“YOL’un başarısı bir tepkinin ifadesidir!”
GÜNEY: Basından öğrendiğimize göre Yılmaz Güney’in “YOL” filmi daha şimdiden, vizyona girmesinden sonra üç hafta geçmeden, izleme rekorlarını zorluyor, büyük bir başarı! Bu filmin serüvenini sizden öğrenebilir miyiz?
FATOŞ GÜNEY: Şimdiye kadarki izleyici sayısı 300.000 oldu, belki de geçmiştir bile. Şimdi baştan şunu söylemek istiyorum, ben bu filmi 1992 yılında Türkiye’ye geldiğim zaman ilk olarak vizyona sokmak istedim, fakat bilinen nedenlerden ötürü, işletmeciler korktu ve çıkarmak istemediler. “Biraz daha bekleyelim, şimdi zamanı değil” vs. gibi kuşkular oldu. Üç tane büyük işletmeci var zaten, üçüyle de konuşmuştum ve üçü de temkinli ve kuşkulu davrandılar ve de çekingenlik gösterdiler. O zaman ben, 1993 yılında Abdi İpekçi Spor Salonu’nda bu filmin gösterisini yaptım. Oraya Costa Gavras da katılmıştı. Ve Abdi İpekçi Spor Salonu tıklım tıklım dolmuştu. Bu benim için Yılmaz Güney’in sürgünden sonra, 10 yıl aradan sonra halkıyla ilk kucaklaşmasıydı. Benim de döndüğümün birinci yılıydı. Daha sonra şu ana kadar ne yazık ki bu bütün dünyada artık tanınan, bilinen, bütün sinemaseverlerce görülmüş ve fakat kendi ülkesinde gösterilmemiş olan filmi, burada gösterebilmek için yeniden girişimlerde bulundum.
GÜNEY: Peki 1992 yılındaki yasağın gerekçesi neydi, filmin hangi bölümleri yasak kapsamına giriyordu?
FATOŞ GÜNEY: Yasak değildi, hayır 1992 yılında filme hiçbir yasak getirilmemişti. Yılmaz Güney’in bütün filmlerinin ve bütün kitaplarının yasaklanması 1982-1992 yılları arasındaydı. 1992’de yasak kaldırılmıştı, ama bu sefer de işletmeciler çekindiler ve filmi vizyona sokmayı kabul etmediler. Onun üzerine Abdi İpekçi Spor Salonu’nda özel bir gösteri yaptık. Ondan sonra aradan bunca zaman geçtikten sonra bir fırsat çıktı. Fakat baktım ki film teknik açıdan yetersizliklerle doluydu. O günün sürgün koşullarında yapılmış dublaj yetersizdi. Amatör bile sayılmayan sıradan insanlar, etrafımızdaki arkadaşlar seslendirmişti o zaman. Büyük aksamalar, durağanlıklar vardı dublajda. Bu arada teknik 17 senede çok ilerlemişti. Filmi yeni baştan ele aldık. Hiçbir şeyine dokunmadık, sadece sessiz aldık filmleri, bütün seslerini, efektlerini, müziklerini yeniden gerçekleştirdik. Dublajı yeniden yapıldı, ardından efektleri yeniden yapıldı ve bir digital surround olarak ortaya çıktı film. Tabii bu büyük bir astronomik bütçeyi gerektiriyordu, 300 bin dolarlık bir maliyeti sözkonusuydu. Bu konuda hiç kimseden destek ve yardım almadık, alamadık. Herşeyden önce buna Kültür Bakanlığı’nın sahip çıkması ve desteklemesi gerekirdi, devletin sahip çıkması gerekirdi. Çünkü bütün dünyanın tanıdığı Türkiye sinema mirasının bir başyapıtına, diğer Yılmaz Güney filmlerinde de olduğu gibi, sahip çıkılması gerekirdi. Zaten biz de YOL’la ilgili hiçbir yere başvurmadık doğrusu. Çünkü ben böylesi dönemlerde bu işin sahiplenilmeyeceği bilincindeyim. Sadece bundan önce bir iki girişimim olmuştu ve Fikri Sağlar zamanında diğer bir iki film için küçük de olsa bir katkı alabilmiştik, ama çok küçük şeylerdi bunlar ve yetersiz kaldı. Bunun dışında kendi gücümüze güvenmemiz gerekiyordu. Vakfın gücü de çok sınırlıydı, sadece Yılmaz Güney’in kitaplarını çıkarmayla sınırlı bir faaliyeti vardı. “Yol” filminin finansmanı için, kendi kredi imkânlarımla, yani borçlanarak, ve çok büyük bir miktarda borçlanarak işe girdim. Şuna inanıyordum: Yılmaz Güney bizi yolda bırakmayacak. Fakat bütün dost çevrelerin, sinemacıların, bize yakın çevrelerin bize söylediği şuydu, bu müthiş bir riskti. Bu riskin altına birey olarak girmek tabi benim için sorunlar doğurabilirdi. Çözüm olarak söyledikleri ise, birkaç kopyayla, işte iki üç kopyayla işe başlayarak durum değerlendirmesi yapılması, ondan sonra gerekirse filmin tüm sinemalarda yeni kopyalar ilave edilerek genişletilmesi, yaygınlaştırılmasıydı. Fakat bu bana çok ters geldi ve 30 kopyaya karar verdik. 30 kopyayla çıktı film.
GÜNEY: İsterseniz burada artık kesinleştiği belli olan “YOL” filminin başarısı üzerine biraz konuşalım. Siz bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?
FATOŞ GÜNEY: Genel olarak kaybolan değerlerimize sahip çıkılmasına bağlıyorum. Yozlaşan kültürümüze ve yozlaşan her türlü değerimize karşı bir tepkinin ifadesi ve göstergesi olarak kabul ediyorum “Yol”un başarısını. Bu benim için bir göstergeydi. Seçimlerden de daha önemliydi. Çünkü aradan 17 yıl geçmişti, yepyeni bir kuşak vardı, Yılmaz Güney’i hiç tanımıyordu, hiçbir filmini, eserini görmemişti, adını bile hiç duymayanlar ya da tesadüfen duymuş olanlar vardı, hiçbir kitabını okumamış ve hiçbir bilgisi olmayanlar vardı. Böylesine yepyeni bir kuşak vardı. Artı bunlar çok farklı şeylere şartlanmışlardı, işte Amerikan sineması, Amerikan kültürü, çok hızlı tempolu filmler, çok farklı içerikli şeyler vs. Yani bu filmin ilgiden yoksun kalacağı endişeleri vardı. Fakat tam tersi oldu. Bence doğruya her zaman sahip çıkılıyor. Türkiye’de evet bir erozyon sözkonusu, fakat yine de insanlar doğruya, güzele ve iyiye sahip çıkıyorlar, özellikle de benim kuşağımın buna sahip çıktığını gördüm ben.
GÜNEY: Genelde izleyicilerin tepkileri neydi?
FATOŞ GÜNEY: Müthiş! Yani şöyle, daha filmi beğenmeyen tek kişiye rastlamadım. Filmi herkes çok beğeniyor, çünkü beğenmemeleri mümkün değil zaten. Yılmaz kendi ülkesini, kendi insanını, kendi değerini ve kendi kültürünü çok iyi tanıyan bir yerden geliyor. Yani o kadar sağlam bir temeli var ki filmin, bu konuda öylesine doğru bir analiz, gerçekçi bir bakış ve gözlemcilik sözkonusu ki, o yüzden bu filmi beğenmemek diye bir şey sözkonusu olamaz. İkincisi de çok yakınımızdaki insanlar bu filmi gördükten sonra yaşantılarından utanç duyduklarını bana söylediler örneğin. Ki bunlar birtakım şeylerin bilincinde olan insanlar. Fakat herşeye rağmen böyle büyük şehirlerde ne yazık ki henüz kendi kültürümüz, kendi gerçeğimiz tam olarak bilinemiyor, görülemiyor, anlaşılamıyor. Burada da sanatçılara görev düşüyor. İşte Yılmaz Güney çağının ve ülkesinin tanığı olarak sanatının gücünü bence burada gösteriyor.
GÜNEY: Hiç kulağınıza gelen bir eleştiri oldu mu “YOL”la ilgili?
FATOŞ GÜNEY: Yok, herhangi bir eleştiri yok. Şöyle ki, mükemmele hiçbir zaman erişilemez, bu film çok daha iyi yapılabilirdi belki. Fakat çok teknik sorunlarla karşılaştık. Bu bizim elimizde değildi. Türkiye’deki teknik donanımdan, sadece Türkiye’nin şartlarından kaynaklanan şeylerdi. Mesela Dolby Digital Surround büyük şehirlerde yeni yeni başlayan bir teknik olduğu için bazı sinemalarda ses problemi oldu. Laboratuvardan çıkan birkaç kopyada böylesi sorunlar oldu. Bunlar tamamen bizim dışımızda oldu. Fakat Türkiye’de yapılacak şeyin en iyisini yaptık, bundan başka daha iyi ne bir laboratuvar var, ne de başka bir yer var, yani biz herşeyin en mükemmelini bu film için yapmaya çalıştık.
GÜNEY: Filmde oynayan sanatçılar günümüzün de ünlü sanatçıları ve hâlâ yaşıyorlar. Onların filme yaklaşımı ne, sahip çıkıyorlar mı?
FATOŞ GÜNEY: Tabii, tabii, hepsi sahip çıkıyor. Bunların hepsi o zaman da Yılmaz’la bu film için dayanışmada bulunmuş insanlar, Şerif Gören, Tarık Akan, Halil Ergün ve diğer tüm oyuncular. Bu filmde çoğu o zamanlar çok düşük paralara, veya hiç para almadan oynamış insanlar. Bu film için ayrıca ben, hapishanelerde mahkumların kendi aralarında para toplayarak filmin çekimi sırasında filme gönderdiklerini hatırlıyorum. Mahkumların filmle dayanışmasıydı bu. Bunun için de bu film çok anlamlı bir film. Ayrıca bu filmde örneğin Tarık Akan’ın canlandırdığı o olayın kahramanı Yılmaz’ın arkadaşıydı ve gerçekte Yılmaz’la cezaevinde beraberdi. Onun hikayesinden yola çıkılmıştı. Diğerleri yine öyle. Geçen gün bir yerde bununla ilgili bir şey okudum. Yılmaz o zaman orada birkaç mahkuma görev vermiş, onlar bütün izinciler izinden dönerlerken oturup kenarda konuşmuşlar, onların başından geçenleri dinlemişler ve “Yol” filmine aktarmışlar. Zaten Yılmaz’ın çalışma yöntemi buydu. Olayı masa başında değil, gerçek hayatın içerisinden bulup çıkarırdı.
GÜNEY: “Yol”un Yılmaz Güney sinemasındaki yeri nedir sizce? “‘Yol’ bir Yılmaz Güney filmi mi, yoksa Şerif Gören filmi mi?” gibi bir tartışma da var, bu konudaki düşünceniz nedir?
FATOŞ GÜNEY: Yılmaz Güney sineması denir mi bilemiyorum. Ama Yılmaz Güney bu filmi yapsaydı çok daha başka birşey olurdu. Şöyle birşey sözkonusu, senaryo, hikaye çok güçlü. Geçen gün filmi çeken kameraman şunları anlattı, hangi sahnenin hangi saatte çekileceğini yazmıştı dedi. Düşünebiliyor musunuz, bu müthiş bir şey. Oyuncuların nasıl oynaması gerektiğini, yani her şeyi yazmıştı. Tabii ki Şerif Gören yönetmendi, ama burada bir yönlendirme sökonusudur. Filme sadece Yılmaz Güney filmi denemez diye düşünüyorum. Şerif Gören filmi de değildir. Bu her ikisinin ortak filmidir. Ama burada dediğim gibi kendi kültürünü, kendi insanını, kendi ülkesini bu kadar tanıyan böylesi müthiş bir gözlemcinin kalem gücünün payı çok büyük. Belki de filmin en önemli temel taşı bu. Ama film sadece Yılmaz Güney’in denemez yine de. Keşke Yılmaz Güney çekebilseydi, diğer kendi çekebildiği filmleri gibi, çok daha farklı, çok daha müthiş bir film olurdu. Ve bunun acısını hep duymuş ve dile de getirmişti, yani “ah, ah, bir de ben çekebilseydim” diyordu, ve ben o ah’ı şu anda bile duyabiliyorum.
GÜNEY: Yılmaz Güney’in bildiğiniz herhangi bir eleştirisi var mıydı filmin bitmiş haline?
FATOŞ GÜNEY: Montajını kendisi yaptı. Tabii çok daha farklı yorumlanmasını istediği şeyler vardı, bunları kullanamadı. Örneğin bu film onbir kişinin hikayesiydi, bu beşe düştü. Bazı oyuncuların oyunları iyi yorumlanmamıştı. Birçok çekilmiş filmi kullanmadı, bunların iyi yorumlanmadığını söylüyordu. Ama genel olarak Şerif Gören filmi başarılı bir biçimde hayata aktarmıştı.
GÜNEY: Filmde sansürlenen veya çıkarılan herhangi bir bölüm var mı? Gördüğümüz kadarıyla filmin orijinalinde bir sahnede yer alan “Kürdistan” yazısı çıkarılmış.
FATOŞ GÜNEY: “Kürdistan” çıkarılmasaydı zaten filmi göremezdiniz. Başka çıkan hiçbir şey yok. Zaten “Kürdistan” da sadece harflerden ibaret bir yazıydı. Yani filmin hiçbir yerini etkilemedi, ve onu çıkarmasaydık, film belki bir 17 sene daha görülemezdi. Sebebini de herkes bilir, bunu burada söylememe gerek yok. Ama örneğin “Duvar” filmi var ikinci sırada. Yılmaz Güney’in son yönettiği film, esas o bir Yılmaz Güney filmi, çünkü hem senaryo kendisinin, hem de yönetmen kendisi. Örneğin onun yayınlama iznini alırken çok zorlandım, çünkü sansür kalkmış gözüküyor, ama orada Kültür Bakanlığı’ndan ve Milli Güvenlik Kurulu’ndan insanlara kadar bir jüri toplanıyor, onlar filme geçer oy verirlerse gösterime girebiliyor. “Duvar” filminde bana şurası çıkarılır mı, burası çıkarılabilir mi falan gibi şeyler söylediler, dedim ki “bu filmin kılına dahi dokunulamaz, bu filmi ya toptan reddedersiniz, ya da hiçbir şey çıkarılamaz”. Eğer toptan reddedilseydi daha farklı şeyler düşünüyordum. Yine gündeme gelecekti sansür ve yasaklar. Bunu da artık kimsenin göğüsleyecek gücü kalmamıştı. Onun için filmin hepsine izin verdiler. Şunu demek istiyorum, ben Yılmaz Güney filmlerinin, eserlerinin hiçbir karesine dokundurtmam. Buna da hiçkimsenin hakkı olduğunu düşünmüyorum. Ama işte “Kürdistan”, böyle bir yazı, bir tek o çıkarıldı, Türkiye’nin şartlarından ötürü.
GÜNEY: Önümüzdeki dönemde hangi çalışmalarınız olacak?
FATOŞ GÜNEY: “Yol”dan sonra bir sene içinde şunlar var: “Duvar” çıkacak. Fakat “Duvar”dan önce bir iki tane, belki üç tane kendisinin de rol aldığı filmini bir sene içerisinde çıkarmayı düşünüyorum. Örneğin bu “Umut” olabilir, “Arkadaş” olabilir, “Ağıt” olabilir. Özellikle genç sinemaseverler, yeni kuşak insanlar, Yılmaz Güney ile tanıştılar, ama bir de onun kendisini görmek, onu tanımak istiyorlar, onunla yüzyüze gelmek istiyorlar. Bence Yılmaz Güney büyük bir oyuncu, müthiş bir oyuncu aynı zamanda, onun için böyle birkaç filmini çıkarmayı düşünüyorum. Ama onlar da o şekilde çıkamaz, yeniden yapılması gerekiyor. Ses, müzik, efekt, hepsinin yeniden yapılması gerekiyor. Bunlar da bir bütçeyi gerektiriyor. İşte “Duvar” var sırada, o da aynı şeyleri gerektiriyor. Bakalım “Yol” şu anda borçlarını ödüyor, yani Yılmaz Güney çalışıyor bir yandan. Onun borçları ödendikten sonra yapmak istiyorum bunları.
GÜNEY: Sizin Fatoş Güney olarak kendinize biçtiğiniz misyon nedir?
FATOŞ GÜNEY: Misyonumu biliyorsunuz. İşte her zaman söylüyorum, Fatoş var, herşeyden bağımsız birisiyim. Burası Türkiye kültür ve sanat mücadelesinde bir mevzi, onurlu bir mevzi. Bunu yaşatmak benim amacım. Yılmaz Güney’in eşi olmayabilirdim, hiç tanımayabilirdim onu, ama yine de böyle bir yerde çalışıyor olabilirdim. Doğru bir şeyler yapabilirsek eğer, yapmayı başarabilirsek, kendimi çok huzurlu hissediyorum. Çünkü çok büyük bir sinema ustasının, dünya sinemasına damgasını vurmuş bir sinema ustasının başyapıtlarının kendi ülkesinde gösterilmemiş olmasından ben utanç duyuyordum kendi adıma. Bu durum sinemayla ilgili herkesin artık utanç duyacağı birşey haline geldi. Bunu sinemacılara da böyle anlattım, bu şekilde ikna ettim onları. Onun için “Yol”u artık kendi halkıyla, Türkiye halklarıyla buluşturduk, ama “Duvar” var sırada şimdi.
GÜNEY: Yılmaz Güney’in bir rejisör, bir sanatçı olarak Türkiye halklarıyla buluştuğunu söyleyebiliriz, fakat bir devrimci olarak, bir komünist olarak o henüz yeterince bilinmiyor, özellikle yeni kuşaklar tarafından. Yılmaz Güney’in “Siyasal Yazılar”ının basılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
FATOŞ GÜNEY: “Siyasal Yazılar” dizildi, kapakları bile hazır, şu anda avukatlarımız inceliyorlar, fakat gelen haberler hiç de parlak değil. Ben hiç değilse yazıların bazı yerlerine bant koyarak ve altına “şu anda şu şu maddeler gereğince yasaktır” şeklinde açıklama yaparak yayınlamayı düşünüyordum. Yani amacım, insanlar alsınlar ve görsünler. Ve kitabın ne kadarı hâlâ yasaktır, onu görsünler. Çünkü bu da bence önemli bir şeydir. Kitabı alıyorsun eline, kitabın elli sayfasından, diyelim ki beş sayfası on sayfası okunamayacak durumda. Bunun gibi bir şey düşünmüştüm. Şimdi onu bekliyorum. Ama geriye fazla birşey kalmıyor. O zaman da bu kitabı niye çıkaracaksınız diyorlar. Böyle bir tartışma var. Yönetim Kurulu toplantısında bunu yeniden değerlendireceğiz. Ama işte her şey basıldı, kapakları bile hazır. Ben İzmir Kitap Fuarı’na yetiştirmeyi düşünüyordum, ama bu durumdan ötürü şu anda yetişmedi.
GÜNEY: Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
FATOŞ GÜNEY: Ben bütün insanları sevgiyle kucaklıyorum, onlara teşekkür etmek istiyorum, herşey adına teşekkür etmek istiyorum, yani dünyadaki bütün iyi, güzel, doğru şeyler adına; Türkiye’deki bütün güzellikler ve iyilikler adına teşekkür etmek istiyorum. Bir umut var diyorum, bu umudu taşıyacağız diyorum ve taşımak istiyorum. Dediğim gibi, “Yol”a gösterilecek ilgi benim için seçimlerden de daha önemliydi. Ve bunu gördüm ben, keşke Yılmaz da görebilseydi. Ölmeden gördüm, aradan 17 yıl geçtikten sonra gördüm. Çok uzun bir zamandı bu. Gerçi yıllar bir rüzgar gibi geçip gidiyor, ama yine de çok uzun yıllardı bunlar. Bunu gördüm, keşke Yılmaz da görebilseydi. Ve ben herkesi umutla kucaklıyorum. Herşeye rağmen herşey güzel olacak derdik biz Yılmaz’la. Ve gerçekten de Türkiye’de de herşeye rağmen herşeyin güzel olacağına inancım pekişti benim.
GÜNEY: Teşekkür ederiz.
10 Mart 1999 (Not: Yol filminden yayınladığımız fotoğraflar Güney Filmcilik San. ve Tic. A.Ş. Yayınları Yılmaz Güney Dizisi arasında çıkan YOL kitabından alınmıştır.) |
0 yorum:
Yorum Gönder