8 Kasım 2011 Salı

Demokrasi bayrağı altında


Demokrasi bayrağı altında toplanalım ve mücadele edelim! *
Yılmaz’dan… 12 Eylül darbesinin 25. yıldönümü geride kaldı. Fakat sonuçları ve etkileri 25 sene geçse de hâlâ zihinlerde canlı… Yılmaz’ın aramızdan ayrılışı da 21 seneyi geçti ve onun görüşleri de mücadelemizde yaşıyor. Aşağıda Yılmaz’ın fazla tanınmayan bir açıklamasını, hem 12 Eylül darbesini 25. yıldönümünde lanetlemek ve hem de Yılmaz’ı aramızdan ayrılışının 21. yıldönümünde anmak için okurlarımıza sunuyoruz. — GÜNEY

Halkıma,
Yılmaz Güney
Yılmaz Güney
Türkiye-Kürdistan’ın, çeşitli milliyetlerden işçilerine, köylülerine, emekçilere, aydınlara ve öğrencilere, genç subaylara, askerlere, yakınlarıma, arkadaşlarıma ve yoldaşlarıma!..
1983’e girerken, ülkemden ayrılışımın onbeşinci ayı dolacak. Her yıl sonu, herkes için olması gerektiği gibi, benim için de ciddi bir hesaplaşmadır. Hem kendi kendime hesaplaşma, hem de halkıma hesap verme. Çünkü kendimi, tarihe ve halkıma karşı sorumlu sayıyorum.
Bugüne kadar, faşist-gerici kesimlerin ağızdan ağıza sinsice yaygınlaştırdıkları dedikodu ve karalamaların yanısıra, Tercüman’dan Hürriyet’e bir yığın gerici gazete, Tahsin Öztin’den Ergun Göze’ye her türden gerici ve halk düşmanı kiralık yazar, elbirliği ile beni karalamaya, halkımın faşizmin pençesinden kurtulması uğruna yaptığım devrimci çalışmalarımın içeriğini çarpıtmaya özel bir önem gösterdiler. İdeolojik ve siyasi olarak bana cevap verecek yetenekleri olmadığı için, küfür edebiyatını seçtiler. Amaçları beni halkımın gözünde küçük düşürmek, bana duyulan güveni zedelemekti. Öte yandan beni kışkırtarak yapmamı, yaptırmamı bekledikleri şeyler de vardı ki, bu konuda da cevapsız kalmaları, onları daha da azgınlaştırdı.
Gerici çevreler, beni, genel olarak Türkiye aleyhinde bir insan olarak göstermek istiyorlar. Ben, Türkiye aleyhinde değil, Türkiye’yi bir cezaevi haline getirenlere, halkı baskı ve zulüm altında tutanlara, halkı açlığa ve yokluğa mahkum edenlere karşı çarpışıyorum. Ben, Türkiye’yi, Amerikan emperyalizminin jandarma karakolu yapanlara karşı; işçilerin, köylülerin ve geniş emekçi kitlelerin ekonomik, demokratik haklarını gaspeden zalimlere karşı çarpışıyorum. Ben, çeşitli milliyetlerden halkımın toplumsal ve siyasal kurtuluşu için çarpışıyorum. Herkes biliyor ki, ben, yurtdışında söylediklerimin aynısını Türkiye’de iken de söyledim. Hem de en zor koşullar altında iken. Yargılanmak üzere çıkartıldığım mahkeme kürsülerinde, emperyalizme, faşizme, soygun ve sömürüye, Kürt ulusu üzerindeki ulusal baskıya karşı olduğumu bağıra bağıra haykırdım. Askeri ve sivil mahkemelerin ardı ardına verdikleri ve bundan sonra da verecekleri cezalar, bunun kanıtı değil midir?
Beni, “vatan haini”, “kiralık” gibi sıfatlarla halkımın gözünde zedelemeye çalışanlara layık oldukları dersi halkımın vereceğine inanıyorum. Halkım beni de, onları da iyi tanıyor. Bu konuda alnım açıktır, başım diktir. Bugüne kadar hakkımda sürdürülen gerici propagandalar karşısında kendimi savunmak ihtiyacını bile duymuyorum. Gazetelerinden kiralık yazarlarına kadar; yakınlarıma ve arkadaşlarıma işkence eden polislerden muhbirlere kadar, faşist zulmün yürütücüsü veya suç ortağı herkes, günü ve zamanı geldiğinde yaptıklarının hesabını ödeyecektir. Rüzgar eken fırtına biçer. Unutulmasın. Benim sorunum, kişisel bir sorun, kişisel bir kavga değil, sınıf kavgasıdır. Bu nedenle, bana ve yakınlarıma yönelen saldırı ve baskıları, halkıma ve onun yiğit evlatlarına yapılmış baskıların bir parçası olarak görüyorum ve mücadeleyi bu açıdan değerlendiriyorum. Bu nedenle de, karşıma, siyasi iktidarı elinde bulunduran sınıf güçlerini ve onların en baştaki yöneticilerini ve sorumlularını alıyorum. Benim muhatabım onlardır. Benim hesaplaşmam onlarla olacaktır.
Devrim ve demokrasi mücadelesinin temel sorunu, siyasi iktidar sorunudur. Emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı verdiğimiz mücadelenin zaferi, siyasi iktidarın ele geçirilmesine bağlıdır. Halkımızın toplumsal ve siyasal kurtuluşunun anahtarı budur…
İçinde bulunduğumuz objektif koşullarda tarihin bize yüklediği görev, faşist diktatörlüğün yıkılması yerine proletarya önderliğinde demokratik bir düzenin kurulmasıdır. Ve biz bu göreve sahip çıkıyoruz. Bu göreve sahip çıkmamak ve gereklerini yerine getirmemek, halka ihanet anlamına gelir.
İşte faşistlerin, gericilerin, her türden halk düşmanlarının bize karşı azgınca saldırmalarının esas nedeni de, bizim bu göreve tüm gücümüzle sarılmış olmamızdır.
7 Kasım Anayasa referandumu, bir gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya çıkarmıştır. Artık bir Demirel, bir Ecevit ve buna bağlı olarak bir AP ve CHP, tarihi ve siyasi olarak varlık nedenlerini yitirmişlerdir. Yine, bugüne kadar devrim ve demokrasi cephesinde savaşan gruplar ve örgütler de, son on yılı ve özellikle de son iki yılı nasıl değerlendirdiklerini, halkla ilişkilerinin niteliğini en açık biçimiyle görmüş olmalılar. Kendilerini “önder” görenlerin, şapkalarını önlerine koyup düşünmelerinin zamanıdır. Kendi gerçekleriyle hesaplaşmak ve doğruları kabul etmek, devrim ve demokrasi adına yapacakları en olumlu davranış olacaktır. Oyalanmak, olguları başka türlü göstermeye çabalamak, ancak devrime zarar verir.
Yaşadığımız gerçekler ve objektif koşullar açıkça göstermektedir ki, devrim ve demokrasi mücadelesi yeni bir dönüm noktasındadır. Türkiye-Kürdistan devrimi, özgül koşulları nedeniyle, yeni tipte bir devrim aşamasını, yeni tipte bir parti örgütlenmesini, yeni tipte bir cepheyi, yeni tipte bir devrimci çalışmayı ve militan özelliklerini gündemimize getirmiştir. Kendilerini “parti” olarak sunanların durumu ortadadır.
Yakın tarihi geçmişin önümüze koyduğu örnekler İspanya, Portekiz ve Yunanistan örnekleridir. Yani, açık sınıf mücadelesinin verilemediği, başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi halk kitleleri ile köklü bağların kurulamadığı, uzun bir faşist dönemin ardından gelen zorunlu burjuva demokrasisi. Saydığım ülkelerde, siyasi devrime, devrimci proletarya önderlik edemedi. Çünkü, devrimci bir proletaryaya ve geniş kitleleri kucaklayan devrimci bir partiye sahip değillerdi. Diyoruz ki, böylesi siyasi bir devrime, adı burjuva demokrasisi olduğu için, burjuvazinin şu ya da bu kanadı değil, bizzat devrimci proletarya ve onun devrimci partisi önderlik etmelidir. Belirtmeliyiz ki, bugün için Türkiye-Kürdistan’ında, etkin bir burjuva muhalefet yoktur. Ancak, devrimci mücadelenin gelişmesi ve faşizmin kendi iç çelişmelerinin yoğunlaşması ile çöküşe doğru gitmesi halinde, devrimci mücadelenin zorunlu demokratlar haline getireceği kanatlar ortaya çıkacaktır. Bu nedenledir ki, hem devrimi ilerletmek ve hem de önümüzdeki aşamayı doğru değerlendirmek göreviyle yükümlü olan proletaryanın, böylesi bir devrime önderlik etmesi vazgeçilmez tarihi bir görevdir. Demokrasi ve sosyalizm mücadelesi, bugünkü dünya koşullarında, her zamankinden daha çok iç-içe geçmiştir. Başta proletarya olmak üzere, emekçi kitlelerin açık sınıf mücadelesi verebilmesi, kitlelerin siyasi anlamda daha da eğitilebilmesi, işçi sınıfının birliğinin sağlanabilmesi için böylesi bir devrimin ve onun getireceği siyasi özgürlüklerin büyük önemi vardır. Kitlelerin, anti-faşist siyasi bir devrim için eğitilmiş olmaları ve böyle bir devrimi başarmış olmaları, asıl hedefe doğru emin adımlarla ilerlemeleri için yeterli değildir.
Eğer, proletarya önderliğinde değil de, burjuvazinin şu ya da bu kanadının önderliğinde bir siyasi devrim söz konusu olursa, proletarya ve emekçi halk kitleleri, çok geçmeden, burjuvazinin gerici namluları ile karşılaşacaklardır. Burjuva demokratik devrimin sınırları içinde boğulmayacak ve devrimi objektif gerçekliğe uygun olarak bir üst aşamasına yükseltecek olan tek sınıf proletaryadır.  Bağımsız, demokratik Türkiye-Kürdistan’ı yaratabilecek, başta ABD ve Sovyet Sosyal Emperyalizmi olmak üzere, dünyanın bütün emperyalist ve gerici güçlerine karşı uzlaşmaz ve kararlı bir savaş sürdürecek olan tek sınıf proletaryadır. Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesine saygı gösterecek ve onu hayata geçirecek tek sınıf yine proletaryadır.
Ancak, böylesi bir devrime önderlik edebilecek bir parti ve örgütlenme henüz yoktur. Sorunumuz, başta proletarya olmak üzere, emekçi kitleleri eğitecek, örgütleyecek, son yıllarda devrimcilere duyulan güvensizliği, umutsuzluğu, umut ve güvene dönüştürebilecek böylesi bir partiyi yaratma sorunudur.
Böyle bir parti, devrimin gizli ve açık düşmanlarına karşı kararlı bir mücadele içinde doğacak ve büyüyecektir.
Böyle bir parti, kendisini devrimci ilan eden, fakat devrime zarar veren bir yığın akıma karşı, ideolojik-siyasi savaş içinde oluşacaktır.
Böyle bir parti, Türkiye-Kürdistan devrimci hareketlerine bugüne kadar egemen olan ideolojik hastalıkları yenerek, yanlış kavrayışları yıkarak, doğru bir ideolojik ve siyasi çizgi izleyerek güçlenecektir.
Böyle bir parti, pratik çalışmaları ve eylemleriyle, halkın devrimcilere duyduğu güvensizliği, kuşkuları yenerek öncü niteliğini pekiştirecektir.
Böyle bir parti, düzen partisi değil, savaş partisi olmalıdır. Siyasi eğitiminin odak noktasına, silahlı devrim fikrini yerleştirmelidir. Çünkü, önümüzdeki devrim, burjuva demokratik karakterde siyasi bir devrim de olsa, zorun ebeliğine muhtaçtır. Bu zor, proletarya ve onun devrimci partisi önderliğinde, her alanda örgütlenmiş halkın, askeri, ekonomik ve örgütsel zoru olmalıdır. İkna ve zor yöntemleri uyum içinde kullanılmalıdır. Siyasi iktidarın ele geçirilebilmesi için, grev, genel grev gibi ekonomik alandaki zor biçimleri, silahlı ayaklanma ile birleştirilmeli ve uzun sürecek bir iç savaşa hazırlıklı olunmalıdır. Savaşı göze almadan zafer mümkün değildir. Zaferi tayin edecek savaşın başarısı ise, hayatın her alanında sürdüreceğimiz uzun vadeli ve çok yönlü hazırlık çalışmalarına bağlıdır. Mücadele biçimlerinin her türü, objektif ve subjektif koşullara uyumlu olarak ustaca kullanılmalı ve tek başına hiç bir mücadele biçiminin içinde boğulunmamalıdır. Son çözümlemede, siyasi, ekonomik, demokratik, ideolojik, kültürel, sanatsal, bütün mücadele biçimleri, silahlı mücadele biçimine tabi olmalı ve onun güçlenmesine hizmet etmelidir…
Faşist diktatörlük uzun bir süre ayakta kalamayacaktır. Halkı daha uzun bir süre baskısı altında tutmaya gücü yetmeyecektir. Uygun zamanlarda ona indireceğimiz darbeler, faşist diktatörlüğün yıkılışını hızlandıracaktır.
İşte önümüze koyduğumuz yakın hedef budur: Faşizmi yıkmak ve yerine proletarya önderliğinde demokratik bir düzen kurmak.
Yeni yılda, gücümüz yettiği oranda, geçmiş deneylerden çıkarttığımız derslerin de yardımıyla, kitleleri demokrasi bayrağı altında toplamaya ve faşizme karşı mücadelede yeni mevziler kazanmaya çalışacağız.
Yeni yıla girerken, gerek yurt içinde, gerekse yurtdışındaki bütün işçilere, emekçilere ve arkadaşlarıma sesleniyorum: Demokrasi bayrağı altında toplanalım ve mücadele edelim.
Zafer bizim olacaktır!
Kahrolsun askeri faşist diktatörlük!
Yaşasın sosyalizm ve demokrasi mücadelesi!
31 Aralık 1982
Yılmaz Güney

(*) Başlığı biz koyduk — Güney
 

0 yorum:

Yorum Gönder