Yılmaz Güney, “Kültür dünyayı değiştirme çabasının ürünüdür ve aynı zamanda yeniden değişiminin en temel öğesidir” der ve bu alt başlık altında sorunu şöyle açımlar:
“Kültür kavramı, insanlığın günümüze kadar, hayatın her alanında (üretim, bilim, sınıf mücadelesi vb.) kazandığı deneyimlerin ve bilgilerin tümünü içerir. Kültür insanın; iradesinden bağımsız olarak varolan şeylerle arasındaki ilişkisinin, çelişkisinin, kendisini yeniden ve yeniden üretmesinin ürünüdür. İnsanlığın kültürü, değişimin, üretim araçlarıyla insan arasındaki diyalektik gelişmenin üzerinde yükselir. Sınıfların var oluşuyla birlikte, kültüre damgasını basan şey, sınıflararası mücadele olmuştur… Sınıflar arası mücadeleyle, dünyaya egemen olma, dünyayı değiştirme mücadelesi arasında kopmaz bir bağ vardır. Tarihin tanıdığı ilk devrimci sınıf, köle sahipleri sınıfıdır. Köleci toplum, ilkel komünal topluma göre daha ileri bir toplum biçimidir. Daha sonra sırasıyla, feodaller, burjuvalar tarih sahnesine devrimci görevlerle çıkarlar. Bu sınıfları devrimci yapan şey, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çatışmalarda sahip oldukları yerdir. Bu sınıflar, bir önceki toplum biçimine oranla, tarihi daha ileriye götürecek üretim biçimine ve toplum yapısına denk düşerler. Üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki bu gelişme, gelişmenin ve devrimin itici nedenidir. Ne zaman ki, üretim güçleri daha önce içinde hareket ettikleri üretim ilişkilerinden artık rahatsız oluyorlar, çelişmeler keskinleşiyor, artık onun içinde gelişmiyorlar, daha ileri bir üretim biçimini zorunlu kılıyorlar, devrim kapıya dayanmış demektir. Devrimci durumu devrime dönüştürmek için, nesnel koşulların yanısıra, öznel koşulların da elverişli olması gerekir. İşte, kültür-sanat mücadelesi, bu anlamda, öznel koşulların oluşturulması anlamında büyük öneme sahiptir.
Tarih, bir zamanlar ilerici, devrimci olan sınıfların, giderek nasıl gericileştiklerine tanık olmuştur. Bu nedenledir ki, devrimcilik, ilericilik mutlak, değişmez birşey değildir. Üretim güçlerinin gelişimiyle, tarihin ileriye doğru orantıda bağ kuramayan sınıflar gericileşirler. 1917 Ekim Devrimi’ne kadar yapılan bütün toplumsal devrimler, azınlık devrimleriydi. Ekim Devrimi ise, tarihte ilk kez büyük çoğunluğun, ezilenlerin, işçilerin, yoksul köylülerin, küçük burjuvazinin devrimiydi. Çoğunluğun çıkarlarını temsil ediyordu ve önderi, dünyanın en devrimci sınıfı olan proletaryaydı. Ancak, Sovyet proletaryası devrimi sonuna kadar ilerletemedi, revizyonizme yenildi. İktidarı bürokrat burjuvaziye kaptırdı. Aynı gerici gelişme SBKP’ye inanan ülke proletaryalarını da yenilgiye uğrattı. Bu deneyler bize öğretiyor ki, zaferin dersleri yanısıra, yenilginin derslerini de kültür kavramı içinde ele almalı ve incelemeliyiz.
Güney Dergisi
“Kültür kavramı, insanlığın günümüze kadar, hayatın her alanında (üretim, bilim, sınıf mücadelesi vb.) kazandığı deneyimlerin ve bilgilerin tümünü içerir. Kültür insanın; iradesinden bağımsız olarak varolan şeylerle arasındaki ilişkisinin, çelişkisinin, kendisini yeniden ve yeniden üretmesinin ürünüdür. İnsanlığın kültürü, değişimin, üretim araçlarıyla insan arasındaki diyalektik gelişmenin üzerinde yükselir. Sınıfların var oluşuyla birlikte, kültüre damgasını basan şey, sınıflararası mücadele olmuştur… Sınıflar arası mücadeleyle, dünyaya egemen olma, dünyayı değiştirme mücadelesi arasında kopmaz bir bağ vardır. Tarihin tanıdığı ilk devrimci sınıf, köle sahipleri sınıfıdır. Köleci toplum, ilkel komünal topluma göre daha ileri bir toplum biçimidir. Daha sonra sırasıyla, feodaller, burjuvalar tarih sahnesine devrimci görevlerle çıkarlar. Bu sınıfları devrimci yapan şey, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çatışmalarda sahip oldukları yerdir. Bu sınıflar, bir önceki toplum biçimine oranla, tarihi daha ileriye götürecek üretim biçimine ve toplum yapısına denk düşerler. Üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki bu gelişme, gelişmenin ve devrimin itici nedenidir. Ne zaman ki, üretim güçleri daha önce içinde hareket ettikleri üretim ilişkilerinden artık rahatsız oluyorlar, çelişmeler keskinleşiyor, artık onun içinde gelişmiyorlar, daha ileri bir üretim biçimini zorunlu kılıyorlar, devrim kapıya dayanmış demektir. Devrimci durumu devrime dönüştürmek için, nesnel koşulların yanısıra, öznel koşulların da elverişli olması gerekir. İşte, kültür-sanat mücadelesi, bu anlamda, öznel koşulların oluşturulması anlamında büyük öneme sahiptir.
Tarih, bir zamanlar ilerici, devrimci olan sınıfların, giderek nasıl gericileştiklerine tanık olmuştur. Bu nedenledir ki, devrimcilik, ilericilik mutlak, değişmez birşey değildir. Üretim güçlerinin gelişimiyle, tarihin ileriye doğru orantıda bağ kuramayan sınıflar gericileşirler. 1917 Ekim Devrimi’ne kadar yapılan bütün toplumsal devrimler, azınlık devrimleriydi. Ekim Devrimi ise, tarihte ilk kez büyük çoğunluğun, ezilenlerin, işçilerin, yoksul köylülerin, küçük burjuvazinin devrimiydi. Çoğunluğun çıkarlarını temsil ediyordu ve önderi, dünyanın en devrimci sınıfı olan proletaryaydı. Ancak, Sovyet proletaryası devrimi sonuna kadar ilerletemedi, revizyonizme yenildi. İktidarı bürokrat burjuvaziye kaptırdı. Aynı gerici gelişme SBKP’ye inanan ülke proletaryalarını da yenilgiye uğrattı. Bu deneyler bize öğretiyor ki, zaferin dersleri yanısıra, yenilginin derslerini de kültür kavramı içinde ele almalı ve incelemeliyiz.
Güney Dergisi
0 yorum:
Yorum Gönder