Aşağıda, Yılmaz Güney’in 6 Kasım 1983 seçimleriyle Türkiye’nin demokratikleştiği yönlü yalanlara karşı dünya aydın ve sanatçılarına yönelik yaptığı çağrıyı yayınlıyoruz. Sözkonusu çağrı, “Mayıs” dergisinin 1984 tarihli 3. sayısında yayınlanmıştır. — Güney
“Türkiyeli anti-faşist devrimci demokrat bir sanatçı olarak, ülkemde hâlâ devam etmekte olan işkenceleri, insanlık dışı baskı ve davranışları, insan haklarının hayasızca ayaklar altına alınışını, Kürt ulusu ve diğer azınlıklar üzerinde günden güne yoğunlaşan baskıları duyurmayı, bir görev biliyorum; ve bu konuda, demokrasi ve insan haklarını savunma mücadelemize büyük katkıları dokunacak yardımlarınızı rica ediyorum. Faşizm nerede olursa olsun, o, bütün insanlığın ortak düşmanıdır ve ona karşı elbirliğiyle savaşmak gerekir.
Bilindiği gibi, 6 Kasım 1983’de, Türkiye’de genel seçimler yapıldı. Generallerin ve onların güdümündekilerin iddiasına göre, bu, “demokratik” bir seçimdir, ve sonuçta “demokrasiye” geçilmiştir. Ne yazık ki, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Fransa’da da bu yalana inananlar, ya da gerçekten demokrasiye geçildiğini sananlar oldukça çoğunlukta. Radyolar, TV’ler ve gazeteler, esas olarak, faşist generallerin oyununa uygun haberler ve yorumlar yapmışlar ve dünya kamuoyunun aldatılmasına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Faşistlerin yalanlarına, sahtekârlıklarına karşı çıkmak onların tertip ve hilelerini bozmak, her demokratın kutsal görevi olmalıdır.
6 Kasım seçimleri göstermelik bir seçimdir. Fakat, buna rağmen, halkın faşist generallere ve onların askeri diktalarına karşı olduğu, bu seçimde açıkça ortaya çıkmıştır. Halk, General Evren’in, açıkça desteklediği, devlet radyo ve TV’sinden halkı oy vermeye çağırdığı “Milliyetçi Demokrasi Partisi”ne en az oyu verdi. Göstermelik ve sahte bir “sosyal-demokrat” parti olan ve Evren’in güvendiği kişiler tarafından kurulan “Halkçı Parti”, halkçılığı sadece adından ibaret olmasına rağmen, halk, bu partiye, demokrasiye duyduğu özlemin ifadesi olarak yüzde 30 oy verdi. Halkta sivilleşme umudu yaratan, kadroları askerleri almayan, göstermelik de olsa mevcut hükümete eleştiriler yöneten Anavatan Partisi, “ortadirek” diye tanımladığı, işçilere, köylülere, memurlara seslenerek oyların çoğunu aldı ve hükümet olanağı elde etti. Halk, kendisine sunulan üç alternatiften birini seçmeye zorunlu bırakılmıştı. Oy kullanmayanlar hakkında soruşturma açılacaktı; hapis ve para cezaları konulmuştu.
6 Kasım öncesine bakarsak, generallerin nasıl demokrat olduğunu anlamakta zorluk çekmeyiz; seçimlerin danışıklı bir döğüş olduğunu, amacın halkı ve dünya kamuoyunu aldatmak olduğunu görürüz.
Öyle bir Anayasa hazırlanmış ve kabul ettirilmiştir ki, hükümete kim gelirse gelsin, değişen birşey olmayacaktır. Askerlere ABD tarafından dayatılan ekonomik-siyasi program aksamadan yürüyecektir. Kurulacak meclis göstermeliktir. Meclisten çıkan kararların hayat bulması için, Cumhurbaşkanı General Evren, Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ve onların tespit ettiği kişilerden oluşan “Cumhurbaşkanlığı Konseyi”nin onayı gerekmektedir. Onların onayını almayan hiçbir şey yapılamaz.
Sıkıyönetim kaldırıldığı taktirde, sıkıyönetim görevlerinin uygulanabilmesi için bütün tedbirler alınmıştır. Polise, valiliklere, bölge komutanlıklarına olağanüstü yetkiler tanınmıştır. Kişi ve konut dokunulmazlığı, kişisel hak ve özgürlükler, haberleşme ve seyahat özgürlüğü, mahkeme kararına gerek kalmadan, polis ve valiliklerce istendiği anda yokedilebilir. Polise, sözde yasal, “öldürme yetkisi” verilmiştir. Sıkıyönetim mahkemelerinin görevlerini, özel bir biçimde seçilen gerici ve faşist savcı ve yargıçlardan oluşan “Devlet Güvenlik Mahkemeleri” yürütecektir.
Emekçilerin, aydınların, öğrencilerin, memurların ekonomik, demokratik ve siyasal örgütlenme hakları ellerinden alınmıştır. Yeni basın yasası, basını köleleştirme yasası olarak en açık biçimiyle ortadadır. Sanat, özellikle sinema sansürün kıskacı altındadır. Son olarak TV için hazırlanan bir film, yetkililerce sakıncalı bulunduğu için yakılmıştır. Klasik burjuva demokrasisini savunanlar, “kökü dışarda ideolojilerin uşakları”, “komünist”, “anarşist”, “bölücü” ve hatta “vatan haini” olarak adlandırılmakta ve çoğu takibatlara uğramaktadırlar.
6 Kasım seçimlerinden önce generaller, “Büyük Türkiye Partisi”ni, “Sosyal-Demokrat Parti”yi, “Doğru Yol” partisini, burjuva partileri olmalarına rağmen veto etti ve seçimlere katılmalarını engelledi. Bağımsız olarak seçime katılmak isteyen yüzlerce milletvekili adayı, yine veto edilerek saf dışı bırakıldılar. Seçim öncesi öyle bir eleme yapılmıştır ki, seçime katılan üç partiden hangisi hükümet olursa olsun, değişen birşey olmayacaktır. Nitekim, seçimi kazanan partinin başkanı Turgut Özal, 12 Eylül darbesinden önce, Başbakan olan Demirel’in yardımcısıydı ve “24 Ocak Kararları” olarak bilinen IMF kararlarının uygulayıcısıydı ve 12 Eylül’den sonra da, devlet bakanı ve başbakan olarak görevlendirildi. Seçimlerden bir süre önce görevinden alındı ve “güvenilir” bir kişi olduğu için parti kurmasına izin verildi.
6 Kasım seçimleri yapılmıştır; sözde “demokrasiye” geçilmiştir. Faşist bir anayasanın gölgesinde, söz, düşünce ve örgütlenme özgürlüklerini ağır cezalarla sınırlayan ceza yasaları ve özel mahkemeleriyle, özel işkence evleriyle, özel cezaevleriyle bir demokrasi. Seçimin hemen ardından, BARIŞ DERNEĞİ kurucuları, beş ile sekiz yıl arasında değişen cezalara çarptırıldılar. Mahkemeler, yine kalemleri kırarak idam cezaları yağdırıyor. Yine “yeni demokrasi”nin onuruna, Türk-Yunan gerginliğini arttıran ve Kıbrıs’ta bir savaş çağrısı olan “Bağımsız Türk Devleti” ilan ediliyor. Yine “yeni demokrasi”nin onuruna, ekmekten tuza, benzinden kibrite herşeyin fiatı yükseliyor. Kürt ulusu üzerinde tehditler, baskılar, kıyımlar yoğunlaşıyor. Ermeni azınlığın kontrolu için yeni bir masa “Ermeni Hareket Masası” kuruluyor. Kontroller, aramalar, ev basmalar hız kazanıyor. Yakında idamlar yeniden başlatılacak. Cezaevlerinde hayat her zamanki gibi kötü. Eğer dünya demokrat kamuoyu, generallerin sunduğu “demokrasi oyunu” karşısında suskun ve kayıtsız kalırsa, insan haklarının demokrasinin çiğnenmesine seyirci kalmış olacak ve onların utanmaz cesaretlerine boyun eğmiş olacaktır. Faşistlerin düzenlediği “demokrasi güldürüsü” bozulmalı, generaller layık oldukları tepkileri görmelidirler. Faşizme karşı durmak, yeni bir dünya savaşına karşı durmak demektir. Sizlerin, Türkiye’de, demokrasi, insan hakları, dünya barışına karşı, ulusal azınlıkların ulusal ve kültürel haklarına karşı kılınçlarını kuşanmış olan generallere ve onların sadık sivil takipçilerine tepkiniz, uyarınız, dünya barışı, insanlık onuru ve demokrasi mücadelesi için bir kazanç olacaktır.
Türkiye’de idam ve işkencelere son verilmelidir. Bütün siyasi tutuklu ve hükümlüler için genel bir af çıkartılmalıdır.
İşçilerin, köylülerin, aydınların ve sanatçıların üzerindeki baskılara son verilmelidir. Bir bütün olarak emekçi halkın, ekonomik-demokratik-siyasi hak ve özgürlükleri tanınmalı, örgütlenme yasakları kaldırılmalıdır. Demokrasinin kuralları geçerli kılınmalı, insan hakları layıkıyla korunmalı ve güvence altına alınmalıdır.
Kürt ulusu ve diğer azınlıklar üzerinde sürdürülen baskı ve yok etme çabalarına son verilmeli, ulusal ve demokratik hakları tanınmalıdır.
Çağrımızın yankısız kalmayacağına, sesimize kulak verileceğine inanıyoruz.
Saygılarımı ve en içten duygularımı kabul ediniz…”
(Mayıs, sayı 3, 1984, sayfa 39-41)
Bilindiği gibi, 6 Kasım 1983’de, Türkiye’de genel seçimler yapıldı. Generallerin ve onların güdümündekilerin iddiasına göre, bu, “demokratik” bir seçimdir, ve sonuçta “demokrasiye” geçilmiştir. Ne yazık ki, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Fransa’da da bu yalana inananlar, ya da gerçekten demokrasiye geçildiğini sananlar oldukça çoğunlukta. Radyolar, TV’ler ve gazeteler, esas olarak, faşist generallerin oyununa uygun haberler ve yorumlar yapmışlar ve dünya kamuoyunun aldatılmasına önemli katkılarda bulunmuşlardır. Faşistlerin yalanlarına, sahtekârlıklarına karşı çıkmak onların tertip ve hilelerini bozmak, her demokratın kutsal görevi olmalıdır.
6 Kasım seçimleri göstermelik bir seçimdir. Fakat, buna rağmen, halkın faşist generallere ve onların askeri diktalarına karşı olduğu, bu seçimde açıkça ortaya çıkmıştır. Halk, General Evren’in, açıkça desteklediği, devlet radyo ve TV’sinden halkı oy vermeye çağırdığı “Milliyetçi Demokrasi Partisi”ne en az oyu verdi. Göstermelik ve sahte bir “sosyal-demokrat” parti olan ve Evren’in güvendiği kişiler tarafından kurulan “Halkçı Parti”, halkçılığı sadece adından ibaret olmasına rağmen, halk, bu partiye, demokrasiye duyduğu özlemin ifadesi olarak yüzde 30 oy verdi. Halkta sivilleşme umudu yaratan, kadroları askerleri almayan, göstermelik de olsa mevcut hükümete eleştiriler yöneten Anavatan Partisi, “ortadirek” diye tanımladığı, işçilere, köylülere, memurlara seslenerek oyların çoğunu aldı ve hükümet olanağı elde etti. Halk, kendisine sunulan üç alternatiften birini seçmeye zorunlu bırakılmıştı. Oy kullanmayanlar hakkında soruşturma açılacaktı; hapis ve para cezaları konulmuştu.
6 Kasım öncesine bakarsak, generallerin nasıl demokrat olduğunu anlamakta zorluk çekmeyiz; seçimlerin danışıklı bir döğüş olduğunu, amacın halkı ve dünya kamuoyunu aldatmak olduğunu görürüz.
Öyle bir Anayasa hazırlanmış ve kabul ettirilmiştir ki, hükümete kim gelirse gelsin, değişen birşey olmayacaktır. Askerlere ABD tarafından dayatılan ekonomik-siyasi program aksamadan yürüyecektir. Kurulacak meclis göstermeliktir. Meclisten çıkan kararların hayat bulması için, Cumhurbaşkanı General Evren, Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ve onların tespit ettiği kişilerden oluşan “Cumhurbaşkanlığı Konseyi”nin onayı gerekmektedir. Onların onayını almayan hiçbir şey yapılamaz.
Sıkıyönetim kaldırıldığı taktirde, sıkıyönetim görevlerinin uygulanabilmesi için bütün tedbirler alınmıştır. Polise, valiliklere, bölge komutanlıklarına olağanüstü yetkiler tanınmıştır. Kişi ve konut dokunulmazlığı, kişisel hak ve özgürlükler, haberleşme ve seyahat özgürlüğü, mahkeme kararına gerek kalmadan, polis ve valiliklerce istendiği anda yokedilebilir. Polise, sözde yasal, “öldürme yetkisi” verilmiştir. Sıkıyönetim mahkemelerinin görevlerini, özel bir biçimde seçilen gerici ve faşist savcı ve yargıçlardan oluşan “Devlet Güvenlik Mahkemeleri” yürütecektir.
Emekçilerin, aydınların, öğrencilerin, memurların ekonomik, demokratik ve siyasal örgütlenme hakları ellerinden alınmıştır. Yeni basın yasası, basını köleleştirme yasası olarak en açık biçimiyle ortadadır. Sanat, özellikle sinema sansürün kıskacı altındadır. Son olarak TV için hazırlanan bir film, yetkililerce sakıncalı bulunduğu için yakılmıştır. Klasik burjuva demokrasisini savunanlar, “kökü dışarda ideolojilerin uşakları”, “komünist”, “anarşist”, “bölücü” ve hatta “vatan haini” olarak adlandırılmakta ve çoğu takibatlara uğramaktadırlar.
6 Kasım seçimlerinden önce generaller, “Büyük Türkiye Partisi”ni, “Sosyal-Demokrat Parti”yi, “Doğru Yol” partisini, burjuva partileri olmalarına rağmen veto etti ve seçimlere katılmalarını engelledi. Bağımsız olarak seçime katılmak isteyen yüzlerce milletvekili adayı, yine veto edilerek saf dışı bırakıldılar. Seçim öncesi öyle bir eleme yapılmıştır ki, seçime katılan üç partiden hangisi hükümet olursa olsun, değişen birşey olmayacaktır. Nitekim, seçimi kazanan partinin başkanı Turgut Özal, 12 Eylül darbesinden önce, Başbakan olan Demirel’in yardımcısıydı ve “24 Ocak Kararları” olarak bilinen IMF kararlarının uygulayıcısıydı ve 12 Eylül’den sonra da, devlet bakanı ve başbakan olarak görevlendirildi. Seçimlerden bir süre önce görevinden alındı ve “güvenilir” bir kişi olduğu için parti kurmasına izin verildi.
6 Kasım seçimleri yapılmıştır; sözde “demokrasiye” geçilmiştir. Faşist bir anayasanın gölgesinde, söz, düşünce ve örgütlenme özgürlüklerini ağır cezalarla sınırlayan ceza yasaları ve özel mahkemeleriyle, özel işkence evleriyle, özel cezaevleriyle bir demokrasi. Seçimin hemen ardından, BARIŞ DERNEĞİ kurucuları, beş ile sekiz yıl arasında değişen cezalara çarptırıldılar. Mahkemeler, yine kalemleri kırarak idam cezaları yağdırıyor. Yine “yeni demokrasi”nin onuruna, Türk-Yunan gerginliğini arttıran ve Kıbrıs’ta bir savaş çağrısı olan “Bağımsız Türk Devleti” ilan ediliyor. Yine “yeni demokrasi”nin onuruna, ekmekten tuza, benzinden kibrite herşeyin fiatı yükseliyor. Kürt ulusu üzerinde tehditler, baskılar, kıyımlar yoğunlaşıyor. Ermeni azınlığın kontrolu için yeni bir masa “Ermeni Hareket Masası” kuruluyor. Kontroller, aramalar, ev basmalar hız kazanıyor. Yakında idamlar yeniden başlatılacak. Cezaevlerinde hayat her zamanki gibi kötü. Eğer dünya demokrat kamuoyu, generallerin sunduğu “demokrasi oyunu” karşısında suskun ve kayıtsız kalırsa, insan haklarının demokrasinin çiğnenmesine seyirci kalmış olacak ve onların utanmaz cesaretlerine boyun eğmiş olacaktır. Faşistlerin düzenlediği “demokrasi güldürüsü” bozulmalı, generaller layık oldukları tepkileri görmelidirler. Faşizme karşı durmak, yeni bir dünya savaşına karşı durmak demektir. Sizlerin, Türkiye’de, demokrasi, insan hakları, dünya barışına karşı, ulusal azınlıkların ulusal ve kültürel haklarına karşı kılınçlarını kuşanmış olan generallere ve onların sadık sivil takipçilerine tepkiniz, uyarınız, dünya barışı, insanlık onuru ve demokrasi mücadelesi için bir kazanç olacaktır.
Türkiye’de idam ve işkencelere son verilmelidir. Bütün siyasi tutuklu ve hükümlüler için genel bir af çıkartılmalıdır.
İşçilerin, köylülerin, aydınların ve sanatçıların üzerindeki baskılara son verilmelidir. Bir bütün olarak emekçi halkın, ekonomik-demokratik-siyasi hak ve özgürlükleri tanınmalı, örgütlenme yasakları kaldırılmalıdır. Demokrasinin kuralları geçerli kılınmalı, insan hakları layıkıyla korunmalı ve güvence altına alınmalıdır.
Kürt ulusu ve diğer azınlıklar üzerinde sürdürülen baskı ve yok etme çabalarına son verilmeli, ulusal ve demokratik hakları tanınmalıdır.
Çağrımızın yankısız kalmayacağına, sesimize kulak verileceğine inanıyoruz.
Saygılarımı ve en içten duygularımı kabul ediniz…”
(Mayıs, sayı 3, 1984, sayfa 39-41)
0 yorum:
Yorum Gönder