ılmaz Güney’in sanat alanında, özellikle de sinema sanatında üstün bir kişilik olduğunu hemen herkes kabul ediyor. O’nun bu alandaki büyüklüğüne düşmanları bile gölge düşüremiyor. Sınıf düşmanları, ona, sanat alanında yöneltecekleri saldırıların ayaklarının havada kalacağının bilincindeler. Bu nedenle onlar, Yılmaz’ın sadece sinema sanatında büyük bir yetenek olduğunu öne çıkarmaya ve geniş halk kitlelerine de sorunu yalnızca bu boyutta aktarmaya çalışıyorlar. Burjuvazi ve kalemşörlerinin bu yaklaşımı gayet anlaşılır birşeydir. Çünkü; onlar Yılmaz Güney’in kültür-sanat anlayışının dayandığı temeli, onun sanatına kan taşıyan, hayat veren kaynağın ne olduğunu gözlerden gizlemek istiyorlar…
Milyonlarca emekçi de onu esas olarak sinemayla tanıyor, onun yapıtlarında kendini buluyor ve ona büyük bir sevgiyle yaklaşıyorlar. Ama ne yazık ki, Yılmaz Güney’in siyasal yaklaşımının-şu ya da bu ölçüye kadar-farkında olan çok küçük bir azınlığın dışında kalan milyonlarca Yılmaz Güney seveni emekçi, onu yalnızca esas olarak bir yönüyle; halktan yana olan büyük bir sinema sanatçısı olarak tanır.
Yılmaz Güney, gerçekte büyük bir sinema ustasıdır. Ama sadece bu kadar değil! O, aynı zamanda sorunlara doğru yaklaşımın en temel halkasını yakalayan; sorunların çözümüne Marksizm-Leninizm bilimi temelinde yaklaşan bir siyasal kişiliktir. O’nun bu iki yönü; kültür ve sanata yaklaşımıyla, siyasal yaklaşımı diyalektik bir bütünlük içindedir, bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir…
Yılmaz Güney’in kültür-sanata yaklaşımı marksist-leninist temelere dayanır, onun üzerinde yükselir. Bu olguyu tespit etmek ve onun bu yaklaşımından öğrenmek açısından, bu yazıda onu yorumlamaktan çok, bizzat kendisine başvuracağız.
Marks, “İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tam tersine, insanların bilincini belirleyen insanların kendi toplumsal varlıklarıdır.” der.
Bu diyalektik belirleme Yılmaz Güney’in yaklaşımlarında çıkış noktasıdır. O, olaylara, gelişmelere sınıf bakış açısıyla yaklaşır, onları, bilimsel sosyalizmin süzgecinden geçirerek değerlendirir. Kültür ve sanata yaklaşımı da bu bakış açısının ürünüdür…
O, şöyle diyor:
“Her toplumsal olay, şu ya da bu sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir ürün, bir olay dizisi yaratır. Sınıf mücadelesini içermeyen tek bir toplumsal olay mümkün değildir. Her olay bir çelişmenin ürünüdür. Her toplumsal olay da, toplumsal çelişmelerin, yani sınıf çelişmelerinin ürünüdür. Ve bu çelişmelerin sonucu meydana gelen olay, şu ya da bu sınıfın güçlenmesine ya da zayıflamasına yolaçar. Bizim için, yani proleter devrimciler için olaylara sınıf açısından bakmak, olaylara devrimci siyasi bir gözle, yani, işçi sınıfının, yoksul köylülüğün, emekçi halkın ve proleter sosyalizminin çıkarlarını, ulusal ve uluslararası planda temel alarak bakmak, her olayın hangi sınıflara yararlı, hangi sınıflara zararlı olduğunu kavramak, olayların sınıfsal özünü kavramak demektir.
Milyonlarca emekçi de onu esas olarak sinemayla tanıyor, onun yapıtlarında kendini buluyor ve ona büyük bir sevgiyle yaklaşıyorlar. Ama ne yazık ki, Yılmaz Güney’in siyasal yaklaşımının-şu ya da bu ölçüye kadar-farkında olan çok küçük bir azınlığın dışında kalan milyonlarca Yılmaz Güney seveni emekçi, onu yalnızca esas olarak bir yönüyle; halktan yana olan büyük bir sinema sanatçısı olarak tanır.
Yılmaz Güney, gerçekte büyük bir sinema ustasıdır. Ama sadece bu kadar değil! O, aynı zamanda sorunlara doğru yaklaşımın en temel halkasını yakalayan; sorunların çözümüne Marksizm-Leninizm bilimi temelinde yaklaşan bir siyasal kişiliktir. O’nun bu iki yönü; kültür ve sanata yaklaşımıyla, siyasal yaklaşımı diyalektik bir bütünlük içindedir, bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir…
Yılmaz Güney’in kültür-sanata yaklaşımı marksist-leninist temelere dayanır, onun üzerinde yükselir. Bu olguyu tespit etmek ve onun bu yaklaşımından öğrenmek açısından, bu yazıda onu yorumlamaktan çok, bizzat kendisine başvuracağız.
Marks, “İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tam tersine, insanların bilincini belirleyen insanların kendi toplumsal varlıklarıdır.” der.
Bu diyalektik belirleme Yılmaz Güney’in yaklaşımlarında çıkış noktasıdır. O, olaylara, gelişmelere sınıf bakış açısıyla yaklaşır, onları, bilimsel sosyalizmin süzgecinden geçirerek değerlendirir. Kültür ve sanata yaklaşımı da bu bakış açısının ürünüdür…
O, şöyle diyor:
“Her toplumsal olay, şu ya da bu sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir ürün, bir olay dizisi yaratır. Sınıf mücadelesini içermeyen tek bir toplumsal olay mümkün değildir. Her olay bir çelişmenin ürünüdür. Her toplumsal olay da, toplumsal çelişmelerin, yani sınıf çelişmelerinin ürünüdür. Ve bu çelişmelerin sonucu meydana gelen olay, şu ya da bu sınıfın güçlenmesine ya da zayıflamasına yolaçar. Bizim için, yani proleter devrimciler için olaylara sınıf açısından bakmak, olaylara devrimci siyasi bir gözle, yani, işçi sınıfının, yoksul köylülüğün, emekçi halkın ve proleter sosyalizminin çıkarlarını, ulusal ve uluslararası planda temel alarak bakmak, her olayın hangi sınıflara yararlı, hangi sınıflara zararlı olduğunu kavramak, olayların sınıfsal özünü kavramak demektir.
Güney Dergisi
0 yorum:
Yorum Gönder