26 Aralık 2011 Pazartesi

Arkadas Siiri Kime Aittir ? İşte cevabı


Yılmaz Güney'in film müziklerinden biri olan Arkadaş, Yılmaz Güney'le özdeşleştiği için hemen hemen herkes sözlerin Yılmaz Güney'e ait olduğunu bilmektedir doğrusunu söylemek gerekirse gerçekten de Yılmaz Güney'e yakışan bir şiir (şarkı) fakat sözler ŞANAR YURDATAPAN'a aittir











ARKADAŞ / ŞANAR YURDATAPAN.


Bir kıvılcım düşer önce, buyur yavaş yavaş,
Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş
dolduramaz boşluğunu ne ana, ne kardaş
Bu en güzel, en sıcak duygudur arkadaş...
Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
Ve yürümek ömür boyu beraberce elele...
Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip ayrılsak bile seninle arkadaş...
Evet arkadaş
Kim olduğumu ne, olduğumu,
Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana.
Elimden tutup karanlıktan aydınlığa sen çıkardın
Bana yürümeyi öğrettin yeniden
Elele ve daima ileriye...
Bir gün,
Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
Biliyorum, biliyorum hiçbir zaman ayrı değil yollarımız;
Ve aynı yolda yürüdükçe
Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir,
Ayrılsak bile kopamayız

Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Bir gün gelip de ayrılsak bile seninle arkadaş.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Teller büyük evleri korurmuş, köpeklerde büyük! adamları.


Teller büyük evleri korurmuş, köpeklerde büyük! adamları.

Herşeye rağmen.. Yılmaz Güney


Herşeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.Yarın bizim çünkü.

Sorunun esası şudur.. Yılmaz Güney






Sorunun esası şudur: Ya devrim yolunu seçeceğiz… ya da, bu düzenin baskılarına, haksızlıklarına boğun eğerek, şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir.                            




Dağlarımız,ovalarımız ve ırmaklarımız bizi bekliyor



Dağlarımız,ovalarımız ve ırmaklarımız bizi bekliyor Biz bütün ömrümüzü gurbette geçirip Gurbet türküleri söylemek istemiyoruz, Biz yiğitlikleri ile destanlar yazmış bir halkız, Ve önümüzde duran bütün güçlükleri yenecek Aceme, kararlılığa ve koşullara sahibiz… Dost ve düşman herkes bilsin ki; Kazanacağız, Mutlaka KAZANACAĞIZ!



Faşizm hangi ülkede olursa olsun... Yılmaz Güney

Faşizm hangi ülkede olursa olsun,sadece o ülkenin işçisine ve halkına değil,tüm dünya işçilerine ve halkına karşıdır.

Arkadaşlar! Dışarı da bir şeyler oluyor. Yılmaz Güney

Arkadaşlar! Dışarı da bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?

On yıl sustum

On yıl sustum artık bagırmak istiyorum!

Bir köle olarak yaşamaktansa... Yılmaz Güney

Bir köle olarak yaşamaktansa özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir.

Bir Köpeğin Dostluğu..

Bir Köpeğin Dostluğu , Bir Dostun Köpekliğinden İyidir.

Yaşamak ne güzeldir be sevgili... Yılmaz güney

Yaşamak ne güzeldir be sevgili…Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek. Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın…

Ülkemden ayrılışım, Yılmaz Güney

Ülkemden ayrılışım, özgür olmak, yaşamak istediğimden ötürü değil,özgürlük ve demokrasi kavgasına daha etkin ve aktif bir biçimde katilabilmek içindir.

Hasretin,yüreğimin sadık bir bekçisidir Sevgili…

Hasretin,yüreğimin sadık bir bekçisidir Sevgili…

Bir zalime sırt vererek başka bir zalimle savaşılmaz. Yılmaz Güney

Bir zalime sırt vererek başka bir zalimle savaşılmaz.

Hadi takas edelim birşeylerimizi … Yılmaz Güney

Hadi takas edelim birşeylerimizi … Mesela gülüşünden ver ömrümden al. Yılmaz Güney

Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir.Hayatı sınırlayan hapishane odur ki,ilk fırsatta yıkılmalıdır. Dünyayı daha iyi kavrayabilmek için.

Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir.Hayatı sınırlayan hapishane odur ki,ilk fırsatta yıkılmalıdır. Dünyayı daha iyi kavrayabilmek için. Yılmaz Güney

Geride kαlαn tek şey yüreğim.. Sαhip bile çıkαmıyorum artık ona! Bαksαnα almış bαşını gitmiş sana…

Geride kαlαn tek şey yüreğim.. Sαhip bile çıkαmıyorum artık ona! Bαksαnα almış bαşını gitmiş sana…

Biz önceden küçük şeylerle mutlu olan insanlardık. Sonra aklımıza sevda diye bir şey soktular, toparlanamadık.

Biz önceden küçük şeylerle mutlu olan insanlardık. Sonra aklımıza sevda diye bir şey soktular, toparlanamadık.

Dostluğu ve sevgiyi, yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye…

Dostluğu ve sevgiyi, yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye… Yılmaz Güney

Insanlari tas duvarlar, demir parmakliklar arasinda terbiye etmeyi, onlarin dusuncelerini onlemeyi dusunen anlayis yikilacaktir.

Insanlari tas duvarlar, demir parmakliklar arasinda terbiye etmeyi, onlarin dusuncelerini onlemeyi dusunen anlayis yikilacaktir. Yılmaz Güney

Bizde Bilirdik Sevgiliye Karanfil Almasını, Lakin Aç İdik Yedik Karanfil Parasını.

Bizde Bilirdik Sevgiliye Karanfil Almasını, Lakin Aç İdik Yedik Karanfil Parasını. Yılmaz Güney

Baylar, korkunuzu, telaşınızı anlıyoruz. Yılmaz Güney


“Baylar, korkunuzu, telaşınızı anlıyoruz. Bugün otlandığınız toprakları, fabrikaları madenleri korumak için her türlü vahşete hazırsınız. Ama bilmelisiniz ki, korkunun ecele faydası yoktur ve hiçbir vahşet bizi haklı davamızdan caydıramayacaktır. Sizi, kendi yarattığınız sosyal-siyasal çelişmeler içinde, döktüğünüz ve dökeceğiniz kanlar içinde boğacağız. Bizim ülkemize dönme hem de zaferle dönme umudumuz ve güvenimiz vardır. Ama sizler bir gün kaçacak ve bir daha dönemeyeceksiniz. Beyaz Ruslar’a bakın , Kral Faruk’a, Şah’a, Somoza’ya bakın ve halkın geleceğini görün.”
Yılmaz Güney

dışarda bir şeyler oluyor farkında mısınız? Yılmaz Güney


arkadaşlar! 
dışarda bir şeyler oluyor farkında mısınız? 
uykuda olanları sarsın, uyandırın. herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. 
karanlıkta ne yapacaksınız?
Yılmaz Güney…

Herşeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.Yarın bizim çünkü… Biz öleceğiz ama çocuklarımız bırakacağımız mirasi taşıyacaklar yüreklerinde… Ve onların yürekleri bizim altında ezildiğimiz korkuları taşımayacak Yılmaz Güney


Herşeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.Yarın bizim çünkü… Biz öleceğiz ama çocuklarımız bırakacağımız mirasi taşıyacaklar yüreklerinde… Ve onların yürekleri bizim altında ezildiğimiz korkuları taşımayacak……..
Yılmaz Güney

19 Aralık 2011 Pazartesi

Yılmaz Güney Film Festivali ödül töreni yapıldı



Batman'da düzenlenen 2. Yılmaz Güney Kürt Film Festivali sona ererken, en iyi belgesel film ödülünü "Halabja-Halepçe", Kürtçe kısa film kategorisinde en iyi film ödülünü ise, "Pera Berhange" filmi aldı.
BATMAN - Batman Belediyesi tarafından 2. Yılmaz Güney Kürt Film Festivali, Batman Belediyesi'ne yapılan baskınların gölgesinde düzenlenen ödül töreni ile son buldu.

Ödül törenine Belediye Başkan Vekili Serhat Temel, belediye başkan yardımcıları, BDP Batman İl Başkan Vekili Selim Aratemur, yönetmen Kazım Öz, sinema sanatçıları yanı sıra çok sayıda kişi katıldı. Belgesel film, Kürtçe kısa film, Kürtçe kısa film öykü kategorilerinde yarışan filmler arasında seçilen en iyiler, Batman Belediyesi Yılmaz Güney Sinema Salonu'nda düzenlenen törenle ödüllerini aldı. En iyi belgesel film ödülünü "Halabja-Halepçe" filmi ile Arkam Hidou, Kürtçe kısa film kategorisinde en iyi film ödülünü "Pera Berhange" filmi ile Arin İnan Arslan, en iyi Kürtçe kısa film öykü kategorisinde "Kapsul" adlı öyküsü ile Yakup Tekintagaç aldı. Bu yıl belgesel film kategorisinde izleyici ödülü "Evdalê Zeynikê" filmi ile Bülent Gündüz'e verilirken, Kürtçe kısa film kategorisinde izleyici ödülünü ise "Ali Ata Bak" filmi ile Orhan İnce aldı.

Ödül töreninin açılış konuşmasını yapan Belediye Başkanvekili Serhat Temel, baskı ve tutuklamalara da dikkat çekerek, "İki gün önce Batman Belediyesi'ne yapılan baskın ve akabinde 9 mesai arkadaşımın gözaltına alınması, yine hukuksuz bir şekilde Batman Belediyesinin imar arşivlerine el konulması var. Bizim açımızdan karşılaştığımız yeni durumlar değildir" dedi. Yapılan konuşmalardan sonra ödüllerini almak üzere kürsüye çıkan sanatçılar artık savaşın değil, barışın filmini çekmek istediklerini dile getirdi. "Halabja-Halepçe" filmi ile en iyi belgesel film ödülünü alan Arkam Hidou'nun ödülünü Kazan Vadisi'nde yaşamanı yitiren 36 HPG'liye adadığını belirten konuşması dakikalarca alkışlandı.

'Siyasete ve sinemaya barajlar kurdurtmayacağız'

Ödül töreninin ardından törene katılan sanatçılar, Batman Belediyesi'ne yapılan baskın ile festivale yönelik yasaklamaları protesto etmek amacıyla Yılmaz Güney Sinema Salonu'nun önünde Batman Belediyesi'ne meşaleli yürüyüş düzenlendi. "Sinemaya, siyasete, suya baraj istemiyoruz" pankartı eşliğinde yürüyen sanatçılar adına açıklamayı Yönetmen ve Yazar Bülent Gündüz yaptı. Gündüz, "Demokratik Kürt siyasetine dönük meşru olmayan operasyonlar hala devam etmektedir. Bizler sulara da, siyasete de, sinemaya da barajlar kurulmasına karşıyız. Bu barajları kurdurtmayacağız. Bu barajlara su tutturmayacağız" dedi. DİHA

16 Aralık 2011 Cuma

SA­NAT VE DÜ­ŞÜN­CE­NİN YA­SAK KAR­ŞI­SIN­DAKİ TU­TU­MU NE OL­MA­LI­DIR? / Yılmaz Güney



Ön­ce dü­şün­ce­yi ele ala­lım.
İn­sa­nın do­ğal ve top­lum­sal pra­ti­ği bey­ne yan­sır. Da­ha ön­ce yan­sı­mış ve pra­tik sü­reç içe­ri­sin­de al­gı­la­ma aşa­ma­sın­dan ge­çe­rek kav­ram­sal bil­gi ha­li­ne gel­miş bi­ri­kim­ler­le ya da hâ­lâ al­gı­sal bil­gi ha­lin­de bek­le­yen, bi­çim­len­me­si­ni he­nüz ta­mam­la­ma­mış bi­ri­kim­ler­le ça­tı­şa­rak ya da bir­le­şe­rek ye­ni bir sen­te­ze ula­şır. Bu sen­tez, şey­le­rin iç ve dış iliş­ki­le­ri­nin, şey­ler­le şey­ler ara­sın­da­ki bağ­la­rın şey­le­rin ken­di iç­le­rin­de ve dış­la­rın­da var olan zıt­lık­la­rın ve ben­zer­lik­le­rin de­ği­şen oran­lar­da kav­ran­ma­sı için ya­pı­lan zi­hin­sel yar­gı­la­ma ve çı­kar­sa­ma iş­lem­le­ri­nin so­nuç­la­rı­nı içe­rir. Akıl-mad­de, te­ori-pra­tik di­ya­lek­ti­ği­nin ürü­nü olan bu zi­hin­sel iş­le­me, dü­şün­me; bey­nin bir iş­le­vi olan dü­şün­me­nin ürü­nü bi­le­şim­le­re de dü­şün­ce di­yo­ruz. Dü­şün­ce­nin ka­rak­te­ri­ni be­lir­le­yen, ta­şı­yı­cı­sı­nın, ya­ni in­sa­nın top­lum­sal var­lı­ğı, ya­ni üre­tim faali­ye­ti için­de­ki ye­ri, men­sup ol­du­ğu sı­nıf iliş­ki­le­ri­dir. Sı­nıf mü­ca­de­le­si, si­ya­si ha­yat, bi­lim­sel, kül­tü­rel sa­nat­sal uğ­raş­lar, in­sa­nın top­lum­sal pra­ti­ği­nin un­sur­la­rı ol­mak­la bir­lik­te, üre­tim fa­ali­ye­ti, bü­tün di­ğer fa­ali­yet­le­ri­nin te­me­li ve be­lir­le­yi­ci­si­dir.

Dü­şün­ce­nin te­me­li, do­ğa­sal ve top­lum­sal iliş­ki­le­re ve esas ola­rak da mad­di üre­tim­de­ki fa­ali­ye­ti­ne da­ya­nır. Yan­sı­ma ol­gu­su, nes­nel ger­çek­li­ği ne de­re­ce tam ve bü­tün bo­yut­la­rıy­la ifa­de edi­yor­sa, yan­sı­yan şey­le­rin iç ve dış bağ­la­rı, ara­la­rın­da­ki iliş­ki­ler ne den­li kav­ra­nı­yor­sa, dü­şün­ce o den­li ger­çe­ğe ya­kın olur. Yan­sı­ma ne den­li ek­sik ve ye­ter­siz­se, dü­şün­ce de o den­li ye­ter­siz olur. Yan­sı­yan şey­ler ara­sın­da­ki bağ­lar ve iliş­ki­ler ne den­li kav­ra­na­mı­yor­sa, dü­şün­ce o den­li sağ­lık­sız­dır; yü­zey­sel ka­lır. Han­gi ko­nu­da olur­sa ol­sun, in­san dü­şün­ce­si baş­lan­gıç­ta sığ­dır, yü­zey­sel­dir. Şey­ler ara­sın­da­ki bağ­lar kav­ran­dık­ça, dü­şün­ce­ler adım adım de­rin­le­şir, çokyan­lı­lı­ğa ula­şır.

İn­san­la­rı dü­şün­me­ye iten, do­ğal­sal ve top­lum­sal ih­ti­yaç­lar­dır. İn­san­lar can­la­rı is­te­dik­le­ri için şöy­le ya da böy­le dü­şü­ne­mez­ler. On­la­rı, bir­bir­le­rin­den fark­lı dü­şün­me­ye iten mad­di zo­run­lu­luk­lar var­dır. Bu ne­den­ler, in­san ira­de­sin­den ba­ğım­sız, va­ro­lan nes­nel ko­şul­la­rın ürü­nü­dür­ler. Bu ko­şul­lar­dan kay­nak­la­nan zo­run­lu­luk­lar da dü­şün­me­nin, dü­şün­ce­nin, tu­tum ve dav­ra­nış­la­rı­mı­zın mad­di te­me­li­dir.

Bi­lim ve si­ya­set, kit­le­le­re ulaş­mak için çe­şit­li araç­lar­dan ve or­gan­lar­dan na­sıl ya­rar­la­nı­yor­sa, sa­nat da çe­şit­li bi­çim­de­ki dü­şün­ce­le­ri, ken­di öz­gül ya­pı­sı, ku­ral­la­rı ve araç­la­rı ara­cı­lı­ğıy­la kit­le­le­re ulaş­tı­rır. Sa­nat, alı­cı­sı­nı ve ve­ri­ci­si­ni bi­çim­le­yen nes­nel ko­şul­la­rın biz­zat ken­di­si­dir. Bu yak­la­şım, ira­dey­le ko­şul­lar ve bi­linç­le ko­şul­lar ara­sın­da­ki kar­şı­lık­lı et­ki­le­şi­mi gö­zar­dı et­mez. İra­de ile onun mad­di te­me­li ara­sın­da sü­rek­li bir alış­ve­riş, de­ğiş­me, de­ğiş­tir­me iş­le­mi var­dır.

Top­lum­sal dü­şün­ce ve sa­nat, kül­tü­rel sü­reç içe­ri­sin­de yer­le­ri­ni alır­lar. Kül­tür, in­sa­nın ya­şa­mı­nı sür­dür­mek için yü­rüt­tü­ğü üre­tim mü­ca­de­le­si sü­re­cin­de, ta­rih bo­yu ka­zan­dı­ğı ve ge­liş­tir­di­ği, ya­şa­mın her ala­nı­nı ve her bo­yu­tu­nu il­gi­len­di­ren bil­gi ve tec­rü­be­le­rin tü­mü­dür. Eko­no­mik, top­lum­sal, si­ya­sal, tıb­bi, fel­se­fi, sa­nat­sal vb. alan­la­rı da kap­sa­mı­na al­dı­ğı gi­bi, ge­le­nek, gö­re­nek, alış­kan­lık vb. şey­le­ri de içe­rir. Kü­çük bü­yük bü­tün in­san top­lu­luk­la­rı­na bu top­ye­kün bil­gi­ler yu­ma­ğı yön ve­rir; in­san iliş­ki­le­ri­ni dü­zen­ler, ku­ral­lar ge­ti­rir, yar­gı­lar, bes­ler, bü­yü­tür ve sü­reç içeri­sin­de ge­liş­me­si­ni sür­dü­rür. Her ulus, ken­di ulu­sal kül­tü­rü­ne da­yan­dı­ğı gi­bi, ulus­la­ra­ra­sı kül­tür ola­nak­la­rın­dan da ulus­la­ra­ra­sı iliş­ki­ler ora­nın­da ya­rar­la­nır­. Kül­tür alış­ve­ri­şi, ulus­la­ra­ra­sı plan­da, eko­no­mik ve si­ya­si iliş­ki­le­re ba­ğım­lı ola­rak ele alın­ma­lı­dır.

Ulu­sal kül­tür, ulus­la­ra­ra­sı kül­tü­rün, ev­ren­sel kül­tü­rün te­me­li­dir. Ulu­sal kül­tür ol­ma­dan ev­ren­sel kül­tür ol­maz, ola­maz. Ulu­sal ve ev­ren­sel kül­tü­rün, sı­nıf­sal ni­te­lik­le­rin­den ge­len iki­li ta­bi­at­la­rın­dan —ile­ri­ci ve ge­ri­ci yan­la­rın­dan— bu ya­zı­mız­da, ko­nu­yu da­ğıt­ma­mak için söz et­me­ye­ce­ğiz.

Dü­şün­ce ve sa­nat, üre­tim sü­re­cin­de sı­kı sı­kı­ya bağ­lı­dır ve üre­tim mü­ca­de­le­si­nin, top­lum­sal ve si­ya­sal mü­ca­de­le­nin hem et­ki­le­yi­ci­si, hem de on­lar­dan et­ki­le­nen­dir. Üre­tim güç­le­ri ile üre­tim iliş­ki­le­ri ara­sın­da­ki çe­liş­me, top­lum­sal dü­şün­ce­nin ve sa­na­tın ge­liş­me­si­nin te­me­li­dir. Bu çe­liş­me, ha­ya­tın her ala­nı­nı et­ki­ler. Dü­şün­ce ve sa­nat alan­la­rın­da va­ro­lan, dü­şün­ce ve sa­na­tı ge­liş­ti­ren te­mel çe­liş­me­ler, kay­na­ğı­nı üre­tim güç­le­riy­le üre­tim iliş­ki­le­ri ara­sınd­aki sı­nıf­sal çe­liş­me­ler­den alır­lar. Üre­tim güç­le­riy­le üre­tim iliş­ki­le­ri ara­sın­da­ki çe­liş­me yo­k e­di­le­bi­lir mi? Ha­yır!.. Öy­ley­se, üre­tim güç­le­riy­le bir­lik­te zo­run­lu ola­rak ge­li­şen ve ay­nı za­man­da üre­tim güç­le­ri­nin ge­liş­me­si­ni et­ki­le­yen dü­şün­ce ve sa­nat da ön­le­ne­mez; ge­liş­me­si bel­li bir sü­re ön­le­ne­bi­lir bel­ki, fa­kat dur­du­ru­la­maz. Bas­kı al­tın­da­ki bi­ri­kim­ler gü­nün bi­rin­de ışı­ğa ka­vu­şur. Çün­kü dü­şün­ce ve sa­nat ala­nın­da­ki baş­lı­ca çe­liş­me­ler, kay­na­ğı­nı, do­ğay­la top­lum ara­sın­da­ki çe­liş­me­ler­den, top­lum­sal çe­liş­me­ler­den alır­lar. Do­ğa ile top­lum ara­sın­da­ki çe­liş­me­ler, ka­çı­nıl­maz ola­rak üre­tim güç­le­ri­ni, özel­lik­le de in­sa­nı te­orik ve pra­tik alan­lar­da ge­liş­ti­rir. Ve gi­de­rek, ge­li­şen üre­tim güç­le­riy­le çe­li­şen top­lum bi­çi­mi­nin par­ça­lan­ma­sı­nı mut­lak­laş­tı­ran bi­ri­kim­le­ri oluş­tu­rur.

Her top­lum bi­çi­mi, ken­di­ne öz­gü bir kül­tür ya­pı­sı­na sa­hip­tir. Her top­lum bi­çi­mi, ken­di­si­ni de­ğiş­ti­re­cek ve yok ede­cek güç­le­ri­ni ya­ra­tır. An­cak, üre­tim güç­le­riy­le üre­tim iliş­ki­le­ri­nin sü­rek­li uyu­mu­nu sağ­la­ya­bi­le­cek top­lum bi­çi­mi, ken­di için­de ge­rek­li de­ği­şim­le­ri uy­gu­la­ya­rak var­lı­ğı­nı sür­dü­re­bi­lir. Bu sı­nıf­sız top­lum­dur.

Ta­rih, bu­gü­ne dek beş top­lum bi­çi­mi ta­nı­mış­tır. Bu top­lum bi­çim­le­ri şun­lar­dır:
İl­kel ko­mü­nal top­lum.
Kö­le­ci top­lum.
Fe­odal top­lum.
Ka­pi­ta­list top­lum.
Sos­ya­list top­lum.

Her top­lum bi­çi­mi­ne öz­gü üre­tim güç­le­riy­le üre­tim iliş­ki­le­ri ara­sın­da­ki çe­liş­me­ler, bel­li bir sü­re uz­la­şır ni­te­lik­te­dir. Bu­na, üre­tim güç­le­riy­le üre­tim iliş­ki­le­ri ara­sın­da­ki uyum di­yo­ruz. Her top­lum bi­çi­mi­nin bel­li bir aşa­ma­sın­da, ge­li­şen üre­tim güç­le­riy­le, bu ge­liş­me­ye ar­tık uyum gös­te­re­mez ha­le ge­len üre­tim iliş­ki­le­ri ara­sın­da­ki çe­liş­me gi­de­rek uz­laş­maz ni­te­li­ğe dö­nü­şür. Dü­şün­ce­nin ve sa­na­tın ge­li­şi­mi, eko­no­mik ve top­lum­sal ge­liş­me­nin önün­de­ki en­gel­le­rin aşıl­ma­sı sü­re­cin­de, sı­nıf­lar ara­sı mü­ca­de­le açı­sın­dan de­ğer­len­di­ril­me­li­dir. Ge­li­şen güç­le­rin dü­şün­ce­si ve sa­na­tı, sı­nıf mü­ca­de­le­si­nin bi­rer un­sur­la­rı ola­rak ken­di iç­le­rin­de bir­bir­le­riy­le ve ken­di dış­la­rın­da sı­nıf düş­ma­nı güç­le­rin dü­şün­ce ve sa­na­tıy­la sa­va­şır. 
İl­kel ko­mü­nal üre­tim iliş­ki­le­ri, sı­nıf­laş­ma­yı do­ğu­ran üre­tim güç­le­ri­nin ge­li­şi­mi so­nu­cu par­ça­la­nır. Ye­ni üre­tim güç­le­ri­ne uy­gun dü­şen bir üre­tim bi­çi­mi olu­şur. Bu, ta­ri­hin ta­nı­dı­ğı ilk sı­nıf­lı top­lum olan kö­le­ci top­lum­dur. Kö­le­ci top­lum, il­kel ko­mü­nal top­lu­ma gö­re, da­ha ile­ri ve ge­rek­li bir top­lum bi­çi­mi­dir. Kö­le­ci top­lum­da, kö­le sa­hip­le­ri ve kö­le­ler sı­nı­fı, top­lum­sal ya­şa­mın te­me­li­dir. Kö­le sa­hip­le­ri, ken­di sı­nıf çı­kar­la­rı­nı ko­ru­mak, eko­no­mik ve top­lum­sal iliş­ki­le­ri­ni dü­zen­le­mek için bir gü­ce, bir ik­ti­dar gü­cü­ne ge­rek­sin­me du­yar­lar. Bu güç, sı­nıf­laş­ma ha­re­ke­tiy­le bir­lik­te, adım adım, en il­kel bi­çi­miy­le de ol­sa ken­di­ni do­ğur­muş olan dev­let­tir. Dev­le­tin gö­re­vi, ege­men­le­rin sı­nıf çı­kar­la­rı­nı ko­ru­mak için ya­sa­lar çı­kart­mak, ku­ral­lar koy­mak, ya­sak­lar ge­tir­mek ve uyum gös­ter­me­yen­le­ri, de­ği­şen oran­lar­da şu ya da bu bi­çim­de ce­za­lan­dır­mak­tır. Dev­let, sı­nıf bas­kı­sı­nın ifa­de­si olan şid­de­ti ve şid­de­tin or­gan­la­rı­nı ge­rek­li hal­ler­de iş­le­ten bir sı­nıf ay­gı­tı­dır. Sü­rek­li or­du ve bü­rok­ra­si, dev­le­tin iki ana un­su­ru­dur. Bu iki un­sur, özün­de şid­de­tin uy­gu­la­yı­cı­la­rı­dır­lar. Şid­de­tin ni­te­li­ği­ni, ege­men sı­nıf­la­rı teh­dit eden ey­lem ve dav­ra­nış­la­rın ni­te­li­ği, ege­men sı­nıf­la­rın güç­lü­lü­ğü­nün ve güç­süz­lü­ğü­nün ora­nı, ege­men sı­nıf­la­ra kar­şı ko­yan sı­nıf­la­rın güç­lü­lü­ğü­nün ve güç­süz­lü­ğü­nün oran­la­rı be­lir­ler. En açık bi­çi­miy­le, ege­men sı­nıf­la­rın şid­de­ti, ge­le­cek­le­ri ko­nu­sun­da­ki gü­ven­siz­lik­le­rin, kor­ku­la­rın ve güç­süz­lük­le­ri­nin ifa­de­si­dir. Bu, her top­lum bi­çi­min­de, de­ği­şen gö­rü­nüm ve bi­çim­ler­de, öz iti­ba­riy­le böy­le­dir. Şid­det uy­gu­la­ya­bil­mek, bir açı­dan da, güç­lü­lü­ğün ifa­de­si­dir. Bu güç­lü­lük ge­çi­ci­dir.

Ta­ri­hi sü­reç için­de bi­çim­len­me­si­ni ta­mam­la­yan sınf­laş­ma ha­re­ke­tiy­le bir­lik­te, dü­şün­ce, sa­nat ve kül­tür de sı­nıf özel­lik­le­ri­ni en ayır­de­di­ci bi­çim­le­riy­le ka­za­nır­lar. Sı­nıf­laş­ma ber­rak­laş­tık­ça sı­nıf dü­şün­ce­le­ri de ber­rak­la­şır. Çı­kar­la­rı çe­li­şen sı­nıf­la­rın dü­şün­ce­le­ri de bir­bir­le­riy­le çe­li­şir. Çe­liş­me­le­rin de­rin­leş­me­si, ege­men­le­rin şid­de­ti­ni ar­tı­rır. Sı­nıf­sal ya­sak­lar sı­nıf­lar­la bir­lik­te adım adım or­ta­ya çı­kar. Ya­sak ol­gu­su, ege­men sı­nıf­la­rın ezi­len sı­nıf­la­ra kar­şı ken­di­le­ri­ni ko­ru­mak için ge­tir­dik­le­ri, ya­sa­lar­la bes­le­nen, ko­ru­yu­cu ve ge­li­şe­ni ön­le­yi­ci, de­ği­şik ni­te­lik­te­ki şid­de­ti içe­ren ön­lem­ler bü­tü­nü­dür.

Kö­le­ci top­lum­da kö­le sa­hip­le­ri­nin dev­le­ti, kö­le­le­rin dü­şün­ce­si­ni ve sa­na­tı­nı; fe­odal top­lum­da fe­odal bey­le­rin dev­le­ti, serf­le­rin, iş­çi­le­rin; ve ge­li­şen bur­ju­va­zi­nin dev­le­ti, iş­çi­le­rin, köy­lü­le­rin ve ge­niş emek­çi kit­le­le­rin dü­şün­ce­le­ri ve sa­na­tı üze­rin­de bas­kı ku­rar. Em­per­ya­list bur­ju­va­zi­nin dev­le­ti, hem ken­di hal­kı, hem de bü­tün dün­ya­nın ezi­len halk­la­rı ve mil­let­le­ri üze­rin­de, ken­di­sin­den da­ha güç­süz ka­pi­ta­list ül­ke­ler üze­rin­de bas­kı kur­mak is­ter ve bu doğ­rul­tu­da iliş­ki­le­ri­ni dü­zen­ler. Bi­zim­ki gi­bi ya­rı sö­mür­ge bir ül­ke­de, bur­ju­va­zi­nin ve top­rak ağa­la­rı­nın dev­le­ti em­per­ya­liz­me ba­ğım­lı­dır. Bas­kı­sı, ken­di çı­kar­la­rıy­la bir­lik­te, em­per­ya­liz­min çı­kar­la­rı­nı da ko­ru­ma­yı amaç­lar. Çün­kü ken­di var­lı­ğı ile em­per­ya­liz­min var­lı­ğı ara­sın­da bin­ler­ce bağ var­dır.

Sos­ya­list top­lum­da da, iş­çi­le­rin köy­lü­le­rin de­mok­ra­tik dik­ta­tör­lü­ğü, bur­ju­va­zi­nin dü­şün­ce­si­ni ve sa­na­tı­nı bas­kı­ al­tın­da tu­tar. Sö­mü­rü dü­ze­ni­ni ye­ni­den hort­lat­mak is­te­yen her tür­lü gi­ri­şi­mi ezer.

Bu ara­da be­lir­til­me­si ge­re­ken bir nok­ta da, ken­di­ni sos­ya­list gös­te­ren, özün­de re­viz­yo­niz­min ik­ti­dar­da ol­du­ğu ül­ke­ler­deki dev­le­tin du­ru­mu­dur. Ora­lar­da da, re­viz­yo­nist bur­ju­va­zi­nin dik­ta­tör­lü­ğü, ge­niş emek­çi yı­ğın­lar üze­rin­de, her alan­da bas­kı­sı­nı uy­gu­lar.
An­la­şı­la­ca­ğı gi­bi, ya­sak ve şid­det bir­bi­ri­ni ta­mam­la­yan iki un­sur­dur. Bi­zim ko­nu edin­di­ği­miz ya­sak, sır­tı­nı bur­ju­va­zi­nin ve top­rak ağa­la­rı­nın “ya­sal” şid­de­ti­ne da­ya­yan ge­ri­ci ya­sak­tır. Şid­de­te da­yan­ma­yan ya­sak ge­çer­li bir ya­sak de­ğil­dir. İs­ter bur­ju­va, is­ter­se pro­le­ter ka­rak­ter­de ol­sun bu böy­le­dir. Top­lum­sal, dü­şün­sel, sa­nat­sal, si­ya­sal vb. her ey­lem, ege­men­le­re ge­tir­di­ği ve ge­ti­re­bi­le­ce­ği za­rar­lar öl­çü­sün­de şid­de­ti içe­ren bir ya­sak­la kar­şı­la­şır. Ya­sa­ğa uyul­ma­ma­sı ha­lin­de, ey­le­min ni­te­li­ği­ne gö­re, şid­det şu ya da bu bi­çim­le­riy­le ken­di­ni gös­te­rir. Ya­sa­ğı ve şid­de­ti bir­lik­te ele al­mak ge­rek­ti­ği için, ya­sak­la­ra kar­şı di­re­nir­ken ve ya­sak­la­rı aş­ma­ya, ge­çer­siz kıl­ma­ya yö­ne­lir­ken, ya­sak­la­ra te­ka­bül eden şid­de­ti de gö­ze al­mak ge­re­kir. Ya­sa­ğın ar­dın­da­ki şid­det gö­ze alın­ma­dan, şid­de­tin tah­ri­ba­tı­na kar­şı ha­zır­lık­lı olun­ma­dan ya­sak­lar aşı­la­maz. Şid­de­ti gö­ze alan, ge­rek­li di­sip­lin, bi­linç ve ör­güt­len­me ha­zır­lık­la­rı­nı da yap­mak zo­run­da­dır. Şid­de­ti gö­ze alan, ya­sa­ğı şu ya da bu oran­da ge­çer­siz kı­lar. Ya da şid­de­ti gö­ze ala­ma­yan ya­sak kar­şı­sın­da bo­yun eğer, tes­lim olur. Bu­gün bel­li de­mok­ra­tik ve si­ya­si hak­lar ka­za­nıl­mış­sa, bu, bin­ler­ce de­mok­ra­si sa­vaş­çı­sı­nın çe­şit­li bas­kı­la­rı gö­ğüs­le­me­si, iş­ken­ce­le­ri yi­ğit­çe aş­ma­sı­nın so­nu­cu­dur. Ka­za­nıl­mış her mev­zi­de kan ve acı var­dır. Ve bir bü­tün ola­rak ge­li­şen sı­nıf güç­le­ri, baş­ta pro­le­tar­ya ol­mak üze­re, bu­gün­kü de­mok­ra­tik ve si­ya­si hak­la­rın ya­ra­tı­cı­la­rı­dır.

Ya­sa­ğın bir bi­çi­mi olan san­sü­rü ele ala­lım. San­sür ne­dir? Ka­ba­ca ele alır­sak san­sür, bir ele­me, ayık­la­ma, bu­da­ma ha­re­ke­ti­dir ve dü­şün­ce­yi, dü­şün­ce­nin so­mut­laş­mış ha­li olan sa­nat eser­le­ri­ni, özel­lik­le de si­ne­ma sa­na­tı­nı, ege­men sı­nıf­la­rın ka­bul ede­bi­le­ce­ği bir ha­le ge­tir­mek­le yü­küm­lü­dür. Ya­ni ege­men sı­nıf­lar için si­ne­ma sa­na­tı­nı za­rar­sız ha­le ge­tir­mek­tir. Ya­sak­lar ve san­sür iç içe­dir. San­sür ya­sa­ğın özel bir uy­gu­la­nış bi­çi­mi­dir. Fa­kat top­ye­kün ya­sa­ğı ifa­de et­mez. Kıs­mi ya­sak sa­yı­lır. An­cak san­sür, ya­ni kıs­mi ya­sak, bir sa­nat ürü­nü kar­şı­sın­da ça­re­siz ka­lır­sa ge­nel ya­sa­ğa baş­vu­rur.

Ör­nek­ler­le açık­la­ya­lım: San­sür, bir fil­min bel­li bö­lüm­le­ri­ni sa­kın­ca­lı gö­rür, o bö­lüm­le­ri ke­ser. Ya­ni sa­de­ce bel­li bö­lüm­le­rin, sa­kın­ca­lı bö­lüm­le­rin gös­te­ril­me­si­ni ya­sak­lar. Kes­me ve bu­da­ma iş­le­mi fil­mi ege­men­ler için za­rar­sız ha­le ge­ti­re­bi­lir­se, ora­da ser­gi­le­nen şey­ler ege­men­ler için ka­bul edi­le­bi­lir du­ru­ma ge­ti­ri­le­bi­lir­se, film, ku­şa dön­müş bi­çi­miy­le de ol­sa san­sür­den çı­kar. Kes­me ve bu­da­ma iş­le­mi ye­ter­siz ka­lır­sa, ya­pı­la­cak iş, fil­mi top­tan ya­sak­la­mak­tır.

Bura­da önem­li olan nok­ta, ge­nel an­la­mıy­la ya­sak­la­rın önün­de eğil­me­mek ol­mak­la bir­lik­te, ki­mi za­man bi­linç­li bir tu­tum­la ya­sa­lar­la sı­nır­lan­mış ya­sak du­var­la­rı arka­sın­da da, he­de­fi ya­sa­ğı par­ça­la­mak olan bi­ri­kim­le­rin ya­ra­tıl­ma­sı için her alan­da ça­lış­ma­nın ge­rek­ti­ği­dir. Ya­ni tek ba­şı­na şid­de­ti hi­çe sa­ya­rak, ya­sa­ğı çiğ­ne­ye­rek ça­lış­mak ya da tek ba­şı­na ya­sak­la­ra rı­za gös­te­rip, ya­sal sı­nır­lar için­de bo­ğul­mak yan­lış olur. Ya­sal sı­nır­lar için­de ça­lış­mak, özün­de ya­sak­la­rı par­ça­la­ya­cak bi­ri­kim­le­rin ya­ra­tıl­ma­sı­na hiz­met et­ti­ği müd­det­ce olum­lu ve ge­rek­li­dir; vaz­ge­çil­mez­dir. Ya­sal sı­nır­lar, as­lın­da mü­ca­de­le­ye ka­za­nıl­mış alan­lar­dır ve bu alan­lar­da ça­lış­ma­yı red­det­mek, kü­çüm­se­mek, bu ola­nak­la­rı son ker­te­si­ne ka­dar kul­lan­ma­mak “sol”cu­luk­tur, ke­sin­lik­le yan­lış­tır. Böy­le­si­ne bir ta­vır, geç­mi­şin mü­ca­de­le­si­ni hi­çe say­mak­tır, geç­mi­şin olum­lu mi­ras­la­rı­na sa­hip çık­ma­mak­tır.

Çe­liş­me, şey­le­rin do­ğa­sın­da va­ro­lan ev­ren­sel bir şey­dir. Her şey, zıt­la­rın mü­ca­de­le­si­ni ve bir­li­ği­ni içe­rir. Çe­liş­me­le­rin te­mel ya­sa­sı bu­dur. Ya­sak ve ya­sa­ğa kar­şı mü­ca­de­le, özün­de sı­nıf mü­ca­de­le­si de­mek­tir. Sı­nıf­lı top­lum­lar­da sı­nıf mü­ca­de­le­si ev­ren­sel ve mut­lak­tır. Sı­nıf­lı top­lum­lar­da sı­nıf­lar bü­tün ola­nak­la­rı ve çe­şit­li ni­te­lik­te­ki mü­ca­de­le or­gan­la­rıy­la kar­şı kar­şı­ya ge­lir­ler. Ve ha­ya­tın her ala­nın­da, hiç dur­mak­sı­zın sa­va­şır­lar. Sa­nat ve dü­şün­ce alan­la­rı da, sı­nıf­sal sa­vaş alan­la­rı­nın ay­rıl­maz bir par­ça­sı­dır.

Ül­ke­miz­de, emek­çi kit­le­le­rin eko­no­mik, de­mok­ra­tik, top­lum­sal ve si­ya­sal ta­lep­le­ri­ni içe­ren mü­ca­de­le­le­ri çe­şit­li ni­te­lik­te res­mi ve res­mi ol­ma­yan ge­ri­ci bas­kı­lar­la ezil­mek, en­gel­len­mek is­ten­mek­te­dir. Emek­çi yı­ğın­la­rın mü­ca­de­le­si­ne omuz ve­ren, bu mü­ca­de­le­nin ürü­nü ile­ri­ci, dev­rim­ci, kül­tür, sa­nat ve dü­şün­ce akım­la­rı da, kuş­ku­suz ge­ri­ci bas­kı­lar­la kar­şı­la­şa­cak, en­gel­len­mek is­te­ne­cek­tir. İş­te san­sür, sı­nıf mü­ca­de­le­si­nin ege­men sı­nıf­lar sa­fın­da gö­rev ya­pan bir kurum olarak özün­de fa­şist bir bas­kı ve yıl­dır­ma ara­cı­dır.

San­sür ve ya­sak­lar­la ara­mız­da­ki çe­liş­me, sı­nıf­sal bir çe­liş­me­dir. Bu çe­liş­me, em­per­ya­liz­me ba­ğım­lı iş­bir­lik­çi bur­ju­va­zi ve top­rak ağa­la­rı­nın si­ya­si ik­ti­da­rı ile emek­çi halk yı­ğın­la­rı ara­sın­da­ki çe­liş­me­nin, ile­ri­ci ve dev­rim­ci sa­nat ile dev­le­tin ge­ri­ci fa­şist­ yön­tem ve araç­la­rı ara­sın­da­ki çe­liş­me­nin, si­ne­ma pla­nı­na yan­sı­yan bi­çi­mi­dir. San­sü­rün ni­te­li­ği­ni de­ğiş­tir­mek ve emek­çi­ler çı­ka­rı­na gi­de­rek or­ta­dan kal­dır­mak, san­sü­rün bir dev­let or­ga­nı ol­ma­sı he­sa­bıy­la, an­cak dev­le­tin ni­te­li­ği­nin de­ğiş­ti­ril­me­siy­le müm­kün­dür. San­sü­rün ­git­tik­çe ağır­laş­ma­sı, as­lın­da ge­ri­ci bur­ju­va ve top­rak ağa­la­rı dev­le­ti­nin, an­ti de­mok­ra­tik bur­ju­va dik­ta­tör­lü­ğü­nün, fa­şist dik­ta­tör­lük dev­le­ti bi­çi­mi­ne dö­nüş­tü­rül­me­si ça­ba­la­rı­nı ifa­de eder. Bu, ka­za­nıl­mış bir­ta­kım hak­la­rın gas­pe­dil­me­si­dir. Dev­le­tin ni­te­li­ği­ni de­ğiş­tir­me­den, dev­le­tin ni­te­li­ği­ne do­kun­ma­dan, tek ba­şı­na san­sü­rü de­ğiş­tir­me­yi dü­şün­mek, bu ko­nu­da ha­yal­ler yay­mak ap­tal­lı­ğın öte­sin­de hal­kı al­dat­mak­tır. En kan­lı fa­şist dik­ta­tör­lük­ler­de bi­le, ne den­li zor olur­sa ol­sun, ya­sa­dı­şı mü­ca­de­le­nin ya­nı sı­ra ku­şa dön­dü­rül­müş bi­çi­miy­le de ol­sa ya­sal ola­nak­lar­dan ya­rar­lan­mak ve gas­pe­dil­miş hak­la­rı ge­ri al­mak için mü­ca­de­le edil­me­li­dir. Bu mü­ca­de­le, fa­şiz­min te­mel­le­ri­ni yık­mak için ge­rek­li bi­ri­kim­ler ya­ra­tır. Fa­kat dev­let yet­ki­li­le­rin­den bu ko­nu­da şe­fa­at bek­le­mek, on­la­rın “iyi ni­yet” gös­te­ri­le­ri­ne al­dan­mak yan­lış olur. Bu ne­den­le san­sü­re kar­şı mü­ca­de­le ile anti de­mok­ra­tik ge­ri­ci bur­ju­va dik­ta­tör­lü­ğü­ne kar­şı mü­ca­de­le bir­leş­ti­ril­me­li­dir. An­ti de­mok­ra­tik bur­ju­va dik­ta­tör­lü­ğü­ne kar­şı mü­ca­de­le ve­ren sı­nıf güç­le­ri ara­sı­na biz­zat ka­tıl­ma­dan san­sü­re kar­şı ba­şa­rı el­de edi­le­mez.
So­nuç­ta dü­şün­ce­le­ri­mi şöy­le özet­le­ye­bi­li­rim: Dü­şün­ce, in­san ira­de­sin­den ba­ğım­sız do­ğal ve top­lum­sal çe­liş­me­le­rin ürü­nü­dür. Do­ğa-in­san, top­lum-in­san, sı­nıf-sı­nıf iliş­ki­le­ri va­rol­duk­ça, bu iliş­ki­ler­den kay­nak­la­nan çe­liş­me­ler, bu çe­liş­me­le­rin ürü­nü olan dü­şün­ce­ler de var ola­cak­tır. Ön­lem­ler­le, bas­kı­lar­la çe­liş­me­ler en­gel­le­ne­me­ye­ce­ği­ne, yo­k e­di­le­me­ye­ce­ği­ne gö­re, dü­şün­ce­ler ve dü­şün­ce­le­rin ge­liş­me­le­ri de en­gel­le­ne­mez­ler. Ge­li­şen üre­tim güç­le­ri, ge­liş­me­le­ri­nin önün­de bir en­gel olan üre­tim iliş­ki­le­ri­ni par­ça­la­ya­cak­tır. Bu­na bağ­lı ola­rak, ge­li­şen üre­tim güç­le­ri­ne te­ka­bul eden dü­şün­ce­ler ve sa­nat ey­lem­le­ri de ön­le­rin­de­ki ya­sak du­var­la­rı­nı par­ça­la­ya­cak­tır. Par­ça­la­ma iş­le­mi, ile­ri ve dev­rim­ci dü­şün­ce­le­rin kit­le­le­ri ör­güt­lü ola­rak ha­re­ke­te ge­çir­me­siy­le, on­la­rı, mad­di bir güç ha­li­ne dö­nüş­tür­me­siy­le müm­kün­dür. Bu ne­den­le, dev­rim­ci dü­şün­ce, do­ğa­sı ge­re­ği, çe­şit­li araç­lar­la kit­le­le­re ulaş­ma ta­ri­hi gör­evi­ni ye­ri­ne ge­ti­rir­ken ya­sak ta­nı­maz. Ya­sa­ğı il­ke ola­rak ka­bul et­mek, ona uy­mak, tes­li­mi­yet­tir. Ya­sa­ğa rı­za gös­te­ren ki­şi­ler ola­bi­lir; bu, ge­li­şen dü­şün­ce­nin ya­sa­ğı ta­nı­ma­sı ve önün­de eğil­me­si an­la­mı­na gel­mez. Bu, ki­şi­le­rin sı­nıf ni­te­lik­le­rin­den, bi­linç dü­zey­le­rin­den, de­ney ek­sik­lik­le­rin­den ge­len ki­şi­sel za­af­tır. Dev­rim­ci dü­şün­ce za­af­la uz­laş­maz, za­afın ni­te­li­ği­ni kav­rar, onun­la mü­ca­de­le eder. Ge­çi­ci bir sü­re, ya­sak sı­nır­la­rı için­de ya­sal ey­le­mi­ni bi­linç­le sür­dü­re­bi­lir, fa­kat ken­di­ni ta­şı­ya­cak, ko­ru­ya­cak ve ge­liş­ti­re­cek in­san un­su­ru­nu ya­ra­ta­rak, kit­le­le­re ma­lo­la­rak en­gel­le­ri aşar. Ya­sak­lar, an­cak çiğ­ne­ne­rek aşı­la­bi­lir. Bu­gü­ne dek de böy­le ol­muş­tur.
Dev­rim­ci dü­şün­ce­nin ve sa­na­tın ya­sak kar­şı­sın­da­ki tav­rı, tes­li­mi­yet­çi de­ğil, çiğ­ne­mek bi­çi­min­de ol­ma­lı­dır. Akar su yo­lu­nu bu­lur. Önün­de­ki en­gel­le­ri aşar, dağ­la­rı de­ler, de­ni­ze ula­şır.

Dev­rim­ci sa­nat ve dü­şün­ce­nin ya­sak kar­şı­sın­da­ki do­ğal tav­rı bu­dur.

1 Ey­lül 1977’de ka­le­me alı­nan bu ya­zı, Güney’in 5. sa­yı­sın­da ya­yın­lan­dı.

DEVRİMCİ SARSINTI VE YENİ GÜÇLER / YILMAZ GUNEY



Tür­ki­ye dev­ri­mi­nin si­ya­sal-top­lum­sal güç­le­ri­nin en ile­ri un­sur­la­rı, ge­liş­me­le­ri­nin bu aşa­ma­sın­da, da­ha ön­ce için­de ha­re­ket et­tik­le­ri si­ya­sal-ör­güt­sel iliş­ki­le­rin, ge­liş­me­ler kar­şı­sın­da ye­ter­siz kal­dı­ğı­nı, dev­rim­ci mü­ca­de­le­nin ken­di için­de bir dev­rim yap­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni ve böy­le­si­ne bir dev­rim ari­fe­sin­de ol­duk­la­rı­nı gö­rü­yor­lar. Çe­şit­li si­ya­si grup­la­rın bün­ye­sin­de va­ro­lan, ki­mi­si açı­ğa çık­mış de­rin sar­sın­tı­lar, dev­rim­ci öze sa­hip bu ge­liş­mey­le es­ki ör­güt ya­pı­sı, es­ki si­ya­si-top­lum­sal tes­bit­ler, o ana ka­dar iz­le­nen tu­tum­lar ve Mark­siz­mi kav­ra­yış­la­rı ara­sın­da­ki çe­liş­me­le­rin so­nu­cu­dur. Bu sar­sın­tı­lar, ye­ni dev­rim güc­le­ri­ni do­ğu­ra­cak­tır; biz, bu dev­rim­ci sar­sın­tı­nın ye­ni ürün­le­ri­yiz. Es­ki ka­bu­ğu­muz­dan sıy­rı­lı­yo­ruz; ve bi­li­yo­ruz ki, bi­zi dış teh­li­ke­le­re kar­şı ko­ru­ya­cak ye­ni ka­bu­ğu­muz olu­şa­na dek var­lı­ğı­mız bi­le teh­li­ke­de­dir.

İn­san­lar, ye­ni bir giy­si­yi ilk giy­dik­le­rin­de, ye­nil­iğin ge­tir­di­ği bir ya­ban­cı­lık, bir te­dir­gin­lik du­yar­lar. Alış­tık­la­rı za­man, o giy­si za­ten es­ki­me­ye yüz tut­muş­tur… ye­ni bir ya­ban­cı­lık, ye­ni bir te­dir­gin­lik gün­dem­de­dir. Sü­rek­li de­ği­şen, akı­şan, her an ye­ni ye­ni­le­ri gün­de­me ge­ti­ren ha­yat, biz­den her an uya­nık ol­ma­mı­zı is­ter, ye­ni ye­ni­le­re ha­zır ol­ma­mı­zı is­ter. Ge­li­şen ile ge­li­şe­nin ge­rek kıl­dı­ğı ye­ni ile uyum­suz­lu­ğa düş­tü­ğü­müz an, ge­li­şe­ne doğ­ru ce­vap ve­re­me­di­ği­miz, ge­ri­de kal­dı­ğı­mız ya da işi ge­çiş­tir­me­ye ça­lış­tı­mız an, ha­yat gö­zü­mü­zün ya­şı­na bak­ma­dan bi­zi bı­ra­ka­cak, ken­di­si­ne uyum gös­te­ren­le­rin ko­lu­na gi­re­cek­tir.

Ha­yat her za­man dü­şün­ce­le­rin önün­de gi­der ve ye­ni dü­şün­ce­le­ri, ye­ni dü­şün­ce­le­re uy­gun bi­çim­le­ri do­ğu­ra­cak mad­di ko­şul­la­rı be­ra­be­rin­de ya­ra­tır. Ha­ya­tın ye­ni mad­di güç­le­ri­ni iyi ta­nı­ma­lı­yız. Eko­no­mik-top­lum­sal ha­ya­tın et­kin güç­le­ri­ni “bil­me­di­ği­miz ve he­sa­ba kat­ma­dı­ğı­mız sü­re­ce, tıp­kı do­ğal güç­ler gi­bi, kö­rü kö­rü­ne, zor­la, yı­kı­cı­lık­la iş­ler. Ama on­la­rı bir de­fa an­la­dı­ğı­mız, iş­le­yiş­le­ri­ni, yön­le­ri­ni, et­ki­le­ri­ni bir de­fa kav­ra­dı­ğı­mız za­man, on­la­rı öz is­te­ği­mi­ze git­tik­çe da­ha çok ba­ğım­lı kıl­mak ve on­la­rın ara­cı­lı­ğıy­la öz amaç­la­rı­mı­za var­mak, yal­nız bi­zim ken­di­mi­ze bağ­lı­dır.”(1)

“Ma­ter­ya­list ta­rih kav­ra­mı, in­sa­nın ya­şa­mı­nı sür­dür­me­si­ne ya­ra­yan araç­la­rın üre­ti­mi­nin ve üre­ti­min ya­nı sı­ra üre­ti­len nes­ne­le­rin de­ği­şi­mi­nin bü­tün top­lum­sal ya­pı­nın te­me­li ol­du­ğu; ta­rih­te or­ta­ya çık­mış her top­lum­da, zen­gin­li­ğin da­ğı­tıl­dı­ğı ve top­lu­mun sı­nıf­la­ra ya da ta­kım­la­ra bö­lün­dü­ğü tar­zın, ne­yin üre­til­di­ği­ne ve ürün­le­rin na­sıl de­ği­şil­di­ği­ne ba­ğım­lı ol­du­ğu öner­me­sin­den ha­re­ket eder. Bu gö­rüş açı­sın­dan, bü­tün top­lum­sal de­ğiş­me­le­rin ve po­li­tik dev­rim­le­rin erek­sel ne­den­le­ri, in­san­la­rın ka­fa­la­rın­da, in­san­la­rın son­ra­sız ger­çe­ği ve ada­le­ti da­ha iyi kav­ra­ma­la­rın­da de­ğil, ama üre­tim ve de­ği­şim tarz­la­rın­da­ki de­ğiş­me­ler­de aran­ma­lı­dır. Bun­lar fel­se­fe­de de­ğil, her söz ko­nu­su ça­ğın eko­no­mi­sin­de aran­ma­lı­dır.”(2)

İş­te bi­zi, mü­ca­de­le­nin ye­ni bi­çi­mi­ne, ye­ni mü­ca­de­le or­gan ve araç­la­rı­na ge­rek­sin­me du­ymaya götüren şey, va­ro­lan de­ğiş­tir­me­yi amaç­la­dı­ğı­mız dün­ya ve ül­ke ça­pın­da ege­men eko­no­mik-top­lum­sal te­me­lin, bu te­mel­de yük­se­len fel­se­fi-si­ya­si-ide­olo­jik ol­gu­la­rın kav­ra­nı­şı ko­nu­sun­da, bu he­de­fe kar­şı yü­rü­tü­len fel­se­fi-ide­olo­jik-si­ya­si mü­ca­de­le bi­çim­le­ri ko­nu­sun­da, da­ha ön­ce için­de ha­re­ket et­ti­ği­miz uf­ku dar si­ya­si-ör­güt­sel iliş­ki­ler­le, es­ki bi­lin­ci­miz­le, ye­ni bi­lin­ci­miz ve nes­nel sü­re­cin ge­rek­li gör­dü­ğü si­ya­sal-ör­güt­sel ge­rek­li­lik­ler ara­sın­da­ki çe­liş­me­ler­de aran­ma­lı­dır. Gün ışı­ğı­na çı­kan, ar­tık es­ki iliş­ki­ler için­de çö­zü­mü müm­kün ol­ma­yan ay­rı­lık­lar­dan kur­tul­ma­nın araç­la­rı da, bi­zi de­ği­şi­me iten mad­di iliş­ki­le­ri­miz için­de sak­lı­dır. Çün­kü biz­le­ri, fel­se­fi-si­ya­si bi­lin­ci­miz­le he­sap­laş­ma nok­ta­sı­na ve bu­nun so­nu­cun­da es­ki iliş­ki­le­ri­mi­zi göz­den ge­çir­me nok­ta­sı­na, ay­rı­lık nok­ta­sı­na iten, sa­de­ce so­yut dev­rim is­te­ği de­ğil, ay­nı za­man­da, pra­tik ça­lış­ma­lar­da­ki, mad­di iliş­ki­ler­de­ki fark­lı­lık­la­rı­mız­dır. Bu fark­lı­lık­la­rı, sa­de­ce kı­sa bir za­man için­de­ki pra­tik-mad­di iliş­ki­ler­de­ki fark­lı­lık­lar­da de­ğil, bir ha­ya­ta dam­ga­sı­nı vu­ran te­mel fark­lı­lık­lar­da ara­ma­lı­yız. Tek tek top­lum­sal var­lı­ğı­mı­zın ev­ri­mi­ni in­ce­ler­sek, sür­tüş­me­le­rin, fark­lı kav­ra­yış­la­rın, fark­lı pratik adım is­tek­le­ri­nin, te­mel ay­rı­lık­la­rın esas ne­den­le­ri­ni, da­ha açık­lık­la gö­re­bi­li­riz. Yi­ne, ye­ni zo­run­lu ay­rı­lık­lar­la —olum­lu olum­suz da ol­sa— yüz yü­ze kal­dı­ğı­mız­da, yön­te­mi­miz bu ol­ma­lı­dır. Her çe­liş­me­nin mut­lak bi­çim­de bir sı­nıf te­me­li ve sı­nıf­sal açı­dan doğ­ru bir çö­zü­mü var­dır.

Çe­şit­li si­ya­si ha­re­ket­ler­den kop­ma, ken­di içi­miz­de arın­ma ve ye­ni bir bi­çim­len­me sü­re­ci­miz, bu kay­gı­lar­la do­lu­dur; ve dev­rim­ci içe­ri­ğe sa­hip bu kay­gı­la­rı­mız, biz­le­ri ay­nı yü­ce amaç­lar için, fark­lı nok­ta­lar­dan ha­re­ket et­me­mi­ze kar­şın bir nok­ta­da bir ara­ya ge­tir­di. Bir kıs­mı­mız, da­ha ön­ce için­de bu­lun­du­ğu­muz o­por­tü­nist saf­lar­dan, re­viz­yo­nist-opor­tü­nist or­ta­yol­cu saf­lar­dan, fel­se­fi-si­ya­si kav­ra­yı­şı­mız­da mey­da­na ge­len olum­lu de­ği­şim­ler so­nu­cu kop­tuk; ar­tık o saf­lar­da dev­ri­me ya­rar­lı ol­ma ola­nak­la­rı­mız kal­ma­dı­ğı için, öz­gür­ce be­nim­se­di­ği­miz bir ka­rar­la, ye­ni bir güç ola­rak, dev­rim düş­man­la­rı­na ve dev­rim za­rar­lı­la­rı­na kar­şı mü­ca­de­le yo­lu­nu seç­tik. Sis­tem­leş­miş, ör­güt­lü opor­tü­nist saf­lar­da, gü­cü­müz, opor­tü­nizm pis­li­ği­nin üs­te­sin­den ge­le­cek ni­cel-ni­tel ye­ter­li­ğe sa­hip de­ğil­di; bir sü­re da­ha uz­laş­ma­yı seç­mek, opor­tü­nizm­le öz­deş­leş­me­mi­ze yol a­ça­bi­lir­di; en kı­sa za­man­da uzak­laş­mak, opor­tü­niz­me kar­şı dış­tan sa­vaş­mak ge­re­ki­yor­du, öy­le yap­tık.

Faşizm Niçin Kazandı?

Ege­men sı­nıf­lar, kav­ga­nın ilk ra­un­du­nu ka­zan­dı­lar. Çe­şit­li mil­li­yet­ler­den ezi­len hal­kı­mız ve on­la­rın yurt­se­ver dev­rim­ci-de­mok­ra­tik güç­le­ri, en ile­ri un­sur­la­rı, ge­çi­ci de ol­sa ye­nil­gi­ye uğ­ra­dı­lar; ko­şul­lar fa­şist ge­ri­ci­li­ğin ya­ra­rı­na bir ge­liş­me gös­ter­di; fa­şist dik­ta­tör­lük ku­rul­du.

Bi­li­yo­ruz ki, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün ku­rul­ma­sı, bir ya­nıy­la bur­ju­va­zi­nin güç­süz­lü­ğü­nün, bir ya­nıy­la da pro­le­tar­ya­nın, dev­rim­ci-de­mok­ra­tik güç­le­rin öz­nel ve nes­nel açı­lar­dan za­yıf­lı­ğı­nın so­nu­cu­dur.

Dün­ya ka­pi­ta­liz­mi­nin ge­nel bu­na­lı­mı, bü­tün dün­ya­yı sar­san sı­nıf mü­ca­de­le­le­riy­le da­ha da de­rin­leş­mek­te­dir. An­ti em­per­ya­list ulu­sal, de­mok­ra­tik ve top­lum­sal kur­tu­luş rüz­gar­la­rı­nın kes­kin­le­şe­rek es­ti­ği As­ya’nın, Af­ri­ka’nın ve La­tin Ame­ri­ka’nın sö­mür­ge ve ya­rı sö­mür­ge ül­ke­le­rin­de, ba­ğım­lı ül­ke­le­rin­de em­per­ya­liz­min ve iş­bir­lik­çi­le­ri­nin çı­kar­la­rı teh­li­ke­de­dir. Em­per­ya­liz­min ve ge­ri­ci or­tak­la­rı­nın çı­kar­la­rı­nı, es­ki yön­tem­ler­le ko­ru­ma­sı ar­tık müm­kün gö­rün­me­mek­te­dir. Yük­se­len ulu­sal-top­lum­sal mu­ha­le­fet kan­la bas­tı­rıl­ma­lı­dır. Halk­la­rın uzun yıl­la­rın mü­ca­de­le­siy­le, kan­la­rı pa­ha­sı­na, kar­şı­lı­ğın­da çe­şit­li acı­la­ra kat­la­na­rak ka­zan­dık­la­rı de­mok­ra­tik-eko­no­mik hak­lar gas­be­dil­me­li­dir; Af­ri­ka’da, Zim­bab­we ve Or­ta­do­ğu’da, İran ve La­tin Ame­ri­ka’da Ni­ka­ra­gua ör­nek­le­ri ye­ni­len­me­me­li­dir. He­le he­le dev­rim­ci bir Vi­et­nam, Kam­boç­ya ör­ne­ği, as­la!..

“İde­olo­jik mü­ca­de­le ile par­ti­nin için­de­ki opor­tü­nist öğe­le­rin ‘ye­ni­le­bi­lec­eği’ni, par­ti çer­çe­ve­si için­de bu öğe­le­rin ‘üs­te­sin­den ge­li­ne­bi­le­ce­ği’ni sa­vu­nan te­ori, par­ti­yi fel­ce ve kro­nik sa­kat­lı­ğa mah­kum et­me­nin be­lir­ti­si olan çü­rük ve teh­li­ke­li bir te­ori­dir; bu te­ori, par­ti­nin opor­tü­niz­me peş­keş çe­kil­me­si teh­li­ke­si­ni do­ğu­rur; pro­le­ter­ya­yı dev­rim­ci par­ti­sin­den, em­per­ya­liz­me kar­şı mü­ca­de­le­sin­de, baş­lı­ca si­la­hın­dan yok­sun bı­rak­mak­la teh­dit eder. Eğer saf­la­rın­da Mar­tov’lar ve Dan’lar, Pot­res­sov’lar ve Ak­sel­rod’lar bu­lun­say­dı, par­ti­miz, doğ­ru yo­lu tu­ta­maz, ik­ti­da­rı ele alıp pro­le­ter­ya dik­ta­tör­lü­ğü­nü ör­güt­le­ye­mez, iç sa­vaş­tan za­fer­le çı­ka­maz­dı. Eğer par­ti­miz, iç bir­li­ği­ni ve saf­la­rı­nın eş­siz bir­li­ği­ni sağ­la­ya­bil­diy­se, bu, her şey­den ön­ce opor­tü­nizm pis­li­ğin­den ken­di­ni za­ma­nın­da ko­ru­ma­yı bil­me­sin­den ötü­rü­dür. Pro­le­ter par­ti­le­rin ge­liş­me ve güç­len­me yo­lu, opor­tü­nist­ler­den ve re­for­mist­ler­den, sos­yal em­per­ya­list­ler­den ve sos­yal şo­ven­ler­den, sos­yal yurt­se­ver­ler­den ve sos­yal pa­si­fist­ler­den saf­la­rı­nı arın­dır­mak­tan ge­çer. Par­ti, saf­la­rı­nı opor­tü­nist öğe­ler­den arı­ta­rak güç­le­nir.”(3)

Ve, Le­nin, ih­raç­lar ko­nu­sun­da der ki:
“Her­ke­sin ka­bul et­ti­ği gi­bi, İtal­ya’da, dev­let ik­ti­da­rı­nı ele ge­çir­mek için pro­le­ter­ya ile bur­ju­va­zi ara­sın­da ke­sin sa­vaş­lar ya­kın­dır. Böy­le bir an­da par­ti­den ih­raç­la­rı mut­lak zo­run­lu olan yal­nız Men­şe­vik­le­ri, re­form­cu­la­rı, Tu­ra­ti­ci­le­ri kov­mak yet­mez; du­rak­sa­ma­ya eği­lim­li olan re­form­cu­lar­la ‘bir­li­ği’ boz­ma­mak için bun­la­rı bü­tün mev­ki­ler­den uzak­laş­tır­mak­ta du­rak­sa­ma eği­li­mi gös­te­ren ku­sur­suz ko­mü­nist­le­ri de, par­ti­den çı­kar­mak ya­rar­lı ola­bi­lir… Dev­ri­min are­fe­sin­de, dev­ri­min za­fe­ri için en çe­tin sa­vaş­lar sı­ra­sın­da, par­ti için­deki en ufak du­rak­sa­ma her şe­yi kay­bet­ti­re­bi­lir.”(4)

Biz, pro­le­ter­ya dev­ri­mi için yo­la çı­kar­ken, da­ha ilk adım­la­rı atar­ken, ata­ca­ğı­mız her si­ya­si-ör­güt­sel adı­mın, ge­le­ce­ği­mi­zi be­lir­le­ye­cek bi­ri­kim­le­ri oluş­tu­ra­ca­ğı­nın az çok bi­lin­cin­dey­dik. Fa­kat han­gi adım­la­rın içe­ri­ği ger­çek­ten doğ­ru, han­gi adım­la­rın opor­tü­nizm­den, re­viz­yo­nizm­den esin­len­miş ol­du­ğu­nu, an­cak bir za­man için­de Mark­siz­me da­nı­şa­rak bul­ma­ya ça­lış­tık. Mark­sizm bi­ze, mut­lak doğ­ru, ke­sin, kut­sal, do­ku­nul­maz hiç­bir şe­yin ol­ma­dı­ğı­nı, ha­ya­ta, özel­lik­le si­ya­si ha­ya­ta, eleş­ti­rel bir kay­gıy­la bak­ma­mız ge­rek­ti­ği­ni öğ­ret­ti.

Dün­ya öl­çe­ğin­de ve tek tek ül­ke­ler­de, emek ile ser­ma­ye ara­sın­da­ki çe­liş­me­nin top­lum­sal ifa­de­si olan, bur­ju­va­ziy­le pro­le­tar­ya ara­sın­da­ki, em­per­ya­lizm ile dün­ya halk­la­rı ara­sın­da­ki, em­per­ya­list­ler­le em­per­ya­list­ler ara­sı çe­liş­me­nin özel bir bi­çi­mi olan, em­per­ya­lizm­le sos­yal em­per­ya­lizm ara­sın­da­ki çe­liş­me­le­rin ar­tan bir hız­la de­rin­leş­me­si­nin so­nu­cu ge­li­şen dün­ya ka­pi­ta­liz­mi­nin ge­nel bu­na­lı­mı, Tür­ki­ye’de de et­ki­le­ri­ni gös­ter­di. Ulus­la­ra­ra­sı bu­na­lım, ulu­sal bu­na­lı­mı et­ki­le­di, de­rin­leş­tir­di. Dev­rim­cu du­ru­mu anım­sa­tan rüz­gar­lar es­me­ye baş­la­dı. Yö­ne­ti­ci­le­rin ar­tık hü­kü­met ede­mez du­ru­ma düş­tük­le­ri gö­rül­dü. Halk da ar­tık es­ki­si gi­bi ya­şa­mak is­te­mi­yor, ege­men­ler de, is­te­dik­le­ri hal­de es­ki­si gi­bi ya­şa­ya­mı­yor­lar ve es­ki­si gi­bi yö­ne­te­mi­yor­lar­dı. Bu du­rum, 1980 baş­la­rın­da ken­di­ni açık­ça bel­li et­ti.

Te­orik ola­rak, em­per­ya­lizm ve pro­le­tar­ya dev­ri­mi ça­ğın­da, dev­ri­min nes­nel ko­şul­la­rı­nın her za­man var­lı­ğı ka­bul edil­mek­le bir­lik­te, dev­rim­ci du­rum­la­rın da hiç bek­len­me­dik bir za­man­da or­ta­ya çı­ka­bi­le­ce­ği, bu­na gö­re ha­zır­lan­mak ge­rek­ti­ği, kit­le­le­ri dev­ri­me ha­zır­la­ma gö­rev­le­ri, dev­rim­ci si­ya­set­ler­ce, te­ori­de ne de­nir­se den­sin, pra­tik­te ye­te­ri ka­dar cid­di­ye alın­ma­dı, alı­na­ma­dı; ve hat­ta “dev­rim” için yo­la çı­kan bir yı­ğın “si­ya­set” bu ol­gu­yu gör­me­di bi­le. Dar çe­kiş­me­ler, ge­nel mü­ca­de­le için­de önem­siz, ta­yin edi­ci ol­ma­yan dar pra­tik ça­lış­ma­lar­la ye­tin­di­ler ve dar pra­tik, ufuk­la­rı­nı ka­rart­tı.

Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin Af­ga­nis­tan’ı fa­şist iş­ga­li, ABD ge­ri­ci­li­ği­nin ba­şı­nı çek­ti­ği dün­ya ge­ri­ci­li­ği­nin bir ka­na­dı­na bu­lun­maz bir fır­sat ya­rat­tı; dün­ya ça­pın­da, ken­di­ne bağ­lı mev­zi­le­ri güç­len­dir­me­yi, İran olay­la­rıy­la ken­di­ne çev­ril­miş İs­lam nam­lu­la­rı­nı ve tep­ki­le­ri­ni, Sov­yet­ler Bir­li­ği’ne doğ­ru çe­vir­me­yi ba­şar­dı­lar. Bu ara­da, Tür­ki­ye’de de, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün dış ko­şul­la­rı bel­li öl­çü­ler­de ta­mam­lan­mış ol­du.

Gö­rü­len şuy­du:
Fa­şist dik­ta­tör­lü­ğü dev­re­ye sok­mak is­te­yen­ler için, iç ve dış ko­şul­lar uy­gun­du.

Uzun yıl­lar, ik­ti­dar ola­nak­la­rı­nın ku­la­nıl­ma­sıy­la ya­ra­tı­lan fa­şist kad­ro­lar, dev­le­tin fa­şist­leş­ti­ril­me­si ça­ba­la­rı, ki­lit nok­ta­la­rın tu­tul­ma­sı, son bir atı­lım­la ol­duk­ça be­lir­le­yi­ci bir dü­ze­ye ulaş­mış­tı. Yu­ka­rı­dan aşa­ğı­ya doğ­ru, res­mi bas­kı­lar­la da des­tek­le­nen fa­şiz­me uy­gun kit­le ta­ba­nı oluş­tur­ma ça­lış­ma­la­rı, kit­le için­de sü­ren, giz­li ve açık fa­şist si­ya­si ça­lış­ma­lar­la, yıl­dı­rı­cı ve yo­ke­di­ci te­rör ey­lem­le­riy­le bel­li öl­çü­ler­de sağ­lan­mış­tı. Fa­şizm, kit­le için­de, iş­çi, me­mur, vb. ke­sim­ler­de ör­güt­lü bir güç­tü ar­tık.

ABD, Ba­tı Al­man ve di­ğer em­per­ya­list­ler, ma­li ve as­ke­ri “yar­dım”a ha­zır­dı­lar; çün­kü on­la­rın en sa­dık uşak­la­rı si­ya­si ik­ti­da­rı el­le­rin­de tu­tu­yor­lar­dı ve ki­lit nok­ta­la­rı ele ge­çir­miş­ler­di. Em­per­ya­liz­min çı­kar­la­rı­na uy­gun “ce­sur” uy­gu­la­ma­lar ya­pı­la­bi­lir­di. Ya­ni halk, ala­bil­di­ği­ne so­yu­la­bi­lir­di.

Af­ga­nis­tan iş­ga­li, an­ti ko­mü­nist, an­ti Sov­yet si­ya­si bir ha­va ya­rat­mış­tı. Sov­yet teh­li­ke­si ba­ha­ne edi­le­rek halk güç­le­ri üs­tün­de, iç ge­ri­ci bas­kı­lar yo­ğun­laş­tı­rı­la­bi­lir­di. Ka­za­nıl­mış eko­no­mik de­mok­ra­tik hak­lar ge­ri alı­na­bi­lir­di.

Re­viz­yo­nist, “sol”, opor­tü­nist, ma­ce­ra­cı ey­lem­ler hal­kı usan­dır­mış­tı. Dev­ri­me kar­şı sem­pa­ti ya­rat­mak ye­ri­ne, dev­ri­me ve dev­rim­ci­le­re kar­şı tep­ki ya­ra­ta­cak bo­yut­la­ra ulaş­mış­tı. Fa­şist ge­ri­ci çev­re­le­rin eli­ne, “anar­şi… te­rör…” için ye­ter­li an­ti pro­pa­gan­da mal­ze­me­si ve­ril­miş­ti.

Re­for­miz­me ve onun ön­de­ri Ece­vit’e halk kit­le­le­ri­nin bağ­la­dık­la­rı umut­lar yer­le bir ol­muş­tu. CHP ve MSP’nin öz­gül ya­pı­la­rı, ya­kın bir za­man­da ik­ti­dar al­ter­na­ti­fi ya­ra­ta­maz­dı. İk­ti­dar ol­sa­lar bi­le, dev­le­tin ye­ni bi­çi­mi­ni de­ğiş­ti­re­mez­ler­di. Bun­la­rın yü­rü­te­cek­le­ri bir mu­ha­le­fet üze­ri­ne de an­ti fa­şist bir mü­ca­de­le te­mel­len­di­ri­le­mez­di.

Ve en önem­li­si: Emek­çi kit­le­ler mer­ke­zi bir yö­ne­tim ve ör­güt­len­me­den yok­sun­du­lar; fa­şizm teh­li­ke­si kar­şı­sın­da on­la­rı bir­leş­ti­re­cek si­ya­si ör­güt­len­me­le­ri, ya­ni dev­rim­ci bir par­ti­le­ri yok­tu. Va­ro­lan re­viz­yo­nist, opor­tü­nist, dev­rim za­rar­lı­sı ör­güt­ler, Mark­sist-Le­ni­nist eği­lim­li grup­lar da, emek­çi kit­le­le­ri bir­leş­tir­mek­ten çok, on­la­rı böl­mek­tey­di­ler.

So­nuç­ta, mer­ke­zi an­lam­da ör­güt­süz halk, fa­şiz­min mer­ke­zi ör­güt­lü güç­le­ri ve it­ti­fak­la­rı kar­şı­sın­da ye­nil­gi­ye uğ­ra­dı.

Tür­ki­ye, 1979 Ara­lık, 1980 Ocak-Şu­bat ay­la­rı­nı kap­sa­yan, dev­rim­ci du­ru­ma uy­gun bir dö­ne­mi ya­şa­dı ve bu fır­sat ka­çı­rıl­dı. Dev­rim­ci du­ru­mun bir dev­ri­me dö­nüş­tü­rül­me ola­na­ğı öz­nel ne­den­ler­den do­la­yı yok­tu, ama en azın­dan ka­za­nıl­mış de­mok­ra­tik mev­zi­le­rin ko­run­ma­sı­nın öte­sin­de, eko­no­mik, de­mok­ra­tik ye­ni hak­lar ve me­viz­le­rin ka­za­nıl­ma­sı, fa­şist güç­le­rin ge­ri­le­til­me­si­nin ola­nak­la­rı var­dı. Ye­nil­giy­le so­nuç­lan­sa bi­le, kit­le­le­rin dev­rim­ci gi­riş­ken­li­ği­ni ge­liş­ti­re­cek bir ola­nak, si­ya­si kör­lük­ler yü­zün­den, yıl­lar­dır iş­le­nen grup­çu­luk has­ta­lık­la­rın­dan do­la­yı, ör­güt­len­me­le­rin esas iti­ba­riy­le bir sa­vaş ör­gü­tü de­ğil, bir dü­zen ör­gü­tü ol­ma­la­rın­dan do­la­yı ka­çı­rıl­dı ve fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün ku­rul­ma­sı­na ses­siz ka­lın­dı ve üs­te­lik bir­çok ko­nu­da, on­la­rın do­lay­lı yar­dım­cı­la­rı du­ru­mu­na dü­şül­dü.

Fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün ku­rul­ma­sı ve hal­kın ye­nil­me­si, Mark­sist-Le­ninist ide­olo­ji ve si­ya­se­tin ba­şa­rı­sız kal­ma­sı ve ye­nil­gi­si de­ğil­dir; re­viz­yo­niz­min, opor­tü­niz­min, kü­çük ­bur­ju­va ma­ce­ra­cı­lı­ğı­nın, doğ­ma­tiz­min, grup­çu­lu­ğun ye­nil­gi­si, si­ya­si kö­rük­le­rin ye­nil­gi­si ola­rak de­ğer­len­di­ril­me­li­dir… Mark­sizm-Le­ni­nizm, bu ye­nil­gi­den güç­le­ne­rek, Mark­sist-Le­ni­rist­ler, bu ye­nil­gi­den arı­na­rak, ye­ni de­ne­yim­ler ka­za­na­rak çık­mış­tır.

Fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün ku­rul­ma­sı ve hal­kın ge­çi­ci ola­rak ye­nil­gi­si­nin si­ya­si so­rum­lu­la­rı hal­ka he­sap ver­mek zo­run­da­dır­lar. Da­ha iler­ide ya­pa­ca­ğı­mız açık­la­ma­lar­la ye­nil­gi­nin so­rum­lu­la­rı üze­rin­de özen­le du­ra­ca­ğız.

Yal­nız, ba­zı so­run­la­ra en azın­dan baş­lık­lar ha­lin­de de­ğin­me­den ge­çe­me­ye­ce­ğiz:

a) CHP yö­ne­ti­mi­nin, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğü ön­le­me di­ye bir so­ru­nu ol­ma­dı ve hat­ta fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün ön ha­zır­lık­la­rı­na gü­cü ora­nın­da kat­kı­da bu­lun­du, fa­şist ele­ba­şı­la­rı kol­la­dı. Fa­şiz­me de­ğil, fa­şiz­me kar­şı mü­ca­de­le ve­ren güç­le­re kar­şı aman­sız bir sa­vaş ver­di.
b) Ay­dın­lık-TİKP kar­şı dev­rim­ci­le­rinin fa­şiz­me kar­şı ol­ma, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğü en­gel­le­me di­ye bir so­run­la­rı ger­çek­ten yok­tu. Ve hat­ta fa­şist dik­ta­tör­lük­ten ya­nay­dı­lar. Si­ya­si ha­sım­la­rı­nı ge­ri­ci fa­şist güç­le­rin yar­dı­mıy­la ez­me plan­la­rı var­dı ve bu ne­den­le fa­şist dik­ta­tör­lük­ten ya­nay­dı­lar. MHP’ye kar­şı yö­nelt­tik­le­ri söz­de mü­ca­de­le, esas iti­ba­riy­le fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün asıl si­ya­si-top­lum­sal güç­le­ri­ni gö­zar­dı et­me­ye, on­la­rı göz­ler­den giz­le­me­ye, ABD ile fa­şist dik­ta­tör­lük ara­sın­da­ki kop­maz ba­ğı ka­rart­ma­ya yö­ne­lik­ti. Dik­kat­le­ri, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün esas güç­le­ri­ne de­ğil, ta­li güç­le­ri­ne çek­me­ye ça­lış­tı­lar. Ay­rı­ca, fa­şiz­me kar­şı, tu­tar­lı ya da tu­tar­sız ol­sun, mü­ca­de­le ve­ren güç­le­ri, bur­ju­va­zi­ye kar­şı olan güç­le­ri, ka­ra­la­mak için el­le­rin­den ge­len­le­ri yap­tı­lar… ih­bar­cı­lık, po­lis­le do­lay­lı iş­bir­li­ği te­mel mü­ca­de­le yön­tem­le­rin­den bi­ri ha­li­ne gel­di.

c) Fa­şist dik­ta­tör­lük tes­pi­ti ya­pan­lar için, do­ğal­dır ki, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün ön­len­me­si de­ğil, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün yı­kıl­ma­sı so­ru­nu gün­dem­dey­di. Nes­nel ola­rak ol­ma­yan bir dik­ta­tör­lü­ğe kar­şı mü­ca­de­le, ha­van­da su döv­mek­ten fark­sız­dı. On­lar, el­le­rin­de­ki dev­rim güç­le­ri­ni yan­lış hedef­le­re yö­nelt­tik­le­ri için, dev­rim ener­ji­si­nin bir bö­lü­mü­nü he­ba et­ti­ler. Si­ya­si mü­ca­de­le­nin ve bu­na bağ­lı ola­rak si­ya­si eği­ti­min mer­ke­zi­ni doğ­ru ta­yin ede­me­di­ler. Mark­siz­min te­mel ya­sa­la­rı­nı, ül­ke so­mu­tu te­me­lin­de kav­ra­ya­ma­dık­la­rı için, si­ya­si yan­lış­lık­lar­dan kur­tu­la­ma­dı­lar; 1973’ten bu ya­na, sü­rek­li bir bi­çim­de, se­çim­ler­de, boy­ko­tun nes­nel ko­şul­la­rı bu­lun­ma­dı­ğı hal­de, boy­kot tak­ti­ği iz­le­di­ler. Asıl he­de­fi hep göz­den ka­çır­dı­lar; ör­ne­ğin, CHP re­for­miz­mi­ne kar­şı sa­va­şır­ken, AP-MHP fa­şiz­mi­ni unut­tu­lar… ik­ti­da­rı gör­dü­ler, ik­ti­da­ra ge­le­ce­ği unut­tu­lar. Boy­ko­tun, özün­de bir iç sa­vaş çağ­rı­sı ol­du­ğu­nu, bu­nun da, kit­le­le­rin için­de bu­lun­duk­la­rı nes­nel ve öz­nel ko­şul­la­ra sı­kı sı­kı­ya bağ­lı ol­du­ğu­nu gö­re­me­di­ler. De­mok­ra­si ile sos­ya­lizm mü­ca­de­le­si ara­sın­da­ki de­rin ba­ğı gö­re­me­dik­le­ri için, le­gal ola­nak­la­rı ye­te­rin­ce de­ğer­len­di­re­me­di­ler ve do­lay­lı ola­rak fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün yar­dım­cı­la­rı du­ru­mu­na düş­tü­ler.

d) Ma­ce­ra­cı akım­la­rın kit­le­den ko­puk, dev­rim­ci-de­mok­ra­tik ça­lış­ma­la­ra za­rar ve­ren, kit­le­le­rin için­de bu­lun­duk­la­rı ruh ha­li­ni he­sa­ba kat­ma­yan bi­rey­sel ni­te­lik­li şid­det ey­lem­le­ri fa­şist­ler­ce çok iyi kul­la­nıl­dı. Az sa­yı­da doğ­ru ce­za­lan­dır­ma, ka­mu­laş­tır­ma ve şid­det ey­lem­le­ri dı­şın­da, ço­ğun­lu­ğu yan­lış olan şid­det ey­lem­le­riy­le ge­ri­ci bur­ju­va­zi­nin ve fa­şist­le­rin en zor za­man­la­rın­da “hı­zır” gi­bi yar­dım­la­rı­na ko­şul­du. Eko­no­mik-si­ya­si bu­na­lım­la­rın, en yo­ğun ol­du­ğu dö­nem­ler­de, kit­le­le­rin dik­kat­le­ri­ni baş­ka yan­la­ra çe­ken tu­tum­lar iz­len­di. Fa­şiz­me kar­şı kit­le ey­lem­le­ri­nin en ge­niş bi­çim­de ör­güt­len­me­si ge­re­ken dö­nem­ler­de fa­şiz­me kar­şı bi­rey­sel şid­det ey­lem­le­ri öne çı­kartıldı.

e) Fa­şizm teh­li­ke­si­ni kü­çüm­se­yen, onun ge­li­şim eği­li­mi­ni doğ­ru he­sap­la­ma­yan, re­for­mizm ile fa­şizm ara­sın­da­ki iliş­ki­yi kav­ra­ya­ma­yan kü­çük­ bur­ju­va de­mok­rat­la­rı, her di­re­ni­şi “fa­şizm ge­lir” man­tı­ğıy­la ka­ra­la­ma­ya, en­gel­le­me­ye ça­lış­tı­lar… Kit­le­le­ri sa­bır­lı ol­ma­ya ça­ğır­dı­lar ve fa­şist dik­ta­tör­lü­ğün ku­rul­ma­sı­na yar­dım­cı ol­du­lar.

f) Hâ­lâ, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğü gör­me­yen ve hâ­lâ “fa­şizm teh­li­ke­si”nin sö­zü­nü eden, re­viz­yo­nist-opor­tü­nist grup­lar, fa­şist dik­ta­tör­lü­ğü an­cak Hit­ler ti­pi fa­şizm bi­çi­min­de kav­ra­yan kör­ler, emek­çi kit­le­le­rin mü­ca­de­le­si­ni sa­de­ce eko­no­mik sı­nır­lar için­de, da­ha yük­sek üc­ret ve da­ha iyi iş ve ya­şam ko­şul­la­rı is­tek­le­ri­nin sı­nır­la­rı için­de tut­ma­ya ça­lı­şan sos­yal-fa­şist­ler, re­viz­yo­nist-eko­no­mist an­la­yış­la­rı­nı, ge­niş pro­pa­gan­da araç­la­rıy­la kit­le­le­re ile­tip, on­la­rı ka­yıt­sız­lı­ğa sü­rük­le­di­ler. Fa­şiz­min am­ca ço­cuk­la­rı olan bu ha­in­ler, kit­le­le­ri si­ya­si gaf­le­te çe­ke­rek, fa­şiz­min dik­ta­tör­lük yo­lun­da iler­le­me­si­ne yar­dım­cı ol­du­lar.
g) Emek­çi kit­le­le­ri, on­la­rın so­mut acil ta­lep­le­rin­den ha­re­ket­le, ken­di de­ne­yim­le­ri­ne da­ya­na­rak si­ya­si­leş­tir­mek, doğ­ru he­def­le­re se­fer­ber et­mek, si­ya­si eği­ti­min odak nok­ta­sı­nı açık­ça be­lir­le­ye­rek dev­rim saf­la­rı­na ka­zan­mak ye­ri­ne, da­ha ilk adım­da gru­ba ka­zan­ma an­la­yı­şı­nı ha­ya­ta ge­çi­ren, bi­linç dü­zey­le­ri az çok ile­ri olan­la­rı böl­dük­le­ri yet­mi­yor­muş gi­bi si­ya­si bi­linç dü­ze­yi ge­ri emek­çi kit­le­le­ri de bö­len dev­rim za­rar­lı­la­rı grup­lar, bir­li­ğin öz­nel et­ken­le­rin­den bi­ri olan bir­lik ru­hu­nun ya­ra­tıl­ma­sı ye­ri­ne, dar grup çı­kar­la­rı­nı, grup ru­hu­nu kit­le­le­re ya­yan­lar, fa­şiz­me, re­viz­yo­niz­me düş­man­lık­tan çok, ken­di gru­bun­dan ol­ma­yan­la­ra düş­man­lık duy­gu­la­rı­nı aşı­la­yan­lar, fa­şiz­min do­lay­lı yar­dım­cı­la­rı ol­du­lar.

Bu­ra­da önem­le vur­gu­lan­ma­lı­dır ki, her si­ya­si ör­güt­len­me için­de bu­lu­nan ile­ri, dü­rüst, ger­çek­ten dev­rim is­te­yen un­sur­lar; so­mut du­rum­la­rı yan­lış tah­lil eden ve so­mut du­rum­la­ra uy­gun düş­me­yen mü­ca­de­le gö­rev­le­ri tes­pit eden, yan­lış si­ya­si bir tu­tum iz­le­me­ye öna­yak olan ön­der kad­ro­lar­dan, Mark­sizm-Le­ni­niz­min araş­tı­rıl­ma­sı te­me­lin­de, he­sap sor­ma­lı­dır­lar. Çün­kü so­run, şu ya da bu gru­bun iç so­ru­nu de­ğil, son tah­lil­de, yan­lış si­ya­set­le doğ­ru si­ya­set, Mark­sizm-Le­ni­nizm ile re­viz­yo­nizm, dev­rim ile kar­şı dev­rim ara­sın­da­ki bir so­run­dur.

Yeni Dönem ve Yeni Biçimlenmeler

Öy­le bir ta­ri­hi dö­ne­mi ya­şı­yo­ruz ki, si­ya­sal alan­da, nes­nel ola­rak var­lık­la­rı­nı sür­dü­ren top­lum­sal-si­ya­sal güç­ler, esas yön­le­ri­ni, ge­li­şim eği­lim­le­ri­ni be­lir­le­miş­ler­dir. Önü­müz­de­ki gün­ler, yön­le­rin ve eği­lim­le­rin ala­bil­di­ği­ne net­leş­ti­ği­ni, öz ola­rak ay­nı, bi­çim ola­rak fark­lı olan ha­re­ket­le­rin, öz­le­ri­ne uy­gun de­ği­şim­le­re uğ­ra­ya­ca­ğı­nı, bir ara­ya ge­le­cek­le­ri­ni gös­te­re­cek­tir. Net­leş­me sü­re­ci ki­mi za­man şid­de­te va­ran ça­tış­ma­la­rı da içe­re­cek­tir. Dev­rim­le kar­şı dev­rim ara­sın­da­ki si­ya­si he­sap­laş­ma, dev­ri­min ve kar­şı dev­ri­min et­ki ala­nın­da bu­lu­nan kit­le­sel-top­lum­sal güç­le­ri de de­rin­den et­ki­le­ye­cek, bi­linç de­ği­şim­le­ri­ne, bu­na bağ­lı ola­rak si­ya­si ter­cih­ler­de mey­da­na ge­le­cek de­ği­şim­le­re yol aça­cak­tır. Her ke­sim­de, eko­no­mik-si­ya­si bu­na­lım­la­ra ve bu nes­nel sü­re­ce uy­gun mü­ca­de­le yön­tem­le­ri­nin se­çi­min­de ve uy­gu­lan­ma­sın­da çı­ka­cak ay­rı­lık­la­ra gö­re, it­ti­fak­lar­da da ay­rı­lık­lar or­ta­ya çı­ka­cak­tır. Da­ha ön­ce, so­yut te­orik de­ğer­len­dir­me fark­lı­lık­la­rı ola­rak ele alı­nan, esa­sa iliş­kin gö­rün­me­yen bir yı­ğın so­run pra­tik mü­ca­de­le­nin yo­ğun­laş­ma­sıy­la bir­lik­te iç mü­ca­de­le­le­ri de­rin­leş­ti­re­cek ve güç­ler, ger­çek öz­le­ri­nin be­lir­le­ye­ce­ği bir ni­te­li­ğe bü­rü­ne­cek­tir. Bu ne­den­le bu­gün, bel­li ad ve eti­ket­ler al­tın­da var­lık­la­rı­nı sür­dü­ren si­ya­si ha­re­ket­ler, et­ki­le­ri al­tın­da tut­tuk­la­rı kit­le­le­rin ger­çek sı­nıf çı­kar­la­rı­na uy­gun çö­züm­ler ge­tir­me­dik­le­ri sü­re­ce, o kit­le­le­ri saf­la­rın­da tu­ta­ma­ya­cak­lar­dır. Bu ne­den­le, biz Yurt­se­ver Dev­rim­ci De­mok­rat­lar, bu­gün özel­lik­le de ge­ri­ci fa­şist bur­ju­va par­ti­le­ri­nin saf­la­rın­da bu­lu­nan emek­çi kit­le­le­rin, si­ya­si sı­nıf bi­linç­le­rin­de mey­da­na ge­le­cek de­ği­şim­le­re bağ­lı ola­rak, re­viz­yo­nist-opor­tü­nist grup ve par­ti­le­rin saf­la­rın­da bu­lu­nan emek­çi kit­le­le­rin, Mark­sizm ve sı­nıf mü­ca­de­le­si kav­ra­yış­la­rın­da mey­da­na ge­le­cek de­ği­şim­le­re bağ­lı ola­rak, si­ya­si ter­cih­le­rin­de de­ği­şim­ler ola­ca­ğı­nı ve gi­de­rek, bü­yük bir ço­ğun­lu­ğu­nun ger­çek­le­ri gö­re­ce­ği­ni ve top­lum­sal-de­mok­ra­tik halk dev­ri­mi saf­la­rın­da to­par­la­na­cak­la­rı inan­cı­nı ta­şı­yo­ruz.

Ge­rek dev­rim, ge­rek­se kar­şı dev­rim saf­la­rın­da va­ro­lan, keş­me­keş azal­ma­ya­cak, ak­si­ne dün­ya ve ül­ke ça­pın­da var­lı­ğı­nı sür­dü­ren, eko­no­mik-top­lum­sal-si­ya­sal-ide­lo­jik ve ah­la­ki bu­na­lım­la­ra pa­ra­lel ola­rak şid­det­le­ne­cek­tir. Bu keş­me­ke­şe son ve­re­cek fi­liz­len­me­le­ri biz­zat ken­di rah­min­de doğu­racak­tır. 1970’ler, na­sıl ki kit­le­le­ri, özel­lik­le de en ile­ri un­sur­la­rı ye­ni si­ya­sal ara­yış­la­ra it­tiy­se, 1980’ler bu ara­yı­şı, ye­ni ko­şul­lar­da da­ha de­rin­le­re in­di­re­cek­tir. Ye­ni bö­lün­me­ler, ye­ni ye­ni bir­leş­me­ler bir­bi­ri­ni ko­va­laya­cak­tır. Da­ha ön­ce kut­sal bir do­ku­nul­maz­lık­la sa­vu­nu­lan bir yı­ğın “te­ori” ve “tes­bit” de te­mel­le­rin­den sar­sı­la­cak­tır. Bü­tün saf­lar bir alt üst olu­şu ya­şa­ya­cak­lar­dır. Ge­niş emek­çi kit­le­ler, özel­lik­le de sa­na­yi pro­le­tar­ya­sı, or­tak çı­kar­la­rı­nı el yor­da­mıy­la bu­la­cak­tır. Mark­sizm-Le­ni­niz­min bi­li­miy­le do­nan­mış si­ya­set­ler­le kar­şı­laş­tık­ça, sah­te dev­rim­ci­ler­le ger­çek dev­rim­ci­ler ara­sın­da­ki, Mark­sizm-Le­ni­nizm ile re­viz­yo­nizm ara­sın­da­ki fark­la­rı gö­re­cek­ler­dir. Top­lum­sal-de­mok­ra­tik halk dev­ri­mi­nin güç­lü mık­na­tı­sı, dev­rim is­te­yen bü­tün güç­le­ri, mer­ke­zi bir nok­ta­da, iş­çi sı­nı­fı­nın en ile­ri un­sur­la­rı­nın ira­de bir­li­ği do­la­yı­sıy­la bü­tün emek­çi­le­rin ve ezi­len ulus ve halk­la­rın ira­de bir­li­ği­nin ifa­de­si olan par­ti­nin çev­re­sin­de to­par­la­ya­cak ve ör­güt­le­ye­cek­tir.

Özel­lik­le son on yı­lın si­ya­si çal­kan­tı­la­rı, eko­no­mik bu­na­lım­la­rı, emek­çi kit­le­le­rin bi­lin­cin­de ol­duk­ça önem­li de­ği­şik­lik­le­re yol aç­mış­tır. CHP re­for­miz­mi ağır dar­be­ler ye­miş, ye­ni bir umut­la, de­ni­ze dü­şe­nin yı­la­na sa­rıl­ma­sı ör­ne­ği bel bağ­la­nan AP fa­şiz­mi, kit­le­le­rin bur­ju­va­zi­ye olan gü­ve­ni­ni ol­duk­ça sars­mış­tır. Öte yan­da Sov­yet em­per­ya­liz­mi­nin ve ona bağ­lı sos­yal fa­şist par­ti­le­rin et­ki­le­ri, ka­bul et­mek ge­re­kir ki dü­ne oran­la da­ha da güç­len­miş­tir. MHP de, ge­rek ör­güt­len­me dü­ze­yi, ge­rek kit­le iliş­ki­le­ri, ge­rek­se ide­olo­jik et­ki­le­ri açı­sın­dan, dü­ne gö­re da­ha da güç­lü­dür. Bü­tün bun­la­ra kar­şın, şim­di­lik halk güç­le­ri ve dev­rim güç­le­ri ola­rak gör­dü­ğü­müz çe­şit­li si­ya­si grup­la­rın bün­ye­sin­de bu­lu­nan kit­le­ler açı­sın­dan ol­sun, çe­şit­li mil­li­yet­ler­den emek­çi kit­le­le­rin dev­rim is­te­ği, dü­ne oran­la on kat yir­mi kat da­ha yük­sek­tir. Ezi­len ulus ve halk saf­la­rın­da, ulu­sal ve top­lum­sal bi­linç ol­duk­ça ge­liş­miş, doğ­ru de­ğer­len­di­ri­le­bi­li­nir­se, dev­ri­min ki­li­di ha­li­ne gel­miş­tir. Bi­ze dü­şen dev­rim­ci gö­rev, “top­lu­mu ye­ni­den bi­çim­len­dir­mek için plan­lar kur­mak de­ğil, iş­çi­le­rin al­dı­ğı pa­yı iyi­leş­tir­mek ko­nu­sun­da ka­pi­ta­list­le­re ve on­la­rın ça­nak ya­la­yı­cı­la­rı­na öğüt ver­mek de­ğil, komp­lo plan­la­rı ha­zır­la­mak de­ğil, ama pro­le­tar­ya­nın sı­nıf mü­ca­de­le­si­ni ör­güt­le­mek ve ni­hai ama­cı pro­le­tar­ya­nın si­ya­sal gü­cü ele ge­çir­me­si ve sos­ya­list bir top­lu­mun ör­güt­len­me­si olan bu mü­ca­de­le­ye ön­der­lik”(5) et­mek­tir; bu te­mel­de, kit­le­le­rin dev­rim is­te­ği­ni mad­di bir güç ha­li­ne, dev­rim­ci ener­ji ha­li­ne dö­nüş­tü­re­cek ör­güt­len­me­le­ri ya­rat­mak­tır. Biz, dün­ya pro­le­ter sos­ya­list dev­ri­mi­nin bir par­ça­sı ola­bi­le­cek ni­te­lik­te bir dev­ri­mi, top­lum­sal dev­ri­mi amaç­lı­yo­ruz. Le­nin, top­lum­sal dev­ri­mi, 1902’de ha­zır­la­dı­ğı, “Rus­ya Sos­yal De­mok­rat İş­çi Par­ti­si­nin Prog­ram Tas­la­ğı”nda şöy­le ta­nım­lı­yor:

“İş­çi­le­rin kur­tu­lu­şu iş­çi sı­nı­fı­nın ken­di ese­ri ola­cak­tır. Bu­gün­kü top­lu­mun bü­tün di­ğer sı­nıf­la­rı, mev­cut eko­no­mik sis­te­min te­mel­le­ri­nin ko­run­ma­sın­dan ya­nadır­lar. İş­çi sı­nı­fı­nın ger­çek kur­tu­lu­şu —ka­pi­ta­liz­min iç ge­li­şi­mi ta­ra­fın­dan ha­zır­la­nan— bir top­lum­sal dev­ri­mi ge­rek­ti­rir; ya­ni, üre­tim araç­la­rı­nın özel mül­ki­ye­ti­nin kal­dı­rıl­ma­sı, bu­nun top­lum­sal mül­ki­ye­te dö­nüş­tü­rül­me­si bü­tün top­lum üye­le­ri­nin tam re­fa­hı­nın öz­gür ve her yön­lü ge­liş­me­si­ni sağ­la­mak ama­cıy­la ka­pi­ta­list mal üre­ti­mi­nin ye­ri­ni ih­ti­yaç mad­de­le­ri üre­ti­mi­nin bü­tün ola­rak top­lum ta­ra­fın­dan sos­ya­list ör­güt­len­me­si­nin al­ma­sı.

“Bu pro­le­ter dev­ri­mi, top­lu­mun sı­nıf­la­ra bö­lün­me­si­ne, do­la­yı­sıy­la, bu bö­lün­me­den kay­nak­la­nan bü­tün top­lum­sal ve po­li­tik eşit­siz­li­ğe ta­ma­miy­le son ve­re­cek­tir.

“Bu top­lum­sal dev­ri­mi ba­şar­mak için pro­le­tar­ya, onu du­ru­ma ha­kim kı­la­cak ve bü­yük ama­cı­na gi­den yol üze­rin­de­ki bü­tün en­gel­le­ri aş­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak olan po­li­tik ik­ti­da­rı el­de et­me­li­dir. Bu an­lam­da pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü top­lum­sal dev­ri­min zo­run­lu ko­şu­lu­dur.”(6)
Marx da şöy­le der:
“Bu sos­ya­lizm, ge­nel ola­rak sı­nıf fark­lı­lık­la­rı­nın or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı, sı­nıf fark­lı­lık­la­rı­nın da­yan­dık­la­rı bü­tün üre­tim iliş­ki­le­ri­nin or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı, bu üre­tim iliş­ki­le­ri­ne uy­gun dü­şen bü­tün top­lum­sal ba­ğın­tı­la­rın or­ta­dan kal­dı­rıl­ma­sı, bu top­lum­sal ba­ğın­tı­lar­dan do­ğan bü­tün dü­şün­ce­le­rin al­tüst edil­me­si­ne var­mak üze­re, dev­ri­min sü­rek­li­li­ği­nin ila­nı­dır, zo­run­lu bir ge­çiş nok­ta­sı ola­rak pro­le­tar­ya­nın sı­nıf dik­ta­tör­lü­ğü­dür.”(7)

Amaç ola­rak, top­lum­sal dev­ri­mi önü­mü­ze koy­ma­mı­za kar­şın, gün­de­mi­miz­de­ki dev­rim, top­lum­sal dev­ri­min ilk aşa­ma­sı olan Top­lum­sal De­mok­ra­tik Halk Dev­ri­mi’dir. Si­ya­si ta­le­bi­miz, pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü­nün öz­gül bir bi­çi­mi olan, Top­lum­sal De­mok­ra­tik Halk Dik­ta­tör­lü­ğü’dür.

Kı­sa­ca, Top­lum­sal De­mok­ra­tik Halk Dev­ri­mi, em­per­ya­liz­me ve sos­yal em­per­ya­liz­me kar­şı, ül­ke ba­ğım­sız­lı­ğı­nı ka­zan­ma ve ko­ru­ma gö­rev­le­ri­ni içe­ren, Türk, Kürt ve ezi­len halk­la­rın an­ti em­per­ya­list bir­le­şik ulu­sal, sos­ya­list ve de­mok­ra­tik dev­ri­mi­dir. Da­ha iler­de bu ko­nu­ya ge­niş yer ve­re­ce­ğiz.

Gö­rev­le­ri­miz ol­duk­ça ağır ve zor­dur. Baş­ta pro­le­tar­ya ve yok­sul köy­lü­lük ol­mak üze­re, en ge­niş emek­çi kit­le­le­ri, ezi­len ulus ve halk­la­rı em­per­ya­liz­min, iş­bir­lik­çi bur­ju­va­zi ve top­ra­k a­ğa­la­rı­nın ve on­la­rın ça­nak ya­la­yı­cı­la­rı­nın bo­yun­du­ru­ğun­dan kur­tar­mak; sos­yal em­per­ya­list tu­za­ğa düş­mek­ten kur­tar­mak, Çin re­viz­yo­nist kar­şı dev­rim­ci­le­ri­ne ve her tür­den ge­ri­ci­li­ğe kar­şı ezi­len kit­le­le­ri uya­nık tu­ta­bil­mek ve çı­kar­la­rı­nı sa­vu­na­bil­mek ve on­la­rı yön­len­di­re­bil­mek için, dev­rim za­rar­lı­la­rı­na kar­şı da sa­va­şa­bil­mek; dev­rim­ci ge­liş­me­ye za­rar ve­ren, kit­le­le­rin bir­leş­ti­ril­me­si­ne en­gel olan her tür­lü ide­olo­jik-po­li­tik en­gel­le­ri aşa­bil­mek için, Mark­sist-Le­ni­nist il­ke­ler te­me­lin­de ör­güt­len­mek­ten baş­ka si­la­hı­mız yok­tur.
Açık­tır ki, böy­le­si­ne ağır gö­rev­le­rin üs­te­sin­den ge­le­bi­le­cek bir ör­güt, an­cak mü­ca­de­le için­de ge­li­şe­bi­lir; mü­ca­de­le­nin zor­luk­la­rı al­tın­da ezi­len ve so­run­la­ra ce­vap ve­re­me­yen bir ör­güt, za­ten do­ğal ayık­lan­ma­nın ku­ral­la­rı­na gö­re ayık­la­nır ve ha­yat hak­kı­nı yi­ti­rir.

Devrimci Bir Örgütlenmenin Gerekliliği

Ba­zı­la­rı­na gö­re, için­de bu­lun­du­ğu­muz ko­şul­lar­da, ye­ni bir grup oluş­tur­ma­nın ve bu te­mel­de ye­ni bir ör­güt­len­me­ye git­me­nin ola­na­ğı yok­tur. Oy­sa biz, tam da bu nok­ta­da tam ter­si­ni dü­şü­nü­yo­ruz. Ko­şul­lar, doğ­ru ide­olo­jik-si­ya­si te­mel­ler­de ye­ni bir ör­güt­len­me­ye her za­man­kin­den da­ha çok el­ve­riş­li­dir. Çün­kü ger­çek­ten dev­rim is­te­yen mil­yon­la­rın is­te­ği bu doğ­rul­tu­da­dır; nes­nel sü­reç de bu­na uy­gun­dur. Dü­şün­ce­le­ri­mi­ze kar­şı bir an­la­yı­şa sa­hip olan­la­rın bi­ze kar­şı or­tak bir ta­vır iz­le­ye­cek­le­ri­ni bi­li­yo­ruz. Bu ko­nu­da ha­zır­lık­lı ol­mak ge­re­kir. On­la­rın bu me­ka­nik an­la­yış­la­rı, ide­aliz­min yön ver­di­ği kav­ra­yış­la­rı­nın ve dev­rim za­rar­lı­sı grup­çu, ka­ri­ye­rist ya­pı­la­rı­nın do­ğal bir so­nu­cu­dur. Grup kur­mak ya da kur­ma­mak kim­se­nin iz­ni­ne, ira­de­si­ne bağ­lı de­ğil­dir.

Na­sıl ki dev­rim kim­se­nin ira­de­si­ne bağ­lı bir olay de­ğil­se, si­ya­si grup­laş­ma­lar da kim­se­nin ira­de­si­ne bağ­lı de­ğil­dir. Biz, ta­ri­hin bi­ze yük­le­di­ği dev­rim­ci gö­rev­le­ri­mi­zi an­cak ba­ğım­sız bir grup ola­rak yü­rüt­mek­ten baş­ka bir ça­re­miz kal­ma­dı­ğı için bu yo­lu se­çi­yo­ruz. Dev­rim­ci mü­ca­de­le­yi felç eden si­ya­sal kör­lük­le­re, grup re­ka­bet­le­ri­nin ya­rat­tı­ğı yı­kın­tı­la­ra ve yo­baz­lık­la­ra, ka­pi­ta­list üre­tim bi­çi­mi­nin do­ğal bir so­nu­cu olan si­ya­sal anar­şi­ye ve bir bü­tün ola­rak dev­rim düş­man­la­rı­na ve dev­rim za­rar­lı­la­rı­na kar­şı mü­ca­de­le yo­lu­nu se­çi­yo­ruz. Bi­li­yo­ruz ki, bur­ju­va­zi­ye ve onun ide­olo­ji­sin­den esin­len­miş her tip­ten ge­ri­ci­li­ğe, re­viz­yo­niz­me ve ken­di­si­ni “dev­rim­ci” gös­te­ren her tür­den sap­ma­ya kar­şı mü­ca­de­le­nin ta­yin edi­ci so­nuç­la­rı, son çö­züm­le­me­de, an­cak sa­vaş alan­la­rın­da, si­lah­lar ta­ra­fın­dan ka­ra­ra bağ­la­na­cak­tır. Bi­ze, şim­di­lik eleş­ti­ri si­lah­la­rı­nı yö­nelt­mek­le ye­ti­ne­cek olan­lar, öy­le bir dö­nem ge­le­bi­lir ki, si­lah­la­rın eleş­ti­ri­si­ni yö­nel­te­bi­lir­ler. Bi­ze yö­ne­len her si­la­ha, eğer hak­lıy­sak, doğ­ru yol­day­sak, da­ha güç­lü si­lah­lar­la kar­şı­lık ve­re­ce­ğiz. Ama­cı­mız açık­tır; dev­rim is­te­yen top­lum­sal güç­le­ri, baş­ta sa­na­yi pro­le­tar­ya­sı omak üze­re, bü­tün pro­le­tar­ya­yı, en ge­niş an­lam­da köy­lü­lü­ğü, özel­lik­le yok­sul köy­lü­lü­ğü, şe­hir küçük burjuva­zi­si­ni ve en ge­niş emek­çi kit­le­le­ri, da­ğı­nık Mark­sist-Le­ni­nist eği­lim­li grup­la­rı ve ki­şi­le­ri, ya­ni, Kürt, Türk ve di­ğer mil­li­yet­ler­den halk­la­rı, bir­le­şik-ulu­sal-top­lum­sal kur­tu­lu­şa, en ge­niş halk de­mok­ra­si­si­ne gö­tü­re­cek kav­ga için, dev­rim­ci pro­le­tar­ya par­ti­si­nin ça­tı­sı ve Mark­sizm-Le­ni­nizm bay­ra­ğı al­tın­da top­la­mak­tır. Gö­rev­le­ri­mi­zin ne den­li zor, kar­şı­la­şa­ca­ğı­mız en­gel­le­rin ne den­li çe­tin ve çe­şit­li ol­du­ğu­nun bi­lin­cin­de­yiz. Bir ey­lem kı­la­vu­zu ola­rak önü­mü­ze koy­du­ğu­muz Mark­sizm-Le­ni­niz­min bi­li­mi, sı­nıf mü­ca­de­le­mi­zin yo­lu­nu ay­dın­la­ta­cak, dev­rim düş­ma­nı ve dev­rim za­rar­lı­sı ide­olo­ji ve si­ya­set­le­ri yer­le­ bir et­me­mi­zin kı­lı­cı ola­cak­tır. Bir mü­ca­de­le si­la­hı olan Mark­sizm-Le­ni­nizm, za­fe­rin; hal­ka ve dev­ri­me iha­net de­mek olan re­viz­yo­nizm ve opor­tü­nizm ise uşak­lı­ğın sim­ge­si­dir.

Neden Yurtsever-Devrimci Demokrat?

İçin­de bu­lun­du­ğu­muz aşa­ma­nın öz­gül gö­rev­le­ri, sa­hip ol­du­ğu­muz si­ya­si-fel­se­fi bi­linç dü­ze­yi, dev­rim­ci de­ne­yim­le­ri­mi­zin ni­te­li­ği, dev­rim­ci ah­lak ve tu­tum an­la­yı­şı­mız, ken­di­mi­zi, Yurt­se­ver Dev­rim­ci De­mok­rat adıy­la ta­nım­la­ma­mı­zı ge­rek­li kı­lı­yor. Na­sıl ki, Top­lum­sal-De­mok­ra­tik Halk Dev­ri­mi, top­lum­sal dev­ri­min bir ön aşa­ma­sı­dır. YDD ol­mak da, “pro­le­ter dev­rim­ci” ola­bil­me­nin “ko­mü­nist” ola­bil­me­nin ön aşa­ma­sı­dır. Bir in­sa­nın ken­di­si için yap­tı­ğı de­ğer­len­dir­me, an­cak pra­ti­ği ta­ra­fın­dan doğ­ru­lan­ma­lı­dır ki, o de­ğer­len­dir­me­ye ken­di dı­şın­da­ki­ler de ka­tı­la­bil­sin. Öy­le ol­ma­say­dı, bol ke­se­den ken­di­le­ri­ne “dev­rim­ci pro­le­ter”, “ko­mü­nist” ad­la­rı­nı ya­kış­tı­ran­la­rın eti­ket­le­riy­le pra­tik­le­ri ara­sın­da­ki çe­liş­ki­le­ri he­sa­ba kat­ma­dan, ken­di­le­ri için yap­tık­la­rı öz­nel de­ğer­len­dir­me­le­re ka­tıl­ma­mız ge­re­kir­di.

Be­lirt­me­li­yiz ki, “yurt­se­ver” ta­nı­mı­nı kul­la­n­ma­mız, ba­zı çev­re­ler­ce “şo­ven” ol­du­ğu­muz bi­çi­min­de bir suç­la­ma­yı da be­ra­be­rin­de ge­ti­re­bi­lir. An­cak kı­sa­ca açık­la­ma­lı­yız ki, “ulu­sal”ı na­sıl “bir­le­şik ulu­sal” an­lam­da ele alı­yor­sak, “yurt­se­ver” ta­nım­la­ma­sı­nı da, ay­nı içe­rik­ten yo­la çı­ka­rak ele alı­yo­ruz.

Mark­siz­min ABC’si­ni bi­len her­kes bi­lir ki, “yurt­se­ver”, “dev­rim­ci”, “de­mok­rat” ol­ma­nın, her sı­nıf için fark­lı bir öl­çü­sü, an­la­mı ve içe­ri­ği var­dır. Biz, pro­le­ter yurt­se­ver­li­ği­ni, pro­le­ter de­mok­ra­si­si­ni, pro­le­ter dev­rim­ci­li­ği­ni ken­di­miz için öl­çü alı­yo­ruz. Çün­kü biz, ger­çek pro­le­ter dev­rim­ci­le­r ol­mak için ça­lı­şı­yo­ruz.

Ne­den Yurt­se­ver-Dev­rim­ci De­mok­rat?
Em­per­ya­liz­me, sos­yal em­per­ya­liz­me ve Çin he­go­man­ya­cı­lı­ğı­na ve bun­la­rın iş­bir­lik­çi­le­ri­ne kar­şı ol­ma te­me­lin­de, çe­şit­li mil­li­yet­ler­den hal­kın ba­rın­dı­ğı (*) yur­dun ba­ğım­sız­lı­ğı­nı sa­vun­mak. Bu an­lam­da ba­ğım­sız­lı­ğı sa­vun­ma­dan yurt­se­ver olu­na­maz.

Fa­şiz­me, sos­yal fa­şiz­me, her tür­den ulu­sal bas­kı ve şo­ve­niz­me, fe­oda­liz­min ka­lın­tı­la­rı­na ve sö­mür­ge­ci­li­ğe; mil­li­yet, ırk, renk, dil, din, mez­hep ta­ri­kat far­kı gö­zet­mek­si­zin inanç ve si­ya­sal öz­gür­lük­le­rin önün­de va­ro­lan bü­tün en­gel­le­re; ka­dın­la­rın ezil­me­si­ne; her tür­den grup ve hot­zot­çu­lu­ğa kar­şı mü­ca­de­le ver­mek, en ge­niş an­la­mıy­la ulus­la­rın ka­der­le­ri­ni ta­yin il­ke­si­ni sa­vun­mak; sek­ter, dogma­tik ol­ma­mak, eleş­ti­ri­ye da­ya­nık­lık gös­ter­mek; de­mok­rat adı­na la­yık ol­mak is­te­yen­le­rin te­mel ala­ca­ğı il­ke­ler­dir. Ezi­len ulus­tan bir kim­se, yu­karı­da­ki­le­re ek ola­rak, dar ulu­sal­cı­lı­ğa kar­şı de­ğil­se, de­mok­rat­lı­ğı tu­tar­lı sa­yı­la­maz.

Dev­rim­ci adı­na la­yık ol­mak için; di­ya­lek­tik ma­ter­ya­list dün­ya gö­rü­şü­nü be­nim­se­mek, di­ya­lek­tik ma­ter­ya­liz­min ya­sa­la­rı­nı top­lum­sal olay­la­rın in­ce­len­me­sin­de kı­la­vuz edin­mek; sı­nıf mü­ca­de­le­si­nin, pro­le­tar­ya­nın za­fe­riy­le so­nuç­la­na­ca­ğı­na inan­mak ve bu doğ­rul­tu­da mü­ca­de­le yü­rüt­mek; dev­rim­de pro­le­tar­ya­nın par­ti­si ara­cı­lı­ğı ile he­go­man­ya­sı­nı ve pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü­nü sa­vun­mak ve dev­ri­min kit­le­le­rin ese­ri ola­ca­ğı­na inan­mak; her tür­den re­viz­yo­nizm, opor­tü­nizm ve re­for­mizm ile ara­sı­na ke­sin bir çiz­gi çek­mek; ül­ke dev­ri­mi­ni, dün­ya pro­le­ter sos­ya­list dev­ri­mi­nin bir par­ça­sı say­mak ve ken­di ül­ke pro­le­tar­ya­sı­nın çı­kar­la­rı­nı, dün­ya pro­le­tar­ya­sı­nın çı­kar­la­rı­na bağ­lı gör­mek; kı­sa­ca, Mark­sizm-Le­ni­niz­min ölüm­süz il­ke­le­ri­ne sa­rıl­mak ve bu il­ke­le­ri ül­ke­nin so­mut dev­rim­ci pra­ti­ği­ne ya­ra­tı­cı bir bi­çim­de uy­gu­la­mak.
Yu­kar­da be­lirt­ti­ği­miz öl­çü­ler için­de bir dev­rim­ci ola­bil­mek, as­lın­da yurt­se­ver­li­ği de, de­mok­rat­lı­ğı da içe­rir. Do­ğal­dır ki, bu dü­ze­ye ula­şa­bil­mek, hem te­orik, hem de pra­tik an­lam­da uzun yıl­la­rın inat­çı, sa­bır­lı ça­ba­sı­nı ge­rek­li kı­la­cak­tır.

* Marks, “iş­çi­le­rin va­ta­nı yok­tur” der. O, bur­ju­va ulu­sal an­lam­da, ulu­sal sı­nır­la­ra pro­le­tar­ya­nın kar­şı ol­du­ğu­nu be­lir­tir. Fa­kat na­sıl ki pro­le­tar­ya, sı­nıf fark­lı­lık­la­rı­na kar­şı ol­du­ğu hal­de, sı­nıf­la­rı or­ta­dan kal­dır­mak için, ken­di­si­ni, ken­di­li­ğin­den bir sı­nıf ol­mak­tan çı­kar­tıp ken­di­si için bir sı­nıf ol­mak zo­run­day­sa, ezi­len bir sı­nıf ol­mak­­tan sıy­rı­lıp ege­men bir sı­nıf ol­mak zo­run­day­sa, son çö­züm­le­me­de dev­le­ti sön­dür­mek gö­re­vi­ni ye­ri­ne ge­ti­re­bil­mek için, dev­le­te kar­şı ol­du­ğu hal­de, pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü dev­le­ti­ni oluş­tur­mak ve sağ­lam­laş­tır­mak zo­run­day­sa, her tür­den ulusal sınır­ları or­tadan kal­dır­mak için de proleter görev­lerini yerine getirebil­mek için de, bel­li sı­nır­la­rı olan bir yur­da (va­tan) ih­ti­ya­cı var­dır. İş­te bu ne­den­le­dir ki, Kürt, Türk ve di­ğer mil­li­yet­ler­den halk­la­rın, Türk ege­men­le­ri­nin bas­kı ve ta­la­nı al­tın­da bu­lu­nan, Kürt, Türk ve ezi­len halk­la­rın yur­du­nu ele ge­çir­me­le­ri ge­re­kir. An­cak em­per­ya­liz­min, iş­bir­lik­çi ka­pi­ta­liz­min, top­ra­k a­ğa­lı­ğı­nın ve bun­la­rın çe­şit­li mil­li­yet­ler­den top­lum­sal da­ya­nak­la­rı­nın ye­nil­me­si, si­ya­si ik­ti­dar­la­rı­nın ve mülk­le­ri­nin ele ge­çi­ril­me­si so­nu­cun­da, va­ro­lan bur­ju­va ulu­sal sı­nır­lar için­de­ki Kürt, Türk ve ezi­len halk­la­rın yur­du­nun kur­tul­ma­sıy­la müm­kün­dür ve an­cak bun­dan son­ra­dır ki, ulus­la­rın ka­der­le­ri­ni ta­yin il­ke­si ha­ya­ta ge­çi­ri­le­bi­lir ve ye­ni yurt­lar olu­şa­bi­lir. Açık­la­mak ge­re­kir ki, sı­nır­la­rın var­lı­ğı, sı­nır­la­rın ko­run­ma­sı, özün­de bur­ju­va sı­nıf ka­rak­te­re sa­hip­tir. Ül­ke sı­nır­la­rı, özün­de özel mülk edin­me­nin bir bi­çi­mi­ni ifa­de eder. Ko­mü­niz­min ilk aşa­ma­sı olan sos­ya­lizm dö­ne­min­de ko­mü­niz­me va­rın­ca­ya dek, bur­ju­va-pro­le­ter zıt­lı­ğı, var­lı­ğı­nı de­ği­şen oran­lar­da ko­ru­ya­cak­tır. Ko­mü­niz­me var­ma, ka­pi­ta­liz­min et­ki­le­rin­den kur­tul­ma de­mek­tir ki, bu ay­nı za­man­da her çe­şit­ten sı­nıf sı­nır­la­rı­nın da kalk­ma­sı de­mek­tir. Sı­nıf­la­rın sön­me­si, ay­nı za­man­da sı­nıf özel­lik­le­ri­nin de sön­me­si de­mek­tir. Eğer sı­nıf­lar yok­sa, ulus­lar da ol­ma­ya­cak­tır. Bu ko­nu­la­rı baş­ka ya­zı­la­rı­mız­da derin­leş­tireceğiz.