ön­ce bu­na Kül­tür Ba­kan­lı­ğı’nın sa­hip çık­ma­sı ve des­tek­le­me­si ge­re­kir­di, dev­le­tin sa­hip çık­ma­sı ge­re­kir­di. Çün­kü bü­tün dün­ya­nın ta­nı­dı­ğı Tür­ki­ye si­ne­ma mi­ra­sı­nın bir baş­ya­pı­tı­na, di­ğer Yıl­maz Gü­ney film­le­rin­de de ol­du­ğu gi­bi, sa­hip çı­kıl­ma­sı ge­re­kir­di. Za­ten biz de YOL’la il­gi­li hiç­bir ye­re baş­vur­ma­dık doğ­ru­su. Çün­kü ben böy­le­si dö­nem­ler­de bu işin sa­hip­le­nil­me­ye­ce­ği bi­lin­cin­de­yim. Sa­de­ce bun­dan ön­ce bir iki gi­ri­şi­mim ol­muş­tu ve Fik­ri Sağ­lar za­ma­nın­da di­ğer bir iki film için kü­çük de ol­sa bir kat­kı ala­bil­miş­tik, ama çok kü­çük şey­ler­di bun­lar ve ye­ter­siz kal­dı. Bu­nun dı­şın­da ken­di gü­cü­mü­ze gü­ven­me­miz ge­re­ki­yor­du. Vak­fın gü­cü de çok sı­nır­lıy­dı, sa­de­ce Yıl­maz Gü­ney’in ki­tap­la­rı­nı çı­kar­may­la sı­nır­lı bir fa­ali­ye­ti var­dı. “Yol” fil­mi­nin fi­nans­ma­nı için, ken­di kre­di im­kân­la­rım­la, ya­ni borç­la­na­rak, ve çok bü­yük bir mik­tar­da borç­la­na­rak işe gir­dim. Şu­na ina­nı­yor­dum: Yıl­maz Gü­ney bi­zi yol­da bı­rak­ma­ya­cak. Fa­kat bü­tün dost çev­re­le­rin, si­ne­ma­cı­la­rın, bi­ze ya­kın çev­re­le­rin bi­ze söy­le­di­ği şuy­du, bu müt­hiş bir risk­ti. Bu ris­kin al­tı­na bi­rey ola­rak gir­mek ta­bi be­nim için so­run­lar do­ğu­ra­bi­lir­di. Çö­züm ola­rak söy­le­dik­le­ri ise, bir­kaç kop­yay­la, iş­te iki üç kop­yay­la işe baş­la­ya­rak du­rum de­ğer­len­dir­me­si ya­pıl­ma­sı, on­dan son­ra ge­re­kir­se fil­min tüm si­ne­ma­lar­da ye­ni kop­ya­lar ila­ve edi­le­rek ge­niş­le­til­me­si, yay­gın­laş­tı­rıl­ma­sıy­dı. Fa­kat bu ba­na çok ters gel­di ve 30 kop­ya­ya ka­rar ver­dik. 30 kop­yay­la çık­tı film.
GÜ­NEY: İs­ter­se­niz bu­ra­da ar­tık ke­sin­leş­ti­ği bel­li olan “YOL” fil­mi­nin ba­şa­rı­sı üze­ri­ne bi­raz ko­nu­şa­lım. Siz bu ba­şa­rı­yı ne­ye bağ­lı­yor­su­nuz?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Ge­nel ola­rak kay­bo­lan de­ğer­le­ri­mi­ze sa­hip çı­kıl­ma­sı­na bağ­lı­yo­rum. Yoz­la­şan kül­tü­rü­mü­ze ve yoz­la­şan her tür­lü de­ğe­ri­mi­ze kar­şı bir tep­ki­nin ifa­de­si ve gös­ter­ge­si ola­rak ka­bul edi­yo­rum “Yol”un ba­şa­rı­sı­nı. Bu be­nim için bir gös­ter­gey­di. Se­çim­ler­den de da­ha önem­liy­di. Çün­kü ara­dan 17 yıl geç­miş­ti, yep­ye­ni bir ku­şak var­dı, Yıl­maz Gü­ney’i hiç ta­nı­mı­yor­du, hiç­bir fil­mi­ni, ese­ri­ni gör­me­miş­ti, adı­nı bi­le hiç duy­ma­yan­lar ya da te­sa­dü­fen duy­muş olan­lar var­dı, hiç­bir ki­ta­bı­nı oku­ma­mış ve hiç­bir bil­gi­si ol­ma­yan­lar var­dı. Böy­le­si­ne yep­ye­ni bir ku­şak var­dı. Ar­tı bun­lar çok fark­lı şey­le­re şart­lan­mış­lar­dı, iş­te Ame­ri­kan si­ne­ma­sı, Ame­ri­kan kül­tü­rü, çok hız­lı tem­po­lu film­ler, çok fark­lı içe­rik­li şey­ler vs. Ya­ni bu fil­min il­gi­den yok­sun ka­la­ca­ğı en­di­şe­le­ri var­dı. Fa­kat tam ter­si ol­du. Ben­ce doğ­ru­ya her za­man sa­hip çı­kı­lı­yor. Tür­ki­ye’de evet bir eroz­yon söz­ko­nu­su, fa­kat yi­ne de in­san­lar doğ­ru­ya, gü­ze­le ve iyi­ye sa­hip çı­kı­yor­lar, özel­lik­le de be­nim ku­şa­ğı­mın bu­na sa­hip çık­tı­ğı­nı gör­düm ben.
GÜ­NEY: Ge­nel­de iz­le­yi­ci­le­rin tep­ki­le­ri ney­di?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Müt­hiş! Ya­ni şöy­le, da­ha fil­mi be­ğen­me­yen tek ki­şi­ye rast­la­ma­dım. Fil­mi her­kes çok be­ğe­ni­yor, çün­kü be­ğen­me­me­le­ri müm­kün de­ğil za­ten. Yıl­maz ken­di ül­ke­si­ni, ken­di in­sa­nı­nı, ken­di de­ğe­ri­ni ve ken­di kül­tü­rü­nü çok iyi ta­nı­yan bir yer­den ge­li­yor. Ya­ni o ka­dar sağ­lam bir te­me­li var ki fil­min, bu ko­nu­da öy­le­si­ne doğ­ru bir ana­liz, ger­çek­çi bir ba­kış ve göz­lem­ci­lik söz­ko­nu­su ki, o yüz­den bu fil­mi be­ğen­me­mek di­ye bir şey söz­ko­nu­su ola­maz. İkin­ci­si de çok ya­kı­nı­mız­da­ki in­san­lar bu fil­mi gör­dük­ten son­ra ya­şan­tı­la­rın­dan utanç duy­duk­la­rı­nı ba­na söy­le­di­ler ör­ne­ğin. Ki bun­lar bir­ta­kım şey­le­rin bi­lin­cin­de olan in­san­lar. Fa­kat her­şe­ye rağ­men böy­le bü­yük şe­hir­ler­de ne ya­zık ki he­nüz ken­di kül­tü­rü­müz, ken­di ger­çe­ği­miz tam ola­rak bi­li­ne­mi­yor, gö­rü­le­mi­yor, an­la­şı­la­mı­yor. Bu­ra­da da sa­nat­çı­la­ra gö­rev dü­şü­yor. İş­te Yıl­maz Gü­ney ça­ğı­nın ve ül­ke­si­nin ta­nı­ğı ola­rak sa­na­tı­nın gü­cü­nü ben­ce bu­ra­da gös­te­ri­yor.
GÜ­NEY: Hiç ku­la­ğı­nı­za ge­len bir eleş­ti­ri ol­du mu “YOL”la il­gi­li?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Yok, her­han­gi bir eleş­ti­ri yok. Şöy­le ki, mü­kem­me­le hiç­bir za­man eri­şi­le­mez, bu film çok da­ha iyi ya­pı­la­bi­lir­di bel­ki. Fa­kat çok tek­nik so­run­lar­la kar­şı­laş­tık. Bu bi­zim eli­miz­de de­ğil­di. Tür­ki­ye’de­ki tek­nik do­na­nım­dan, sa­de­ce Tür­ki­ye’nin şart­la­rın­dan kay­nak­la­nan şey­ler­di. Me­se­la Dolby Di­gi­tal Sur­ro­und bü­yük şe­hir­ler­de ye­ni ye­ni baş­la­yan bir tek­nik ol­du­ğu için ba­zı si­ne­ma­lar­da ses prob­le­mi ol­du. La­bo­ra­tu­var­dan çı­kan bir­kaç kop­ya­da böy­le­si so­run­lar ol­du. Bun­lar ta­ma­men bi­zim dı­şı­mız­da ol­du. Fa­kat Tür­ki­ye’de ya­pı­la­cak şe­yin en iyi­si­ni yap­tık, bun­dan baş­ka da­ha iyi ne bir la­bo­ra­tu­var var, ne de baş­ka bir yer var, ya­ni biz her­şe­yin en mü­kem­me­li­ni bu film için yap­ma­ya ça­lış­tık.
GÜ­NEY: Film­de oy­na­yan sa­nat­çı­lar gü­nü­mü­zün de ün­lü sa­nat­çı­la­rı ve hâ­lâ ya­şı­yor­lar. On­la­rın fil­me yak­la­şı­mı ne, sa­hip çı­kı­yor­lar mı?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Ta­bii, ta­bii, hep­si sa­hip çı­kı­yor. Bun­la­rın hep­si o za­man da Yıl­maz’la bu film için da­ya­nış­ma­da bu­lun­muş in­san­lar, Şe­rif Gö­renTa­rık AkanHa­lil Er­gün ve di­ğer tüm oyun­cu­lar. Bu film­de ço­ğu o za­man­lar çok dü­şük pa­ra­la­ra, ve­ya hiç pa­ra al­ma­dan oy­na­mış in­san­lar. Bu film için ay­rı­ca ben, ha­pis­ha­ne­ler­de mah­kum­la­rın ken­di ara­la­rın­da pa­ra top­la­ya­rak fil­min çe­ki­mi sı­ra­sın­da fil­me gön­der­dik­le­ri­ni ha­tır­lı­yo­rum. Mah­kum­la­rın film­le da­ya­nış­ma­sıy­dı bu. Bu­nun için de bu film çok an­lam­lı bir film. Ay­rı­ca bu film­de ör­ne­ğin Ta­rık Akan’ın can­lan­dır­dı­ğı o ola­yın kah­ra­ma­nı Yıl­maz’ın ar­ka­da­şıy­dı ve ger­çek­te Yıl­maz’la ce­za­evin­de be­ra­ber­di. Onun hi­ka­ye­sin­den yo­la çı­kıl­mış­tı. Di­ğer­le­ri yi­ne öy­le. Ge­çen gün bir yer­de bu­nun­la il­gi­li bir şey oku­dum. Yıl­maz o za­man ora­da bir­kaç mah­ku­ma gö­rev ver­miş, on­lar bü­tün izin­ci­ler izin­den dö­ner­ler­ken otu­rup ke­nar­da ko­nuş­muş­lar, on­la­rın ba­şın­dan ge­çen­le­ri din­le­miş­ler ve “Yol” fil­mi­ne ak­tar­mış­lar. Za­ten Yıl­maz’ın ça­lış­ma yön­te­mi buy­du. Ola­yı ma­sa ba­şın­da de­ğil, ger­çek ha­ya­tın içe­ri­sin­den bu­lup çı­ka­rır­dı.
GÜ­NEY: “Yol”un Yıl­maz Gü­ney si­ne­ma­sın­da­ki ye­ri ne­dir siz­ce? “‘Yol’ bir Yıl­maz Gü­ney fil­mi mi, yok­sa Şe­rif Gö­ren fil­mi mi?” gi­bi bir tar­tış­ma da var, bu ko­nu­da­ki dü­şün­ce­niz ne­dir?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Yıl­maz Gü­ney si­ne­ma­sı de­nir mi bi­le­mi­yo­rum. Ama Yıl­maz Gü­ney bu fil­mi yap­say­dı çok da­ha baş­ka bir­şey olur­du. Şöy­le bir­şey söz­ko­nu­su, se­nar­yo, hi­ka­ye çok güç­lü. Ge­çen gün fil­mi çe­ken ka­me­ra­man şun­la­rı an­lat­tı, han­gi sah­ne­nin han­gi sa­at­te çe­ki­le­ce­ği­ni yaz­mış­tı de­di. Dü­şü­ne­bi­li­yor mu­su­nuz, bu müt­hiş bir şey. Oyun­cu­la­rın na­sıl oy­na­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni, ya­ni her şe­yi yaz­mış­tı. Ta­bii ki Şe­rif Gö­ren yö­net­men­di, ama bu­ra­da bir yön­len­dir­me sö­ko­nu­su­dur. Fil­me sa­de­ce Yıl­maz Gü­ney fil­mi de­ne­mez di­ye dü­şü­nü­yo­rum. Şe­rif Gö­ren fil­mi de de­ğil­dir. Bu her iki­si­nin or­tak fil­mi­dir. Ama bu­ra­da de­di­ğim gi­bi ken­di kül­tü­rü­nü, ken­di in­sa­nı­nı, ken­di ül­ke­si­ni bu ka­dar ta­nı­yan böy­le­si müt­hiş bir göz­lem­ci­nin ka­lem gü­cü­nün pa­yı çok bü­yük. Bel­ki de fil­min en önem­li te­mel ta­şı bu. Ama film sa­de­ce Yıl­maz Gü­ney’in de­ne­mez yi­ne de. Keş­ke Yıl­maz Gü­ney çe­ke­bil­sey­di, di­ğer ken­di çe­ke­bil­di­ği film­le­ri gi­bi, çok da­ha fark­lı, çok da­ha müt­hiş bir film olur­du. Ve bu­nun acı­sı­nı hep duy­muş ve di­le de ge­tir­miş­ti, ya­ni “ah, ah, bir de ben çe­ke­bil­sey­dim” di­yor­du, ve ben o ah’ı şu an­da bi­le du­ya­bi­li­yo­rum.
GÜ­NEY: Yıl­maz Gü­ney’in bil­di­ği­niz her­han­gi bir eleş­ti­ri­si var mıy­dı fil­min bit­miş ha­li­ne?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Mon­ta­jı­nı ken­di­si yap­tı. Ta­bii çok da­ha fark­lı yo­rum­lan­ma­sı­nı is­te­di­ği şey­ler var­dı, bun­la­rı kul­la­na­ma­dı. Ör­ne­ğin bu film on­bir ki­şi­nin hi­ka­ye­siy­di, bu be­şe düş­tü. Ba­zı oyun­cu­la­rın oyun­la­rı iyi yo­rum­lan­ma­mış­tı. Bir­çok çe­kil­miş fil­mi kul­lan­ma­dı, bun­la­rın iyi yo­rum­lan­ma­dı­ğı­nı söy­lü­yor­du. Ama ge­nel ola­rak Şe­rif Gö­ren fil­mi ba­şa­rı­lı bir bi­çim­de ha­ya­ta ak­tar­mış­tı.
GÜ­NEY: Film­de san­sür­le­nen ve­ya çı­ka­rı­lan her­han­gi bir bö­lüm var mı? Gör­dü­ğü­müz ka­da­rıy­la fil­min ori­ji­na­lin­de bir sah­ne­de yer alan “Kür­dis­tan” ya­zı­sı çı­ka­rıl­mış.
FA­TOŞ GÜ­NEY: “Kür­dis­tan” çı­ka­rıl­ma­say­dı za­ten fil­mi gö­re­mez­di­niz. Baş­ka çı­kan hiç­bir şey yok. Za­ten “Kür­dis­tan” da sa­de­ce harf­ler­den iba­ret bir ya­zıy­dı. Ya­ni fil­min hiç­bir ye­ri­ni et­ki­le­me­di, ve onu çı­kar­ma­say­dık, film bel­ki bir 17 se­ne da­ha gö­rü­le­mez­di. Se­be­bi­ni de her­kes bi­lir, bu­nu bu­ra­da söy­le­me­me ge­rek yok. Ama ör­ne­ğin “Du­var” fil­mi var ikin­ci sı­ra­da. Yıl­maz Gü­ney’in son yö­net­ti­ği film, esas o bir Yıl­maz Gü­ney fil­mi, çün­kü hem se­nar­yo ken­di­si­nin, hem de yö­net­men ken­di­si. Ör­ne­ğin onun ya­yın­la­ma iz­ni­ni alır­ken çok zor­lan­dım, çün­kü san­sür kalk­mış gö­zü­kü­yor, ama ora­da Kül­tür Ba­kan­lı­ğı’ndan ve Mil­li Gü­ven­lik Ku­ru­lu’ndan in­san­la­ra ka­dar bir jü­ri top­la­nı­yor, on­lar fil­me ge­çer oy ve­rir­ler­se gös­te­ri­me gi­re­bi­li­yor. “Du­var” fil­min­de ba­na şu­ra­sı çı­ka­rı­lır mı, bu­ra­sı çı­ka­rı­la­bi­lir mi fa­lan gi­bi şey­ler söy­le­di­ler, de­dim ki “bu fil­min kı­lı­na da­hi do­ku­nu­la­maz, bu fil­mi ya top­tan red­de­der­si­niz, ya da hiç­bir şey çı­ka­rı­la­maz”. Eğer top­tan red­de­dil­sey­di da­ha fark­lı şey­ler dü­şü­nü­yor­dum. Yi­ne gün­de­me ge­le­cek­ti san­sür ve ya­sak­lar. Bu­nu da ar­tık kim­se­nin gö­ğüs­le­ye­cek gü­cü kal­ma­mış­tı. Onun için fil­min hep­si­ne izin ver­di­ler. Şu­nu de­mek is­ti­yo­rum, ben Yıl­maz Gü­ney film­le­ri­nin, eser­le­ri­nin hiç­bir ka­re­si­ne do­kun­durt­mam. Bu­na da hiç­kim­se­nin hak­kı ol­du­ğu­nu dü­şün­mü­yo­rum. Ama iş­te “Kür­dis­tan”, böy­le bir ya­zı, bir tek o çı­ka­rıl­dı, Tür­ki­ye’nin şart­la­rın­dan ötü­rü.
GÜ­NEY: Önü­müz­de­ki dö­nem­de han­gi ça­lış­ma­la­rı­nız ola­cak?
FA­TOŞ GÜ­NEY: “Yol”dan son­ra bir se­ne için­de şun­lar var: “Du­var” çı­ka­cak. Fa­kat “Du­var”dan ön­ce bir iki ta­ne, bel­ki üç ta­ne ken­di­si­nin de rol al­dı­ğı fil­mi­ni bir se­ne içe­ri­sin­de çı­kar­ma­yı dü­şü­nü­yo­rum. Ör­ne­ğin bu “Umut” ola­bi­lir, “Ar­ka­daş” ola­bi­lir, “Ağıt” ola­bi­lir. Özel­lik­le genç si­ne­ma­se­ver­ler, ye­ni ku­şak in­san­lar, Yıl­maz Gü­ney ile ta­nış­tı­lar, ama bir de onun ken­di­si­ni gör­mek, onu ta­nı­mak is­ti­yor­lar, onun­la yüz­yü­ze gel­mek is­ti­yor­lar. Ben­ce Yıl­maz Gü­ney bü­yük bir oyun­cu, müt­hiş bir oyun­cu ay­nı za­man­da, onun için böy­le bir­kaç fil­mi­ni çı­kar­ma­yı dü­şü­nü­yo­rum. Ama on­lar da o şe­kil­de çı­ka­maz, ye­ni­den ya­pıl­ma­sı ge­re­ki­yor. Ses, mü­zik, efekt, hep­si­nin ye­ni­den ya­pıl­ma­sı ge­re­ki­yor. Bun­lar da bir büt­çe­yi ge­rek­ti­ri­yor. İş­te “Du­var” var sı­ra­da, o da ay­nı şey­le­ri ge­rek­ti­ri­yor. Ba­ka­lım “Yol” şu an­da borç­la­rı­nı ödü­yor, ya­ni Yıl­maz Gü­ney ça­lı­şı­yor bir yan­dan. Onun borç­la­rı öden­dik­ten son­ra yap­mak is­ti­yo­rum bun­la­rı.
GÜ­NEY: Si­zin Fa­toş Gü­ney ola­rak ken­di­ni­ze biç­ti­ği­niz mis­yon ne­dir?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Mis­yo­nu­mu bi­li­yor­su­nuz. İş­te her za­man söy­lü­yo­rum, Fa­toş var, her­şey­den ba­ğım­sız bi­ri­si­yim. Bu­ra­sı Tür­ki­ye kül­tür ve sa­nat mü­ca­de­le­sin­de bir mev­zi, onur­lu bir mev­zi. Bu­nu ya­şat­mak be­nim ama­cım. Yıl­maz Gü­ney’in eşi ol­ma­ya­bi­lir­dim, hiç ta­nı­ma­ya­bi­lir­dim onu, ama yi­ne de böy­le bir yer­de ça­lı­şı­yor ola­bi­lir­dim. Doğ­ru bir şey­ler ya­pa­bi­lir­sek eğer, yap­ma­yı ba­şa­ra­bi­lir­sek, ken­di­mi çok hu­zur­lu his­se­di­yo­rum. Çün­kü çok bü­yük bir si­ne­ma us­ta­sı­nın, dün­ya si­ne­ma­sı­na dam­ga­sı­nı vur­muş bir si­ne­ma us­ta­sı­nın baş­ya­pıt­la­rı­nın ken­di ül­ke­sin­de gös­te­ril­me­miş ol­ma­sın­dan ben utanç du­yu­yor­dum ken­di adı­ma. Bu du­rum si­ne­may­la il­gi­li her­ke­sin ar­tık utanç du­ya­ca­ğı bir­şey ha­li­ne gel­di. Bu­nu si­ne­ma­cı­la­ra da böy­le an­lat­tım, bu şe­kil­de ik­na et­tim on­la­rı. Onun için “Yol”u ar­tık ken­di hal­kıy­la, Tür­ki­ye halk­la­rıy­la bu­luş­tur­duk, ama “Du­var” var sı­ra­da şim­di.
GÜ­NEY: Yıl­maz Gü­ney’in bir re­ji­sör, bir sa­nat­çı ola­rak Tür­ki­ye halk­la­rıy­la bu­luş­tu­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz, fa­kat bir dev­rim­ci ola­rak, bir ko­mü­nist ola­rak o he­nüz ye­te­rin­ce bi­lin­mi­yor, özel­lik­le ye­ni ku­şak­lar ta­ra­fın­dan. Yıl­maz Gü­ney’in “Si­ya­sal Ya­zı­lar”ının ba­sıl­ma­sı ko­nu­sun­da ne dü­şü­nü­yor­su­nuz?
FA­TOŞ GÜ­NEY: “Si­ya­sal Ya­zı­lar” di­zil­di, ka­pak­la­rı bi­le ha­zır, şu an­da avu­kat­la­rı­mız in­ce­li­yor­lar, fa­kat ge­len ha­ber­ler hiç de par­lak de­ğil. Ben hiç de­ğil­se ya­zı­la­rın ba­zı yer­le­ri­ne bant ko­ya­rak ve al­tı­na “şu an­da şu şu mad­de­ler ge­re­ğin­ce ya­sak­tır” şek­lin­de açık­la­ma ya­pa­rak ya­yın­la­ma­yı dü­şü­nü­yor­dum. Ya­ni ama­cım, in­san­lar al­sın­lar ve gör­sün­ler. Ve ki­ta­bın ne ka­da­rı hâ­lâ ya­sak­tır, onu gör­sün­ler. Çün­kü bu da ben­ce önem­li bir şey­dir. Ki­ta­bı alı­yor­sun eli­ne, ki­ta­bın el­li say­fa­sın­dan, di­ye­lim ki beş say­fa­sı on say­fa­sı oku­na­ma­ya­cak du­rum­da. Bu­nun gi­bi bir şey dü­şün­müş­tüm. Şim­di onu bek­li­yor­um. Ama ge­ri­ye faz­la bir­şey kal­mı­yor. O za­man da bu ki­ta­bı ni­ye çı­ka­ra­cak­sı­nız di­yor­lar. Böy­le bir tar­tış­ma var. Yö­ne­tim Ku­ru­lu top­lan­tı­sın­da bu­nu ye­ni­den de­ğer­len­di­re­ce­ğiz. Ama iş­te her şey ba­sıl­dı, ka­pak­la­rı bi­le ha­zır. Ben İz­mir Ki­tap Fu­arı’na ye­tiş­tir­me­yi dü­şü­nü­yor­dum, ama bu du­rum­dan ötü­rü şu an­da ye­tiş­me­di.
GÜ­NEY: Son ola­rak söy­le­mek is­te­di­ği­niz bir şey var mı?
FA­TOŞ GÜ­NEY: Ben bü­tün in­san­la­rı sev­giy­le ku­cak­lı­yo­rum, on­la­ra te­şek­kür et­mek is­ti­yo­rum, her­şey adı­na te­şek­kür et­mek is­ti­yo­rum, ya­ni dün­ya­da­ki bü­tün iyi, gü­zel, doğ­ru şey­ler adı­na; Tür­ki­ye’de­ki bü­tün gü­zel­lik­ler ve iyi­lik­ler adı­na te­şek­kür et­mek is­ti­yo­rum. Bir umut var di­yo­rum, bu umu­du ta­şı­ya­ca­ğız di­yo­rum ve ta­şı­mak is­ti­yo­rum. De­di­ğim gi­bi, “Yol”a gös­te­ri­le­cek il­gi be­nim için se­çim­ler­den de da­ha önem­liy­di. Ve bu­nu gör­düm ben, keş­ke Yıl­maz da gö­re­bil­sey­di. Öl­me­den gör­düm, ara­dan 17 yıl geç­tik­ten son­ra gör­düm. Çok uzun bir za­man­dı bu. Ger­çi yıl­lar bir rüz­gar gi­bi ge­çip gi­di­yor, ama yi­ne de çok uzun yıl­lar­dı bun­lar. Bu­nu gör­düm, keş­ke Yıl­maz da gö­re­bil­sey­di. Ve ben her­ke­si umut­la ku­cak­lı­yo­rum. Her­şe­ye rağ­men her­şey gü­zel ola­cak der­dik biz Yıl­maz’la. Ve ger­çek­ten de Tür­ki­ye’de de her­şe­ye rağ­men her­şe­yin gü­zel ola­ca­ğı­na inan­cım pe­kiş­ti be­nim.
GÜ­NEY: Te­şek­kür ede­riz.
10 Mart 1999

(Not: Yol filminden ya­yın­la­dı­ğı­mız fo­toğ­raf­lar Gü­ney Film­ci­lik San. ve Tic. A.Ş. Ya­yın­la­rı Yılmaz Güney Dizisi arasında çıkan YOL ki­ta­bın­dan alın­mış­tır.)

Yıl­maz Gü­ney ile bir konuş­ma


Aşa­ğı­da, Mah­mut Bak­si’nin Yıl­maz Gü­ney’le yap­tı­ğı ve “De­mok­rat Tür­ki­ye” ga­ze­te­si­nin 20 Ni­san 1983 ta­rih­li ve 16. sa­yı­sın­da ya­yın­la­nan bir “ko­nuş­ma­”yı ol­du­ğu gi­bi ya­yın­lı­yo­ruz. — Gü­ney

“Kürt so­ru­nu sa­de­ce bir kül­tü­rel bas­kı so­ru­nu de­ğil­dir. Kürt so­ru­nu bir Türk-Kürt, Kürt-Arap, Kürt-Acem ça­tış­ma­sı da de­ğil­dir. Kürt so­ru­nu Ba­ğım­sız­lık ve Öz­gür­lük so­ru­nu­dur…
Kür­dis­tan sos­yal, si­ya­sal, coğ­ra­fi açı­dan ol­sun; ta­şı­dı­ğı dev­rim­ci po­tan­si­yel açı­sın­dan ol­sun Or­ta Do­ğu’nun bel ke­mi­ği­dir. Eğer bu ko­nu doğ­ru bir bi­çim­de de­ğer­len­di­ri­le­bi­li­nir­se, Or­ta­do­ğu dev­ri­mi­nin ki­li­ti bu­ra­da­dır. Bu ne­den­le so­ru­na salt ulu­sal an­lam­da de­ğil, Tür­ki­ye, İran, Kür­dis­tan, Su­ri­ye ve Irak halk­la­rı­nın or­tak çı­kar­la­rı açı­sın­dan bak­mak ge­re­kir. Ya­şa­sın Bir­le­şik, Ba­ğım­sız ve De­mok­ra­tik Kür­dis­tan…”
Yu­ka­rı­da­ki pa­rag­raf, Yıl­maz Gü­ney’in Pa­ris’te açı­lan Kürt Ens­ti­tü­sü’nün açı­lış ko­nuş­ma­sın­dan bir alın­tı. Bin­ler­ce ki­şi­nin he­ye­can­la iz­le­di­ği bu Kürt şen­li­ğin­de Yıl­maz GÜ­NEY, Kürt so­ru­nu­na iliş­kin gö­rüş­le­ri­ni bir kez da­ha bel­ge­le­di.
Ens­ti­tü­ye on­lar­ca Kürt sa­nat­çı, ya­zar, ozan, res­sam çağ­rı­lıy­dı. Bu, Kür­dis­tan ta­ri­hin­de ilk kez olu­yor­du. Ge­ce­de Kürt sa­nat­çı­la­rı, yurt­se­ver­le­ri, de­mok­rat­la­rı, iş­çi­le­ri, ken­di kül­tür­le­ri­ne, ta­rih­le­ri­ne, de­ğer­le­ri­ne sa­hip çık­ma­nın bi­lin­ci için­de ele­le ver­miş ke­net­len­miş­ler­di. Kür­dis­tan’ı ken­di ara­la­rın­da pay­la­şan ül­ke­le­rin ya­sak­la­ma ça­ba­la­rı, bir hal­kın kül­tü­rü­nü yok et­me teh­dit­le­ri, Pa­ris Kürt Ens­ti­tü­sü’nün ko­ri­dor­la­rın­da, kü­tüp­ha­ne­sin­de, ders­ha­ne­le­rin­de can ve­ri­yor­du böy­le­ce. Özel­lik­le Kürt re­ji­sö­rü Yıl­maz Gü­ney’in bu iş­te ak­tif ol­ma­sı ve ezi­len hal­kın­dan ya­na ta­vır koy­ma­sı, bu yol­da yü­rü­me­si, kav­ga ver­me­si ta­ri­hi bir olay­dı.
Ben şen­lik­ten son­ra Yıl­maz Gü­ney ile bu ko­nu­da uzun uzun ko­nuş­tum. Ko­nuş­ma­mı­zın kı­sa bir öze­ti­ni aşa­ğı­ya alı­yo­rum:
– Kür­dis­tan Ta­ri­hin­de, ilk kez Pa­ris’te bir Kürt Ens­ti­tü­sü açı­lı­yor. Bu­nu na­sıl yo­rum­lu­yor­su­nuz?
– Ba­na gö­re bu çok geç kal­mış bir ku­ru­luş. An­cak bu­gün­kü Fran­sa’nın po­li­tik du­ru­mu ile, da­ha ön­ce­ki po­li­tik du­ru­mu ara­sın­da­ki far­kı göz önü­ne alır­sak, bu bir ba­kı­ma nor­mal kar­şı­la­na­bi­lir. Bu Ens­ti­tü Av­ru­pa’nın bir baş­ka ül­ke­sin­de da­ha ön­ce ku­rul­ma­lıy­dı ben­ce. Çün­kü bin­ler­ce yıl­lık bir kül­tü­rü olan bir hal­kın ge­rek kül­tü­rel de­ğer­le­ri, ge­rek­se ta­ri­hi ve sa­nat­sal de­ğer­le­ri der­le­nip to­par­lan­ma­lı­dır. Ge­le­cek­te ku­ru­la­cak olan Ba­ğım­sız bir Kürt Dev­le­ti­nin oluş­ma­sın­da bu ça­lış­ma­la­rın öne­mi bü­yük­tür. Bu açı­dan Ens­ti­tü, Kürt hal­kı­nın ta­ri­hi içe­ri­sin­de önem­li bir ye­re sa­hip.
– Si­zi Kürt Ens­ti­tü­sün­de çok ak­tif gö­rü­yo­ruz?
– Ben Ens­ti­tü­nün ku­ru­cu üye­le­rin­de­nim. Ben bu­nu, Kürt hal­kı­mın ba­na yük­le­di­ği gö­rev­le­rin bir par­ça­sı ola­rak gö­rü­yo­rum. Ya­ni bir kül­tür ve sa­nat ada­mı ola­rak, bu alan­da pa­yı­ma dü­şe­ni ya­pa­ca­ğım. Si­ya­si alan­da da bu ko­nu ile il­gi­li ça­lış­ma­la­rım var. Bu da­ha çok di­ğer ar­ka­daş­lar­la bir­lik­te oluş­tu­ra­ca­ğı­mız iliş­ki­le­re bağ­lı.
– Ge­ne­ral­ler siz­le­ri va­tan­daş­lık­tan at­tı­lar. Bu­na ne der­si­niz?
– Zor­luk­lar­la kar­şı­laş­mam ye­ni de­ğil. Pa­sa­port so­ru­nu­mu da­ha çö­ze­me­dim. Ulus­la­ra­ra­sı an­laş­ma­la­ra gö­re, si­ya­si ola­rak al­dı­ğım ce­za­lar ka­bul olun­mak­la bir­lik­te, son ola­yın bir ci­na­yet ola­yı di­ye ni­te­len­me­sin­den do­la­yı bel­li te­red­düt­ler var. Bu ne­den­le hâ­lâ pa­sa­port­su­zum. An­cak ge­çi­ci ola­rak bel­li şey­le­re sa­hip olu­yo­rum. fiu ya da bu ül­ke­ye gi­de­bil­mek için, özel izin alı­yo­rum. Yer­le­şik bir ül­ke he­nüz yok. Bun­dan do­la­yı da zor­luk­lar çe­ki­yo­rum.
– Tür­ki­ye’ye tes­lim edil­me­niz du­ru­mu var mı?
– Be­nim için bu teh­li­ke her za­man söz ko­nu­su­dur. An­cak ben bun­dan ürk­mü­yo­rum. Tür­ki­ye’ye gön­de­ril­sem bi­le ge­ne gü­cüm ora­nın­da mü­ca­de­le­yi sür­dü­re­ce­ğim. Ben oni­ki yıl ce­za­evin­de kal­dım. Bun­dan son­ra da ka­la­bi­li­rim.
– Kork­mu­yor mu­sun Yıl­maz Gü­ney?
– Ben on­se­kiz ya­şın­dan bu ya­na po­lis ta­ki­bi al­tın­da olan bir in­sa­nım. Ve o za­man­dan bu ya­na ha­ya­tım çe­şit­li teh­li­ke­ler­le geç­ti. Bir in­sa­nın gö­re­bi­le­ce­ği bir çok zor­lu­ğu gör­düm. Kor­ku­yu ta­nı­mı­yo­rum. Kork­mu­yo­rum. Kork­say­dım, da­ha Tür­ki­ye’de iken tes­lim bay­ra­ğı­nı çe­ker­dim. Ya­ni bu du­rum­da kor­kup ge­ri­ye çe­kil­mek be­nim için onur­suz­luk­tur. Ben doğ­ru bil­di­ğim yol­da, her tür­lü şe­yi gö­ze ala­rak yü­rü­yo­rum. Ben an­cak hal­kım­dan ve ta­rih­ten kor­ka­rım. Bun­la­rın dı­şın­da hiç bir şey­den kork­mu­yo­rum…
– Ye­ni fil­mi­niz­le il­gi­li bir ön bil­gi ve­re­bi­lir mi­si­niz?
– Fil­mim “Du­var” sa­nı­yo­rum Ma­yıs’ta gös­te­ri­me çı­ka­cak. Ora­da ço­cuk­la­rı, ka­dın­la­rı ve er­kek­le­ri an­la­tı­yo­rum. Hi­ka­ye­nin mer­ke­zin­de ço­cuk­lar var. Ço­cuk­lar o ka­dar kö­tü şart­lar al­tın­da ya­şı­yor­lar ki, o ce­za­evin­den kur­tul­mak için her yo­lu de­ni­yor­lar. Ama ba­şa­ra­mı­yor­lar. Film, kur­tu­lu­şu öz­gür­lük­te ara­ma çağ­rı­sı ya­pı­yor.
MAHMUT BAKSİ
(De­mok­rat Tür­ki­ye, sa­yı 16, Ni­san 1983, say­fa 20)

Yıl­maz Gü­ney ile bir söy­le­şi


Söy­le­şi Dur­sun Ak­çam ta­ra­fın­dan ya­pıl­mış ve Av­ru­pa’da ya­yın­la­nan “De­mok­rat Tür­ki­ye” ad­lı ga­ze­te­nin 15 Ey­lül-15 Ekim 1982 ta­rih­li 9. sa­yı­sın­da ya­yın­lan­mış­tır. Yıl­maz Gü­ney’in ölü­mü­nün 20. yıl­dö­nü­mün­de onu de­ği­şik et­kin­lik­ler­le anar­ken, onun ka­mu­oyu ta­ra­fın­dan pek bi­lin­me­yen, ta­nın­ma­yan dü­şün­ce­le­ri­ni de ta­nıt­mak, onun kül­tü­rel-sa­nat­sal ve si­ya­sal dü­şün­ce­le­ri­ne sa­hip çı­kan bir der­gi­nin gö­rev­le­ri ara­sın­da­dır. Bu bi­linç­le söz­ko­nu­su söy­le­şi­yi ol­du­ğu gi­bi okur­la­rı­mı­za su­nu­yo­ruz. — GÜ­NEY
Yıl­maz Gü­ney di­yor ki: Yol Fil­min­de Asıl Sar­sı­cı Olan Tür­ki­ye Ger­çe­ği­dir
Fır­tı­na­la­rın sa­nat­çı­sı
Bek­le­me­di­ğim hal­de bir­den Yıl­maz Gü­ney’le kar­şı­laş­mak gü­zel bir sürp­riz ol­muş­tu. Oy­sa bir baş­ka­sı alıp gö­tü­re­cek­ti be­ni san­mış­tım Yıl­maz’a.
“De­li­kan­lı­lar­dan bi­ri­si­ni gön­der­sey­din!” de­dim.
“Ben de de­li­kan­lı­yım ağ­abey.” de­di gü­lüm­si­ye­rek.
Ger­çek­ten genç­ti, dinç­ti, dal boy­lu bir Ana­do­lu yi­ği­di. Mah­pus­luk yıl­la­rın­da da hep öy­le kal­dı. Umut­suz­lu­ğa, yıl­gın­lı­ğa düş­me­di, tes­lim ol­ma­dı hiç bir za­man.
Kı­sa bir ara­yı kat­maz­sak 12 Mart 1971’den, 12 Ey­lül 1980 dar­be­si­nin ni­ce son­ra­la­rı­na de­ğin 10 yıl­lık ya­şa­mı mah­pus­ha­ne­ler­de geç­ti. De­mir ka­fes­ler ar­dın­da ro­man yaz­dı, hi­ka­ye, ma­ka­le yaz­dı, ola­nak­la­rı ve fır­sat­la­rı so­nu­na de­ğin zor­la­ya­rak ulus­la­ra­ra­sı dü­zey­de ödül­ler ka­za­nan se­nar­yo­lar yaz­dı, film ça­lış­ma­la­rı­nı sür­dür­dü, düş­ma­na inat!...
Onu mah­pus­ha­ne­de de ra­hat bı­rak­mı­yor­lar­dı. Kit­le­le­rin gö­zün­den dü­şür­mek için­ bir yan­dan pro­va­kas­yon­lar ha­zır­lı­yor­lar, öte yan­dan da film­le­ri­ne san­sür ko­ya­rak hal­kı­mı­za gös­te­ril­me­si­ni en­gel­li­yor­lar­dı. Bu ara­da sav­cı­lar da boş dur­mu­yor­lar­dı. Ya­yın­lan­mış çe­şit­li ya­zı­la­rın­dan do­la­yı “ko­mü­nizm pro­pa­gan­da­sı yap­mak” ge­rek­çe­siy­le da­va üs­tü­ne da­va açı­yor­lar­dı. İs­te­nen ha­pis ce­za­la­rı­nın top­la­mı ise 100 yı­la ula­şı­yor­du. Bu da­va­la­rın bir­ço­ğu so­nuç­lan­mış, 22,5 yıl ha­pis ce­za­sı ke­sin­leş­miş­tir. Bu so­nu­cu, “Yıl­maz bir ci­na­yet suç­lu­su­dur.” di­yen­le­re ar­ma­ğan et­mek is­te­riz!
Yıl­maz’ın Can­nes Film Fes­ti­va­lin­de “Yol” fil­mi ile ka­zan­dı­ğı ba­şa­rı ise ba­zı ka­fa­la­ra tok­mak gi­bi in­miş­tir ve on­la­rı şaş­kı­na çe­vir­miş­tir.
Uzun­ca söy­leş­tik Yıl­maz’la. Fır­tı­na­la­rın sa­nat­çı­sı Yıl­maz Gü­ney, o öl­çü­de de say­gı­lı, gös­te­riş­ten, ça­lım­dan uzak, te­pe­den tır­na­ğa Ana­do­lu ko­kan ya­lın bir halk sa­nat­çı­sı. Her sö­zü­nü öl­çe­rek bi­çe­rek ko­nu­şu­yor, ama ken­din­den emin, ken­di­ne gü­ve­ne­rek...
İyi­si mi uzat­ma­dan, sö­zü Yıl­maz’a bı­ra­ka­yım. İş­te so­ru­lar, iş­te ya­nıt­la­rı:
Can­nes Ulus­la­ra­ra­sı Film Fes­ti­va­li’nde­ki ba­şa­rı­nız Tür­ki­ye’li an­ti-fa­şist­le­ri se­vin­dir­di. Bu ba­şa­rı­nı­zın sa­nat­sal da­ya­nak­la­rı üs­tü­ne ne­ler söy­le­mek is­ter­si­niz?
– ...Bi­lin­di­ği gi­bi “YOL” can­nes’de üç ödül al­dı. Gav­ras’ın “MIS­SING” fil­mi ile Al­tın Pal­mi­ye’yi pay­laş­tı. Ulus­la­ra­ra­sı Si­ne­ma Eleş­tir­men­le­ri Bir­li­ği’nin (FIP­RES­CI) en iyi film ödü­lü ve IN­TER FİLM (OCIC)’in man­si­yo­nu.
FIP­RES­CI, yir­mi­iki üye­si­nin oy­bir­li­ği ile “YOL”u, en iyi film se­çer­ken şöy­le bir açık­la­ma yap­tı:
“Top­lum­sal ve si­ya­sal ta­nık­lı­ğın­da gös­ter­di­ği si­ne­ma­sal güç ve me­de­ni ce­sa­ret için...”
Ve si­ne­ma ya­zar­la­rı, “YOL”u, “he­ye­can ve­ri­ci”, “Yü­rek­li bir film”, “şok”, “bir ba­şe­ser” gi­bi sı­fat­lar­la ni­te­le­di­ler. “YOL”un, ge­rek si­ne­ma ya­zar­la­rı­nı, ge­rek­se, ulus­la­ra­ra­sı söz sa­hi­bi si­ne­ma adam­la­rı­nı ve özel­lik­le de her ke­sim­den iz­le­yi­ci­le­ri et­ki­le­me­si, sars­ma­sı, çe­şit­li açı­lar­dan de­ğer­len­di­ril­me­li­dir.
Ben­ce bi­rin­ci­si, an­lat­tı­ğı­mız şe­yi, ya­ni çe­şit­li mil­li­yet­ler­den hal­kı­mı­zı ve onun için­de bu­lun­du­ğu ko­şul­la­rı ken­di de­ne­yim­le­ri­miz­le ya­kın­dan ta­nı­yo­ruz.
İkin­ci­si, sa­na­tı­mı­zı su­nar­ken, ken­di­mi­zi ya­pay öl­çü­ler içi­ne sok­mak ve bun­dan ötü­rü Av­ru­pa­lı­ya be­ğen­dir­mek gi­bi bir prob­le­mi­miz yok­tu.
Ya­şa­dı­ğı­mız top­lum­sal ve si­ya­sal bas­kı­la­rın ta­nık­lı­ğı­nı, ger­çek­çi bir göz­le ya­par­ken, me­ka­niz­me, ku­ru­lu­ğa düş­me­di­ği­miz gi­bi, po­pü­lizm, me­lod­ram, acın­dır­mak gi­bi tu­zak­la­ra da düş­me­dik. Es­te­tik kay­gı­la­rı, sa­nat­sal du­yar­lı­lı­ğı el­den bı­rak­ma­dık. İçe­ri­ğe ver­di­ği­miz de­ğe­rin ya­nı­sı­ra, an­la­tım di­li­ne de ge­re­ken öne­mi ver­dik. Özel­lik­le kur­gu sı­ra­sın­da, Şe­rif ar­ka­da­şın ya­lın si­ne­ma di­li­ni, da­ha da ti­tiz­lik­le ko­ru­ma­ya ça­lış­tık. Ve hat­ta ka­ta­bi­le­ce­ği­miz şey­le­ri, an­cak olum­suz­luk­la­rı ayık­lı­ya­rak yap­ma­ya ça­lış­tık. So­nuç­ta, ya­lın, iç­ten, saf bir film çık­tı. O den­li de et­ki­li.
Ha­ya­tın zıt­lık­la­rı, fil­mi­mi­zin te­me­liy­di. Ve bu, fil­mi­mi­ze ger­çek­lik, inan­dı­rı­cı­lık ve de­rin­lik ka­zan­dır­dı. Fran­ce-So­ir’in ya­zar­la­rın­dan R. Cha­zel şöy­le di­yor­du:
“Bu film­de her­şey gü­zel ve tüy­ler ür­per­te­cek ka­dar müt­hiş. Her­şey aşk ve her­şey kin. İn­san­ca ve şey­tan­ca. Zıt­la­rın fil­mi. Yu­mu­şak ve şid­det­li re­sim­ler. Ra­hat­la­tı­cı man­za­ra­lar ve si­lah­la­rın ger­çe­ği.”
Tür­ki­ye’nin si­ya­sal ve top­lum­sal ger­çe­ği­ni yan­sı­tır­ken, alı­şıl­mış mi­li­tan si­ne­ma, po­li­tik si­ne­ma ka­lıp ve yön­tem­le­ri­ni de­ğil de, ken­di­ne öz­gü bir an­la­yı­şın, ya­ni yu­mu­şak bir di­lin kul­la­nıl­ma­sı, fil­mi­mi­ze da­ha iç­ten, saf, do­ğal bir gö­rü­nüm ka­zan­dır­mış­tır. Ta­rık’ın, Hik­met Çe­lik’in, Nec­met­tin’in ge­nel ola­rak bü­tün oyun­cu­la­rın abart­ma­sız oyun­la­rı, ka­me­ra­nın düz, ya­lın ta­nık­lı­ğı, ki­şi­le­rin an­la­tı­lı­şın­da­ki ob­jek­tif­lik, iz­le­yi­ci­le­ri­ni yü­rek­le­rin­den ya­ka­la­mış ve on­la­rı da­ha da de­rin­den sars­ma­yı ve dü­şün­dür­me­yi ba­şar­mış­tır.
Şu­nu söy­le­mek is­te­rim ki, asıl sar­sı­cı olan film de­ğil­dir. Asıl sar­sı­cı olan Tür­ki­ye ger­çe­ği­dir. Kürt hal­kı­nın al­tın­da ya­şa­dı­ğı ulu­sal bas­kı­dır. Fe­odal ah­la­kın yı­kın­tı­la­rı­dır. Fil­min ba­şa­rı­sı, bu ger­çe­ğin ta­nık­lı­ğın­da, sa­nat­sal ve es­te­tik gö­rev­le­ri­ni ve do­ğru tes­bit­le­ri­ni, bir po­ta­da erit­me­yi ba­şar­ma­sın­da­dır. Öte yan­da, Kürt hal­kı­nın acı­la­rı­na par­mak ba­san, Kürt­çe tür­kü ve di­ya­log kul­la­nı­lan ilk Tür­ki­ye fil­mi ol­ma­sı açı­sın­dan da, ön­cü bir rol oy­na­dı­ğı­nı vur­gu­la­ya­lım.
Sa­nat ya­şa­mı­nız sü­rek­li bir ge­li­şim gös­ter­di. Bu ge­li­şim sü­re­ci için­de fil­mi­ni­zin ba­şa­rı­sı­nı na­sıl ni­te­li­yor­su­nuz?
...“YOL”un ba­şa­rı­sı, sa­de­ce be­nim de­ğil, baş­ta Şe­rif, Ta­rık ve fil­me kat­kı­sı bu­lu­nan bü­tün ça­lı­şan ar­ka­daş­la­rın, fil­me des­tek olan, yar­dım eden in­san­la­rın ve bu nok­ta­dan ha­re­ket­le, çe­şit­li mil­li­yet­ler­den Tür­ki­ye hal­kı­nın, an­ti-fa­şist güç­le­rin ba­şa­rı­sı­dır. Fil­min ba­şa­rı­sı, dün­ya­nın çe­şit­li ül­ke­le­rin­de, çok zor ko­şul­lar al­tın­da film ya­pan genç si­ne­ma adam­la­rı­nın da ba­şa­rı­sı sa­yıl­ma­lı­dır.
“YOL”u, ne den­li zor ko­şul­lar al­tın­da ger­çek­leş­tir­dik, bi­li­ni­yor. Bu­ra­dan çı­kar­tı­la­cak ders şu­dur. En zor, en ina­nıl­maz ko­şul­lar al­tın­da bi­le, ba­şa­rı­ya gi­den yol­lar bu­lu­na­bi­lir. Bu sa­de­ce sa­nat ala­nın­da de­ğil, ha­ya­tın her ala­nın­da müm­kün­dür. Ye­ter ki, do­ğru ve sa­ğlam bir si­ya­set iz­le­ye­bi­le­lim, kol­lek­tif ça­lış­ma­nın so­rum­lu­luk ve gö­rev­le­ri­ni iyi kav­ra­ya­lım ve ge­re­ken sab­rı gös­te­re­lim.
Şim­di yurt dı­şın­da­sı­nız. Sa­nat­sal ça­lış­ma­la­rı­nız kuş­ku­suz, bu­ra­da da sü­re­cek. Bu ça­lış­ma­la­rı na­sıl ön­gö­rü­yor­su­nuz? Film yap­ma ve öte­ki sa­nat­sal ça­lış­ma­la­rı­nız­da, ya­ban­cı ku­ru­luş­lar­la iş­bir­li­ği yap­ma­yı, or­tak ya­pım­lar ver­me­yi dü­şü­nü­yor mu­su­nuz?
...Be­nim için en önem­li so­run, ba­ğım­sız­lı­ğı­mı ko­ru­ma so­ru­nu, ya­ni, ya­ra­tı­cı öz­gür­lü­ğü­mü ve si­ya­sal tav­rı­mı kı­sıt­la­ya­cak tu­zak­la­ra düş­me­me so­ru­nu­dur. Bu­gü­ne ka­dar, bir­çok acı ör­ne­ği­ni gör­dü­ğü­müz gi­bi, ger­çek­ten de­ğer­li bir­çok sa­nat­çı, ka­pi­ta­list si­ne­ma çark­la­rı­nın ara­sın­da ezil­di ve ki­şi­lik­le­ri­ni yi­tir­di­ler. Dün­ya si­ne­ma sa­na­yii bir ca­na­var­dır, eli­ni ver­sen ko­lu­nu kur­ta­ra­maz­sın, sa­kat ka­lır­sın. Öy­le iliş­ki­ler kur­mak is­ti­yo­rum ki, hem dü­şün­dük­le­ri­mi ya­pa­bi­le­yim, hem de ge­niş kit­le­le­re ula­şa­bi­le­yim. Av­ru­pa ko­şul­la­rın­da film yap­mak bü­yük pa­ra­la­rı ge­rek­ti­ri­yor. Bu­gün­kü du­ru­mum, tek ba­şı­ma film ya­pa­bi­le­cek ko­şul­la­rı içer­mi­yor. Kar­şı­lık­lı ya­rar ve ba­ğım­sız­lı­ğı­mı ko­ru­ma te­me­lin­de or­tak ya­pım­cı­lar bul­ma­lı­yım. Kü­çük ve or­ta ka­pa­si­te­li ya­pım­cı­lar­la iş­bir­li­ği dü­şü­nü­yo­rum. Tek ba­şı­ma film ya­pa­cak du­ru­ma ge­lin­ce­ye ka­dar böy­le bir hat iz­le­mek zo­run­da­yım.
Yurt dı­şın­da, çok sa­yı­da Tür­ki­ye’li sa­nat­çı­lar da var. On­lar­la bir­lik­te ça­lış­ma­lar plan­lı­yor mu­su­nuz?
...Bu so­ru­na iki açı­dan ba­kı­yo­rum. Bi­rin­ci­si sa­nat­sal da­ya­nış­ma, ikin­ci­si mad­di da­ya­nış­ma. Ya­ni, ola­nak­la­rım öl­çü­sün­de, yurt­dı­şın­da­ki sa­nat­çı ar­ka­daş­la­ra film­le­rim­de yer ve­re­rek ve bu­nu müm­kün ol­du­ğu ka­dar ge­niş kap­sam­lı tu­ta­rak mad­di des­tek ol­mak. İkin­ci­si de, on­la­rın sa­nat­çı ye­te­nek­le­ri­ni fil­mim­de kul­lan­mak, kar­şı­lık­lı sa­nat­sal et­ki­le­şi­mi sa­ğla­mak. Mü­zik, oyun, de­kor, tek­nik ve da­ha bir çok şey dü­şü­nür­ken, in­san mal­ze­me­si­nin te­me­li­ni, yurt­dı­şın­da­ki Tür­ki­ye­li­ler­den oluş­tur­ma­yı dü­şü­nü­yo­rum.
An­ti-fa­şist, an­ti-em­per­ya­list sa­va­şım­da, yı­ğın­la­ra güç ve­re­cek, bu sa­va­şı­mı dün­ya öl­çü­sün­de du­yu­ra­cak bir sa­nat ha­re­ke­ti ya­rat­ma ko­şul­la­rı­nı na­sıl gö­rü­yor­su­nuz?
...Dev­rim­ci sa­nat, dev­rim­ci mü­ca­de­le için­de olu­şur ve ge­li­şir. Dev­rim­ci sa­nat, dev­rim­ci sü­re­ci an­la­tan sa­nat­tır. Dev­rim­le, kar­şı­lık­lı et­ki­le­şim için­de olan sa­nat­tır. Bir ya­nıy­la, dev­ri­mi et­ki­ler­ken, bir ya­nıy­la da on­dan et­ki­le­nir.
Ben sa­nat­sal mü­ca­de­le­mi, si­ya­sal mü­ca­de­le­den, an­ti-fa­şist, an­ti-em­per­ya­list mü­ca­de­le­den ay­rı gör­mü­yo­rum. Ken­di­si­ne dev­rim­ci adı­nı ve­ren hiç­bir sa­nat­çı ar­ka­da­şı­mın da, fark­lı dü­şün­dü­ğü­nü san­mı­yo­rum. Bi­lin­di­ği gi­bi sa­nat ala­nı­nın kap­sa­mı çok ge­niş­tir. Si­ne­ma sa­na­tı, bu ala­nı­nın sa­de­ce bir par­ça­sı­dır. Dev­rim kav­ga­sı, mü­ca­de­le içe­ri­sin­de, dev­rim­ci mü­zi­ği, ro­ma­nı, şii­ri, si­ne­ma­yı, re­si­mi, ti­yat­ro­yu ge­liş­ti­re­cek ve ger­çek ki­şi­li­ği­ne ka­vuş­tu­ra­cak­tır. Bu­gün için, ki­şi­li­ği­ne ka­vuş­muş bir dev­rim­ci sa­nat­tan söz ede­me­yiz. Çün­kü dev­rim­ci mü­ca­de­le­miz, esas ola­rak ki­şi­li­ği­ni bul­muş de­ğil­dir. Ge­nel an­la­mıy­la dev­rim­ci sa­nat, dev­rim­ci si­ya­set­le can­lı iliş­ki­ler için­de­dir. Hal­kın dev­rim­ci duy­gu­la­rı­nı, dev­rim­ci bi­lin­ci­ni, ah­la­kı­nı, kül­tü­rü­nü et­ki­ler ve eğ­itir­ken, dev­rim­den de et­ki­le­nir ve ken­di­si­ni eğ­itir. Bu­ra­da al­tı­nı çiz­me­miz ge­re­ken, kit­le­le­rin dev­rim­ci eğ­iti­mi, dev­rim­ci sa­nat an­la­yış­la­rı ile dev­rim­ci sa­nat ara­sın­da­ki iliş­ki­dir. Ya­ni, kit­le­le­rin gös­te­re­ce­ği sa­ğlık­lı tep­ki, olum­lu ve olum­suz, dev­rim­ci sa­na­tı et­ki­le­ye­cek­tir. Do­ğa­da, top­lum­sal ve si­ya­sal ha­yat­ta bir ku­ral olan do­ğal ayık­lan­ma, sa­nat­sal ha­yat için de ge­çer­li­dir. Dev­rim­ci sa­nat adı­na po­pü­liz­me, halk­çı­lık adı­na ba­sit­li­ğe dü­şen­ler, dev­ri­me ya­rar de­ğil za­rar sa­ğlar­lar. Bun­lar, hal­kın bi­lin­ci­ni hep dü­şük gö­rür­ler ve ken­di­le­ri­ni bu­na gö­re ayar­la­ma­ya ça­lı­şır­lar. Oy­sa bi­zim önü­müz­de, ya­ni dev­ri­min önün­de, va­ro­lan en­gel­ler, sa­de­ce fa­şiz­min, em­per­ya­liz­min, bur­ju­va­zi­nin, açık ge­ri­ci­li­ğin güç­le­ri de­ğil, ay­nı za­man­da dev­rim saf­la­rın­da va­ro­lan za­af­lar­dır da. Ulus­la­ra­ra­sı plan­da, an­ti-fa­şist, an­ti-em­per­ya­list ka­rak­ter­li sa­nat­sal se­si du­yur­mak için, ön­ce­lik­le ken­di içi­miz­den ha­re­ket et­me­li­yiz. Ken­di­mi­ze, ger­çek­çi ve eleş­ti­rel bir göz­le yak­laş­ma­dan, za­af­la­rı­mı­za eğ­il­me­den, ek­sik­lik­le­ri­miz ve ha­ta­la­rı­mız kar­şı­sın­da ce­sur ol­ma­dan, böy­le bir ha­re­ket ya­ra­ta­ma­yız. Ya­rat­sak bi­le ba­şa­rı­ya ula­şa­ma­yız.
Ki­şi­sel ka­nım odur ki, özel­lik­le yurt dı­şın­da­ki dev­rim­ci sa­nat­çı­lar, gün­lük iliş­ki­le­rin dar, çık­maz so­ka­ğa ben­ze­yen ha­va­sı için­de bu­nal­tıl­mak­ta­dır­lar. Gün­lük ha­ya­tın te­la­şı ve de­ğer yar­gı­la­rı sa­nat­sal ça­lış­ma­la­rı ge­ri­let­me­me­li­dir. Bir sa­nat­çı, üret­ti­ği her ye­ni şey­le ken­di­si­ni de ye­ni­den üret­me­li­dir. Ken­di­si­ni sü­rek­li üre­ten sa­nat­çı­la­rı­mız se­si­mi­zi da­ha iyi du­yu­ra­cak­lar­dır. Mü­zi­ği­miz­den ro­ma­nı­mı­za, si­ne­ma­mız­dan ti­yat­ro­mu­za ka­dar, bu tip ar­ka­daş­la­ra ih­ti­ya­cı­mız var­dır. Bel­ki­de, ge­nel ola­rak sa­nat­çı ar­ka­daş­la­rın so­run­la­rı­nı tar­tı­şa­bi­le­cek­le­ri bir top­lan­tı, bu so­ru­ya da­ha da açık­lık ge­ti­re­cek­tir. Böy­le bir top­lan­tı­nın, ilk adım ola­rak, ya­rar­lı ola­ca­ğı­na ina­nı­yo­rum...
Bir sa­nat­çı­nın, an­ti-fa­şist, an­ti-em­per­ya­list sa­va­şım­da ye­ri, gö­re­vi ve iş­le­vi ne ol­ma­lı­dır?
...Dev­rim­ci bir sa­nat­çı, her­şey­den ön­ce, bi­lim­sel sos­ya­liz­min bi­li­miy­le ken­di­si­ni do­nat­ma­ya ça­lış­ma­lı ve sa­nat­sal mü­ca­de­le­si­ne bu bi­li­mi kla­vuz et­me­li­dir. Dev­rim­ci te­ori­nin yol gös­ter­me­di­ği bir sa­nat, hiç­bir za­man dev­rim­ci mü­ca­de­le ile bir­leş­mez ve dev­rim­ci mü­ca­de­le için­de­ki za­af­la­ra kar­şı mü­ca­de­le yü­rü­te­mez.
Kit­le­le­rin o gün için­de bu­lun­du­ğu ruh ha­li, kav­ra­yış dü­ze­yi için­de bo­ğul­ma­ma­lı­yız; kit­le­le­rin bi­lin­ci­ni de­rin­leş­ti­ri­ci, he­ye­can­la­rı­nı ge­liş­ti­ri­ci ürün­ler ver­me­li ve on­la­rı mü­ca­de­le­nin se­yir­ci­le­ri de­ğil, mü­ca­de­le­nin ta­şı­yı­cı­la­rı du­ru­mu­na ge­tir­me­ye kat­kı­da bu­lun­ma­lı­yız. Ge­ri­ci çev­re­le­rin ge­liş­tir­di­ği an­ti-pro­pa­gan­da kar­şı­sın­da, kit­le­le­ri uya­nık tut­ma­lı ve bur­ju­va sa­na­tı­nın yoz­luk­la­rı­na kar­şı al­ter­na­tif­ler ge­liş­tir­me­li­yiz. Sa­nat, kit­le­le­ri eğ­it­me­li­dir, dev­ri­me ha­zır­la­ma­lı­dır.
Grup du­var­la­rı­nın ha­la ayak­ta dur­du­ğu bu or­tam­da, dev­rim is­te­yen bir­çok in­sa­nın, ide­olo­jik ve si­ya­si ola­rak pay­la­şıl­dı­ğı gi­bi sa­nat­çı­la­rın ço­ğu da çe­şit­li grup­lar­ca pay­la­şıl­mış­tır. Dev­rim­ci ol­du­ğu­nu söy­le­yen sa­nat­çı­lar, esas ola­rak gru­bun de­ğil, dev­ri­min sa­nat­çı­la­rı ol­ma­lı­dır­lar. Dev­rim­ci mü­ca­de­le­yi te­kel­le­rin­de gö­ren ör­güt­le­rin du­ru­mu or­ta­da­dır. Bö­lün­müş­lü­ğü bir­li­ğe çe­vir­me­de sa­nat­çı­la­ra bü­yük gö­rev­ler düş­tü­ğü­ne ina­nı­yo­rum. An­cak, sa­nat­çı­lar, han­gi an­lam­da bir­lik so­ru­su­na bi­lim­sel ce­vap bul­ma­lı­dır­lar.
Dev­ri­min önün­de­ki sos­yal güç­ler, ken­di sı­nıf çı­kar­la­rı­na uy­gun sa­nat ha­re­ket­le­ri de ya­ra­tır­lar. Si­ya­si ve as­ke­ri mü­ca­de­le­le­ri­ni, sa­nat­sal ça­lış­ma­lar­la güç­len­dir­mek is­ter­ler. Biz pro­le­tar­ya­nın sa­na­tı­na, hal­kın de­mok­ra­tik dev­rim­ci sa­na­tı­na sa­hip çı­kar ve onu ge­liş­tir­me­ye ça­lı­şır­ken, ge­ri­ci sı­nıf­la­rın sa­na­tı­na kar­şı na­sıl bir mü­ca­de­le yön­te­mi iz­le­ye­ce­ği­mi­zi de bil­me­li­yiz. Hal­kın sa­nat ala­nın­da­ki sa­vaş­çı­sı ol­mak is­ti­yor­sak, bur­ju­va­ziy­le, re­viz­yo­nizm­le, opor­tü­nizm­le ara­mı­za ber­rak sı­nır­lar çiz­me­ye ça­lış­ma­lı ve dev­ri­min zor yo­lu­nun ge­rek­tir­di­ği sab­rı, fe­da­kar­lı­ğı ve ka­rar­lı­lı­ğı gös­ter­me­li­yiz.
Dev­ri­me ve dev­ri­min sa­nat­çı­la­rı­na ina­nı­yo­rum.
Tür­ki­ye’nin bu­gün­kü du­ru­mun­da an­ti-fa­şist sa­va­şı­mı na­sıl gö­rü­yor­su­nuz? Bu sa­va­şı­mın ba­şa­rı­sı siz­ce ne­le­re ba­ğlı­dır?
...Fa­şizm kar­şı­sın­da bir bü­tün ola­rak uğ­ra­dı­ğı­mız ye­nil­gi bir so­nuç­tur. Biz­le­ri bu so­nu­ca mah­kum eden ob­jek­tif ve sub­jek­tif ko­şul­la­rı, ne­den­le­ri, de­rin­den in­ce­le­me­li ve ha­ta­la­rı­mız kar­şı­sın­da açık yü­rek­li ve ce­sur ol­ma­lı­yız. Ce­za­ev­le­ri, hal­kı­mı­zın de­ğer­li ev­lat­la­rıy­la dol­du­rul­du. Bin­ler­ce­si öl­dü­rül­dü. Ki­şi­sel gö­rü­şüm odur ki, biz­ler, dün­ya dev­rim­ci pra­ti­ğin­den ge­rek­li ders­le­ri çı­kar­ta­ma­dı­ğı­mız gi­bi, ya­kın geç­mi­şi­miz­den de, ör­ne­ğin 12 Mart­tan da ge­rek­li ders­le­ri çı­kar­ta­ma­dık ve son on yı­lı iyi de­ğer­len­di­re­me­dik. 12 Ey­lül ye­nil­gi­si, bi­lim­sel sos­ya­liz­min ye­nil­gi­si de­ğil­dir. 12 Ey­lül as­ke­ri fa­şist dar­be­si, halk kit­le­le­rin­den ko­puk, hal­kın gü­ve­ni­ni ka­za­na­ma­mış, tu­tar­lı ör­güt­len­me­ler­den yok­sun re­viz­yo­nist, opor­tü­nist ha­re­ket­le­ri ol­du­ğu gi­bi, dev­rim­ci-de­mok­ra­tik ha­re­ket­le­ri de ağır dar­be­ler­le ya­ra­la­dı. Mü­ca­de­le so­na er­me­miş ol­mak­la bir­lik­te esas ola­rak ye­nil­dik ve ağır ka­yıp­lar ver­dik. Ön­ce­lik­le, ye­nil­gi­mi­zin ne­den­le­ri­ni ve kök­le­ri­ni açık yü­rek­li­lik­le, her grup ken­di için­de ve dı­şın­da tar­tış­ma­lı­dır. Hal­kın gü­ve­ni­ni ye­ni­den ka­zan­ma­nın ilk adı­mı, ha­ta­la­rı­mız kar­şı­sın­da gös­te­re­ce­ği­miz tu­tum ola­cak­tır. Si­ya­si ola­rak han­gi ha­ta­la­rı iş­le­dik? Stra­te­jik ve tak­tik alan­lar­da han­gi ha­ta­la­ra düş­tük? Do­ğal­dır ki, dev­rim için yo­la çı­kan her ör­güt­len­me, bu so­ru­la­ra ce­vap ara­mak için dü­şün­mek­te­dir. An­cak, ha­ta­lar, suç­lu­lar dı­şar­da de­ğil, içi­miz­de aran­ma­lı­dır. Çün­kü bu so­nuç, şu ya da bu gru­bun so­ru­nu de­ğil, he­pi­mi­zin so­ru­nu­dur ve he­pi­mi­zin de­ği­şen oran­lar­da bu so­nuç­ta pa­yı var­dır.
An­ti-fa­şist mü­ca­de­le so­nal he­def de­ğil­dir. He­def, iş­çi sı­nı­fı­nın si­ya­si ik­ti­da­rı ele ge­çir­me­si ve sos­ya­list ör­güt­len­me­si­ni ger­çek­leş­ti­re­bil­mek için dik­ta­tör­lü­ğü­nü kur­ma­sı so­ru­nu­dur. Bu­na ba­ğlı ola­rak an­ti-fa­şist mü­ca­de­le, ona ön­der­lik ede­cek güç­le­rin, si­ya­si-ide­olo­jik ve ör­güt­sel tu­tar­lı­lı­ğı­na ba­ğlı­dır. Ben­ce so­run, ön­der­li­ğin ni­te­li­ği so­ru­nu­dur. Pro­le­tar­ya­nın ön­der­lik et­me­di­ği bir an­ti-fa­şist mü­ca­de­le­nin ge­le­ce­ği ka­ran­lık­tır.
Ev­ren Cun­ta­sı’na kar­şı ger­çek­leş­ti­ri­le­bi­le­cek en ge­niş ta­ban­lı an­ti-fa­şist, an­ti-em­per­ya­list bir sa­va­şım cep­he­si han­gi il­ke­le­ri sa­vaş bay­ra­ğı ha­li­ne ge­tir­me­li­dir? Bir­leş­ti­ri­ci ol­mak için ne­le­re özen gös­te­ril­me­li­dir?
...Be­nim için, fa­şiz­me kar­şı mü­ca­de­le so­ru­nu, ay­nı za­man­da dev­rim so­ru­nu­dur. Bu ne­den­le, fa­şiz­me kar­şı mü­ca­de­le­yi, em­per­ya­liz­me, re­viz­yo­niz­me, re­for­miz­me, opor­tü­niz­me ve fe­oda­liz­me kar­şı mü­ca­de­le­den, bu­gü­ne ka­dar dev­rim mü­ca­de­le­si­ne za­rar ver­miş akım­la­ra kar­şı mü­ca­de­le­den ay­rı dü­şü­ne­mi­yo­rum. Re­for­mizm­le, re­viz­yo­nizm­le, sağ ve “sol” opor­tü­nizm­le ara­sı­na ke­sin çiz­gi­ler çek­me­miş ve sa­ğlık­lı öze­leş­ti­ri­le­ri­ni yap­ma­mış grup­la­rın oluş­tu­ra­ca­ğı an­ti-fa­şist cep­he­nin ba­şa­rı­sı­na inan­mı­yo­rum. So­run şu ya da bu gru­bu bir­leş­tir­mek de­ğil­dir; so­run, baş­ta iş­çi sı­nı­fı ol­mak üze­re emek­çi hal­kı bir­leş­tir­mek­tir. Hal­kın önü­ne çı­kar­ken, kı­lı­ğı­mı­zı de­ğil, ger­çek­ten içi­mi­zi de­ğiş­tir­mek ve ha­ta­la­rı­mı­zın bi­lin­cin­de ol­mak zo­run­da­yız. Bir­leş­ti­ri­ci ol­mak adı­na il­ke­le­ri bir kı­yı­ya bı­rak­mak, bir­leş­ti­ri­ci­lik de­ğil, bö­lü­cü­lük­tür. Kim­ler­le bir­leş­me­li so­ru­su­na bi­lim­sel an­lam­da do­ğru bir ce­vap ver­me­li­yiz. Baş­lan­gıç­ta çok dar kap­sam­lı bir cep­he, do­ğru bir si­ya­set iz­le­me­yi ba­şa­ra­bi­lir­se ge­niş­le­ye­bi­lir, kit­le­le­re ön­der­lik ede­bi­lir. Do­ğru olan, te­pe­de bir­leş­mek de­ğil, ta­ban­da bir­leş­mek­tir. Pra­tik tu­tum ve ça­lış­ma­la­rı­mız­la, ta­ba­nı, ken­di de­ney­le­riy­le gü­ve­ni­ni ka­za­na­rak bir­leş­ti­re­bil­mek­tir. Ger­çek­ten dev­rim için bir cep­he­ye ih­ti­ya­cı­mız var­sa, bu, an­ti-fa­şist, an­ti-em­per­ya­list ve an­ti-re­viz­yo­nist bir cep­he ol­ma­lı­dır.
Her­ke­sin bir­bi­ri­ni opor­tü­nizm­le, re­viz­yo­nizm­le suç­la­dı­ğı bir or­tam­da, kav­ram­la­rın ala­bil­di­ği­ne kar­ma­ka­rı­şık edil­di­ği bir or­tam­da, Le­nin’in mü­ca­de­le yön­tem­le­ri­ne ih­ti­ya­cı­mız var­dır. Oya­lan­mak is­te­mi­yor­sak, so­run­la­rı­mı­za ger­çek­çi ce­vap­lar bul­ma­lı­yız. Pra­tik ha­ya­tın tü­ket­ti­ği, ar­tık ge­çer­siz kıl­dı­ğı, en­ka­za çe­vir­di­ği bir yı­ğın gru­bu cep­he içi­ne ala­rak an­ti-fa­şist mü­ca­de­le ve­ri­le­me­ye­ce­ği gi­bi, böy­le­si bir cep­he, dev­rim­ci de­mok­ra­tik bir cep­he ol­mak­tan çok, su­çor­tak­la­rı cep­he­si ola­cak­tır. Ku­ru­la­cak cep­he, gü­ven­siz­lik de­ğil, gü­ven, umut­suz­luk de­ğil, umut ol­ma­lı­dır.
Siz, hal­ka ma­lol­muş dev­rim­ci bir sa­nat­çı ola­rak böy­le bir sa­vaş cep­he­si­nin oluş­ma­sın­da, ve­ri­le­cek sa­va­şı­mın da­ha et­kin ve ge­niş bo­yut­lu ol­ma­sın­da ne gi­bi öne­ri­ler­de bu­lu­na­bi­lir­si­niz? Kat­kı­nız ne öl­çü­de ola­bi­lir?
...Böy­le bir cep­he­nin, ulus­la­ra­ra­sı dev­rim­ci si­ya­set ko­nu­sun­da ber­rak bir gö­rü­şe sa­hip ol­ma­sı ge­re­kir. Ulus­la­ra­ra­sı du­ru­mu doğ­ru de­ğer­len­di­re­me­yen bir cep­he, ulus­la­ra­ra­sı plan­da yan­lış iliş­ki­le­re gi­re­cek­tir.
Re­viz­yo­niz­me, re­for­miz­me, sağ ve “sol” opor­tü­niz­me kar­şı ka­rar­lı bir tu­tum be­nim­se­me­yen bir cep­he kit­le­le­ri bir­leş­ti­re­mez. Bir­leş­tir­di­ği­ni san­sa bi­le, bu çü­rük bir bir­lik­tir, ge­ri­ci­li­ğin kar­şı sal­dı­rı­la­rı­na da­ya­na­maz, çö­ker.
So­run, yurt dı­şın­da bir cep­he kur­mak de­ğil, yurt için­de cep­he­yi et­kin kıl­mak­tır. Bu ne­den­le, yurt dı­şı ile yurt içi iliş­ki­le­ri­ni ele alır­ken, iç ge­liş­me­ler te­mel ol­ma­lı­dır. Kit­le­le­rin acil ih­ti­yaç­la­rı­na, ce­za­ev­le­ri­nin so­mut du­rum­la­rı­na, fa­şist de­ma­go­ji­ye, emek­çi kit­le­le­rin ör­güt­len­me­si­ne, an­ti-fa­şist mu­ha­le­fe­tin yön­len­di­ril­me­si­ne cep­he­nin sağ­lık­lı çö­züm­ler ge­tir­me­si ge­re­kir. Çün­kü, de­mok­ra­tik cep­he sı­ra­dan bir ey­lem cep­he­si de­ğil, si­ya­si ik­ti­da­rın ele ge­çi­ril­me­si için bir or­gan ol­ma­lı­dır. An­cak do­ğal­dır ki, cep­he için­de yer alan her grup ve un­sur, ken­di ba­ğım­sız ör­güt­len­me­si­ni de sür­dü­re­cek­tir. Ger­çek­ten bir sa­vaş cep­he­si kur­mak is­ti­yor­sak, bu sa­va­şı­mı, si­ya­si, ide­olo­jik, eko­no­mik, sa­nat­sal ve kül­tü­rel alan­lar­da da yü­rü­te­cek or­gan­lar oluş­tur­ma­lı ve bu alan­lar­da yü­rü­tü­le­cek mü­ca­de­le­le­ri de yön­len­dir­me­li­yiz.
Böy­le­si bir cep­he­ye be­nim kat­kım, o cep­he­nin si­ya­si ve ide­olo­jik ni­te­li­ği­ne bağ­lı­dır. Cep­hey­le par­ti­yi bir­bi­ri­ne ka­rış­tır­ma­mak ge­rek­li­dir. Çün­kü, cep­he her­şey de­mek de­ğil­dir. Fark­lı eği­lim­le­rin so­mut he­def­ler kar­şı­sın­da or­tak mü­ca­de­le için bir­leş­me­si­dir.
İl­ke­le­ri üze­rin­de an­la­şa­bi­le­ce­ğim ve doğ­ru­lu­ğu­na ina­na­ca­ğım bir cep­he, ki bu pra­tik içe­ri­sin­de bel­li ola­cak­tır, dev­ri­me kat­mam ge­re­ken, ver­mem ge­re­ken her­şe­yi­mi ala­bi­lir. Öte yan­da, yan­lış il­ke­ler te­me­lin­de ku­rul­muş bir cep­he ger­çek­ten de­mok­ra­tik bir cep­he adı­na ve içe­ri­ği­ne ka­vu­şun­ca­ya ka­dar eleş­ti­ril­me­li ve ge­re­kir­se yı­kıl­ma­lı­dır.” 

DURSUN AKÇAM
(De­mok­rat Tür­ki­ye,
15 Ey­lül-15 Ekim 1982, sa­yı 9, say­fa 24-23)