8 Kasım 2011 Salı

Türk(iye) sineması ve Yılmaz Güney


Kültür Konferansına Tezler
Türk(iye) si­ne­ma­sı­nın ve Türk(iye) si­ne­ma­sın­da Yıl­maz Gü­ney’in ye­ri­ni, sos­ya­list açı­dan doğ­ru de­ğer­len­di­re­bil­mek için be­lir­li çı­kış nok­ta­la­rı üze­rin­de an­la­yış bir­li­ği­nin sağ­lan­ma­sı ge­re­kir. Bu nok­ta­lar biz­ce şun­lar­dır:
* Si­ne­ma (film sa­na­tı) bü­tün sa­nat dal­la­rı için­de en ge­niş kit­le­le­re ulaş­ma, on­lar­la bağ kur­ma, on­la­rı et­ki­le­me açı­sın­dan en el­ve­riş­li ola­nı­dır.
* O, ka­pi­ta­list-em­per­ya­list dün­ya­da ege­men sı­nıf­la­rın elin­de kit­le­le­ri uyut­ma ve ken­di dü­zen­le­ri­nin pe­şi­ne tak­ma­nın sa­nat ala­nın­da­ki en önem­li ara­cı­dır. O, ege­men­le­rin elin­de ege­men­lik­le­ri­ni sür­dür­mek için kul­la­nı­lan en önem­li si­lah­lar­dan bi­ri­dir.
* Film sa­na­tı bu­gün si­ne­ma sa­lon­la­rı­nın dı­şın­da da TV ara­cı­lı­ğıy­la çok da­ha ge­niş kit­le­le­re ula­şa­bil­mek­te ve et­ki­le­me ara­cı ola­rak baş­lan­gı­cın­dan çok da­ha önem­li bir rol oy­na­mak­ta­dır.
* Sos­ya­list ve dev­rim­ci sa­nat­çı­lar açı­sın­dan, film sa­na­tı, sos­ya­lizm ve dev­rim mü­ca­de­le­sin­de kit­le­le­re ulaş­ma­nın araç­la­rın­dan bi­ri ola­rak kul­la­nı­la­bi­lir, kul­la­nıl­mak zo­run­da­dır.
* Ka­pi­ta­list-em­per­ya­list sis­tem­de, kit­le­le­ri du­rum­la­rı üze­ri­ne, sis­tem üze­ri­ne “dü­şün­me­ye sev­ke­den” (Yıl­maz Gü­ney) “ma­ra­zı teş­his edip, gös­te­ren” (Lüt­fü Akad) film­ler kit­le­le­rin bi­linç­len­me­sin­de önem­li rol oy­nar­lar.
Sos­ya­list/dev­rim­ci si­ne­ma­cı­lar, sü­ren sö­mü­rü sis­te­mi­ni ve onun bar­bar­ca “in­sa­ni” iliş­ki­le­ri­nin sor­gu­lan­ma­sı­na hiz­met eden film­ler yap­ma­lı­dır.
* Kuş­ku­suz sos­ya­list/dev­rim­ci sa­nat­çı­la­rın yap­tı­ğı film­ler ön­ce­lik­le ge­niş kit­le­ler için, on­la­ra ulaş­mak için ya­pı­lan film­ler ol­ma­lı­dır.
* Ka­pi­ta­list-em­per­ya­list sis­tem­de, kit­le­le­ri bu sis­tem aley­hi­ne eği­ten film­le­rin çe­kil­me­si­nin ve kit­le­le­re ulaş­tı­rıl­ma­sı­nın her araç­la en­gel­len­me­ye ça­lı­şı­la­ca­ğı­nın ve sos­ya­list/dev­rim­ci film­ci­li­ğin zor­luk­la­rı­nın en ba­şın­dan bi­lin­cin­de olun­ma­lı­dır. Ka­pi­ta­list em­per­ya­list sis­tem için­de dev­rim­ci/sos­ya­list film­ci­lik düş­ma­nın en güç­lü ve en kont­rol­lü ol­du­ğu alan­lar­dan bi­ri için­de ya­pı­lan bir iş­tir.
* Sos­ya­list/dev­rim­ci bir si­ne­ma ger­çek an­lam­da dev­rim ve sos­ya­lizm şart­la­rın­da, ge­liş­me­si­nin önün­de­ki en­gel­ler kal­dı­rıl­mış ol­du­ğun­da ge­liş­miş, ser­pil­miş ve şim­di­ye ka­dar­ki en ol­gun eser­le­ri­ni ver­miş­tir. İler­de de bu böy­le ola­cak­tır.

TÜRK(İYE) Sİ­NE­MA­SIN­DA DÖ­NEM­LER…

a) Baş­lan­gıç dö­ne­mi: Si­ne­ma­nın Tür­ki­ye’ye gi­ri­şi, 1896–1922

Si­ne­ma ta­ri­hi araş­tır­ma­cı­la­rı si­ne­ma­nın Tür­ki­ye’ye ilk gir­di­ği ta­rih ola­rak 1896–1897’yi ve­ri­yor­lar. Bu gi­riş, he­nüz Av­ru­pa’da da emek­le­me ça­ğın­da olan si­ne­ma­nın ilk ürün­le­ri­nin Sig­mund We­in­berg ta­ra­fın­dan ti­yat­ro sa­lon­la­rın­da ve bir Fran­sız res­sam ta­ra­fın­dan sa­ray­da gös­te­ril­me­si bi­çi­min­de olu­yor.
Bu ilk gi­riş­ten son­ra yal­nız­ca İs­tan­bul şeh­rin­de açı­lan bir di­zi “si­ne­ma sa­lo­nun­da” Av­ru­pa’da ya­pıl­mış film­le­rin gös­te­ri­le­ri gün­de­me ge­li­yor. Ki­mi ya­ban­cı si­ne­ma­cı­lar İs­tan­bul’da da ki­mi sah­ne­ler çe­ki­yor­lar. Bu dö­nem he­nüz bir Türk(iye) si­ne­ma­sın­dan söz et­mek müm­kün de­ğil.
Ta­rih­çi­le­re gö­re Türk(iye) si­ne­ma­sı ko­nu­sun­da ilk adım dev­let/or­du eliy­le atı­lı­yor. Fil­mi ken­di amaç­la­rı kul­lan­mak için 1914’de, or­du bün­ye­sin­de bir “Mer­ke­zi Or­du Si­ne­ma Da­ire­si” ku­ru­lu­yor. Ve bu da­ire­de ça­lı­şan Fu­at Uz­kı­nay –da­ha ön­ce We­in­berg ve ya­ban­cı si­ne­ma­cı­la­rın ya­nın­da asis­tan ola­rak ça­lış­tı­ğı sı­ra­da el­de et­ti­ği bil­gi­ler, de­ne­yim­ler te­me­lin­de– ilk Türk fil­mi sa­yı­lan Ayas­te­fa­nos’da­ki (şim­di­ki Ye­şil­köy / BN) Rus anı­tı­nın yı­kı­lı­şı­nı bel­ge­le­yen fil­mi çe­ki­yor.
Bu ilk fil­mi, as­lın­da bir di­zi ya­ban­cı ti­yat­ro ese­ri­nin uyar­lan­mış bi­çim­le­ri­nin fil­me alın­ma­sı olan az sa­yı­da film iz­li­yor.
Bu dö­nem­de Türk(iye) si­ne­ma­sı, ki­mi ti­yat­ro oyu­nu uyar­la­ma­la­rı­nın ga­yet sta­tik bir bi­çim­de re­sim­len­me­sin­den olu­şan bir ko­num­da­dır.

b) Muh­sin Er­tuğ­rul dö­ne­mi, 1922–1939

1922-39ara­sın­da Türk(iye) si­ne­ma­sı bir tek isim ta­ra­fın­dan, esas­ta ti­yat­ro­cu olan Muh­sin Er­tuğ­rul ta­ra­fın­dan be­lir­le­nir. 1953’e dek Türk(iye) si­ne­ma­sın­da ege­men­li­ği sü­ren ve bu 30 yıl­lık dö­nem­de 30 fil­me im­za­sı­nı atan Muh­sin Er­tuğ­rul, 1939’a dek Türk(iye) si­ne­ma­sın­da ade­ta te­kel­dir.
Gi­ovan­ni Scog­na­mil­lo “Türk Si­ne­ma Ta­ri­hi”nde şu de­ğer­len­dir­me­yi ya­pı­yor:
“Bu “tek adam” genç­li­ğin­de­ki de­ney­le­ri­ne, Al­man­ya ve Rus­ya’da­ki ça­lış­ma­la­rı­na rağ­men bir si­ne­ma­cı de­ğil, boş bir alan­da si­ne­ma ya­pan bir ti­yat­ro­cu­dur ve ni­ye­ti ne olur­sa ol­sun si­ne­ma ola­yı­nı, bir fil­min dü­şü­nül­me­si­ni, ha­zır­lan­ma­sı­nı, çe­kil­me­si­ni yal­nız­ca ve yal­nız­ca bir ti­yat­ro­cu ba­kı­şıy­la de­ğer­len­dir­miş­tir.
Er­tuğ­rul bir ekip ada­mı­dır; kıs­men ve­ya ta­ma­men top­lam otuz film yö­net­miş­tir. … Si­ne­ma ko­nu­sun­da ye­te­nek­li olup ol­ma­ma­sı bir ya­na, ço­ğu za­man ya­ban­cı ve­ya yer­li kay­nak­lar kul­la­na­rak si­ne­ma­ya –ge­rek­li ya da ge­rek­siz– ye­ni­lik­ler ge­tir­miş­tir. Ger­çek bir ola­ya da­ya­nan öz­gün bir işe baş­la­mış­tır, Türk ede­bi­ya­tı­nı unut­maz. … ye­ni tür­ler ge­ti­rir, ken­di gö­rü­şü­ne gö­re vod­vil­ler, mü­zik­li gül­dü­rü­ler, duy­gu­lu gül­dü­rü­ler, son­ra köy film­le­ri, kos­tüm­lü film­ler ve me­lod­ram­lar­la si­ne­ma­yı ba­tı­lı­laş­tır­ma­ya ça­lı­şır. Re­per­tu­arı ge­niş­tir, fa­kat bir ti­yat­ro re­per­tu­arı ha­va­sın­da­dır. Er­tuğ­rul­dan da baş­ka bir şey bek­le­ne­mez za­ten.
Sa­vun­ma ve suç­la­ma­nın öte­sin­de ya­tan bir ger­çek var: Yak­la­şık 20 yıl bo­yun­ca Türk(iye)’de si­ne­ma tek bir ada­mın elin­de ka­lı­yor ve bu sü­re için­de –özel­lik­le ses­li dö­nem­den iti­ba­ren (İlk ses­li film –“İs­tan­bul So­kak­la­rın­da”– 1931’de çe­ki­li­yor / BN)– ne yö­net­men, ne de ya­pım­cı ola­rak si­ne­may­la il­gi­le­nen baş­ka kim­se yok­tur. Türk(iye)’de bu “tek adam”’ bir he­ves­li de­ğil, pro­fes­yo­nel bir yö­net­men, bir oyun­cu, bir top­lu­luk ku­ru­cu­su­dur; oyun­dan, oyun­cu­luk­tan, de­kor­dan, mü­zik­ten, giy­si­den, te­ma­şa­dan an­la­yan, ti­yat­ro ala­nın­da son­suz ba­şa­rı­lar el­de eden bir adam. Kuş­ku­suz bu adam ye­tiş­me­si, tec­rü­be­si ve ama­cıy­la bir ti­yat­ro ada­mı­dır. Ve bir ti­yat­ro ada­mı­nın si­ne­ma­sı, si­ne­ma­nın he­nüz yer­leş­me­di­ği, he­ves­li ya­pım­cı­la­rın elin­de kal­dı­ğı bir ül­ke­de, baş­ka tür­lü dü­şü­nü­le­mez, dü­şü­nü­lür­se de uy­gu­la­na­maz.
Er­tuğ­ru­lun oyun­cu kad­ro­su sa­bit­tir; Da­rül­be­da­yi’nden ŞE­HİR Tİ­YAT­RO­SUN­DAN­DIR. Ko­nu­la­rın oyun­la­rın bü­yük bir kıs­mı, oyun­cu yö­ne­ti­mi, sah­ne dü­zen­le­me­si, plan­la­ma, mak­yaj ve giy­si an­la­yı­şı da bu te­me­le da­ya­nır. Bu ko­şul­lar al­tın­da or­ta­ya çı­kan şey si­ne­ma de­ğil­dir. Si­ne­ma ol­ma­sı­nı bek­le­mek, he­le ay­nı dö­nem­de­ki –sağ­lam te­mel­le­ri olan bir en­düst­ri­ye da­ya­nan–  Ba­tı si­ne­ma­sı­na ben­ze­me­si­ni bek­le­mek tam bir ha­yal­dir.” (Türk Si­ne­ma Ta­ri­hi, Gi­ovan­ni Scog­na­mil­lo, Ka­bal­cı Ya­yı­ne­vi, 1998, say­fa 93)
Kı­sa­ca­sı, Muh­sin Er­tuğ­rul dö­ne­mi de, si­ne­ma­nın Türk(iye)’ye gi­riş/baş­lan­gıç dö­ne­min­de ol­du­ğu gi­bi esas­ta fil­me çe­kil­miş ti­yat­ro oyun­la­rı dö­ne­mi­dir.

c) 1940–1947 ara­sı dö­nem

Bu dö­nem si­ne­ma­ya ye­ni yö­net­men­le­rin gir­di­ği, Muh­sin Er­tuğ­rul te­ke­li­nin ya­vaş ya­vaş kı­rıl­dı­ğı bir ge­çiş dö­ne­mi­dir. Ge­rek ba­tı­da si­ne­may­la ta­nış­mış, ge­rek­se Türk(iye)’de çe­ki­len film­ler­de ça­lış­mış olan ki­mi ye­ni yö­net­men­ler film­ler üret­miş­tir bu dö­nem­de. Bu dö­nem­de çe­ki­len el­li fil­min se­ki­zin­de Muh­sin Er­tuğ­rul’un im­za­sı var­dır. Fa­kat di­ğer film­ler­de de Muh­sin Er­tuğ­rul’un et­ki­si açık­ça or­ta­da­dır. Bu dö­nem­de gös­te­ri­me gi­ren ya­ban­cı film­ler­de önem­li bir ar­tış var­dır. Ya­ban­cı film­ler için­de Türk(iye) si­ne­ma­sı­nı önem­li öl­çü­de et­ki­le­yen ve et­ki­le­ye­cek olan Mı­sır film­le­ri önem­li bir yer tut­mak­ta­dır. Ba­tı­dan ge­len film­le­rin bü­yük ço­ğun­lu­ğu doğ­ru­dan sa­vaş pro­pa­gan­da­sı film­ler­di­dir.
Türk(iye) film­le­ri esas­ta he­nüz ti­yat­ro­dan ba­ğım­sız bir ha­le ge­le­me­miş­tir. He­nüz bir sa­na­yi ha­li­ne de gel­me­miş­tir. Bu yüz­den ye­ni ya­pım­cı­la­rın, yö­net­men­le­rin de he­nüz yer­leş­me­miş, ke­sin­leş­me­miş pi­ya­sa­da yer al­ma şan­sı var­dır.

d) Si­ne­ma­nın re­sim­len­miş ti­yat­ro ol­mak­tan çık­tı­ğı, ‘si­ne­ma­ya gi­riş’ dö­ne­mi, 1947-1953

Bu dö­ne­mi be­lir­le­yen bü­tün top­lum açı­sın­dan bir ara­yış­tır. Cum­hu­ri­yet Halk Par­ti­si ik­ti­da­rı­nın son dö­ne­min­de Türk film­ci­li­ği­ni des­tek­le­mek ama­cıy­la Türk film­le­ri­ni gös­te­re­cek si­ne­ma­la­ra yüz­de el­li­ye ya­kın bir be­le­di­ye res­mi –ya­ni ver­gi– in­di­ri­mi ka­ra­rı al­ma­sı, bir di­zi gi­ri­şim­ci­yi bu alan­da ya­tı­rı­ma çe­ker. Bu ara­da Mı­sır film­le­ri­nin gös­te­ril­me­si­nin dur­du­rul­ma­sı, ba­tı film­le­ri­ne de ya­ban­cı­lık du­yan se­yir­ci­nin Türk film­le­ri­ne yö­nel­me­si ve ta­le­bin art­ma­sı­nı be­ra­be­rin­de ge­ti­rir. So­nuç: a) Çe­ki­len film sa­yı­sın­da önem­li bir ar­tış; b) Si­ne­ma­yı biz­zat film için­de öğ­ren­miş, ti­yat­ro kö­ken­li ol­ma­yan ‘si­ne­ma­cı’ bir yö­net­men ku­şa­ğı­nın ürün­ler ver­me­ye baş­la­ma­sı­dır. Bu dö­nem­de ilk fil­mi­ni çe­ken (“Vu­run Kah­pe­ye” 1948 / 1949) Lüt­fi Ö. Akad şun­la­rı söy­lü­yor:
“1948 cid­di özel ser­ma­ye­li, ken­di­ne ye­ni bir iş sa­ha­sı ara­yan ser­ma­ye­nin bu sa­ha­ya gi­riş yı­lı­dır di­ye­bi­li­riz. Türk si­ne­ma­sı yep­ye­ni bir üly­ke­nin keş­fe­dil­di­ği gi­bi idi. Ge­rek ça­lı­şan­lar, ge­rek ser­ma­ye ya­tı­ran­lar, he­men her­kes işi­ni ya­pa­rak öğ­re­ni­yor­du. Bu araş­tır­ma­lar se­kiz se­ne de­vam et­ti. On­dan son­ra ça­lı­şan­lar bir bi­çim en­di­şe­sin­den kur­tu­lup, muh­te­va en­di­şe­si­ne geç­ti­ler. Türk film­le­ri dört se­ne için­de us­ta­sız, ge­le­nek­siz, ki­tap­sız ça­lı­şa­rak bi­çim en­di­şe­sin­den kur­tul­du­lar.” (age)
Bu dö­ne­min de­va­mın­da, el­li­li yıl­la­rın ge­ri ka­lan bö­lü­mün­de de, Türk(iye) si­na­ma­sı açı­sın­dan ara­yı­şın sür­dü­ğü ha­zır­lık yıl­la­rı var­dır.
Türk(iye) si­ne­ma­sı­nın ger­çek ku­ru­cu­la­rı ola­rak ad­lan­dı­rı­la­bi­le­cek, si­ne­ma­cı yö­net­men­ler Lüt­fü Akad, Atıf Yıl­maz, Me­tin Erk­san bu dö­nem­de ve­rim­li ça­lış­ma­lar ya­par, ürün­ler su­nar­lar.
Bu yıl­lar ay­nı za­man­da da­ha son­ra Tür­ki­ye si­ne­ma­sı­na dam­ga­sı­nı vu­ra­cak si­ne­ma­cı Yıl­maz Gü­ney’in si­ne­ma­ya se­nar­yo­cu ve yö­net­men yar­dım­cı­sı ola­rak (“Bu Va­ta­nın Ço­cuk­la­rı”, Atıf Yıl­maz –1958 ve “Ala­ge­yik”, Atıf Yıl­maz) ilk adım­la­rı­nı at­tı­ğı yıl­lar­dır.
Bu ara­da “Türk si­ne­ma­sı”nın önem­li bir iz­le­yi­ci kit­le­si ol­du­ğu ve “kâr­lı bir iş” ol­du­ğu da gö­rül­müş­tür. Bu yıl­lar, bir yan­dan hem kit­le­ye ula­şan ve hem de si­ne­ma sa­na­tı­nın da ge­liş­ti­ril­di­ği film­le­re ko­şuş; di­ğer yan­dan ve da­ha çok, sa­nat­sal kay­gı­lar­dan uzak, faz­la özen gös­ter­me­den, salt ti­ca­ri kay­gı­lar­la çe­ki­len film­ci­li­ğin ge­liş­ti­ği yıl­lar olur. Film üre­tim mer­ke­zi, film şir­ket­le­ri­nin ço­ğu­nun yö­ne­tim mer­kez­le­ri­nin de bu­lun­du­ğu Ye­şil­çam so­ka­ğı si­ne­ma açı­sın­dan be­lir­le­yi­ci bir kav­ram ha­li­ne ge­lir.
Dö­nem ay­nı za­man­da ya­ban­cı film­ler bağ­la­mın­da, Ba­tı ege­men­li­ği­nin –en baş­ta da Ame­ri­kan film­le­ri­nin ege­men­li­ği­nin– ge­liş­ti­ği yıl­lar­dır.
“Türk film­le­ri” se­yir­ci­siy­le, ya­ban­cı film se­yir­ci­si ara­sın­da da bir ay­rış­ma­nın be­lir­ti­le­ri gö­rül­me­ye, si­ne­ma se­yir­ci­si­nin bü­yük bö­lü­mü­nü oluş­tu­ran emek­çi yı­ğın­lar ve tüm taş­ra ken­di­ne ya­kın ve ken­din­den bir­şey­ler bul­du­ğu Türk film­le­ri­ni sey­re­der­ken; İs­tan­bul ve bir kaç bü­yük şe­hir­de kü­me­le­nen ba­tı­cı, elit­ci, şe­hir kü­çük­bur­ju­va­zi­si, ya­rı­ay­dın ke­si­mi kü­çüm­se­mey­le bak­tı­ğı “Türk film­le­ri­ni” ade­ta boy­kot et­mek­te, ya­ban­cı film sey­ret­mek­te­dir.
İş­te böy­le bir or­tam­da, 50’li yıl­la­rın son­la­rın­da ar­tık Türk(iye) si­ne­ma­sı di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir si­ne­ma ha­zır­lık­la­rı­nı ta­mam­la­mış ola­rak gün­dem­de­dir.
1960-1986 yıl­la­rı ara­sın­da­ki 26 yıl­lık dö­nem, Türk(iye) si­ne­ma­sı­nın ar­tık ade­ta ay­rı bir sa­na­yi ko­lu ola­rak üre­tim­de bu­lun­du­ğu ve bir di­zi Türk /(iye­li) si­ne­ma­cı­nın ken­di öz­gün dil­le­ri­ni bul­du­ğu, kit­le­le­re ulaş­ma açı­sın­dan si­ne­ma­nın ade­ta al­tın ça­ğı­nı ya­şa­dı­ğı dö­nem­dir. Gi­ovan­ni Scog­na­mil­lo, 1896 -1959 ara­sı 63 yıl­lık dö­ne­mi “ha­zır­lık dö­ne­mi” için­de ele alır ve 60-87 ara­sı dö­nem için şu tes­pit­le­ri ya­par:
“… 27 yıl, tüm mal­ze­me bol­lu­ğu, uç­ta dav­ra­nış ve ör­nek­le­ri, bu­na­lım­la­rı ve aşı­rı­lık­la­rıy­la ül­ke si­ne­ma­sı­nın en zen­gin, en ol­gun, en araş­tır­ma­cı, tar­tış­ma­lı, kar­ma­şık, iniş­li çı­kış­lı ve gün­cel bö­lü­mü­nü oluş­tu­ru­yor.
1960’lar­dan son­ra Türk si­ne­ma­sı ge­rek “ne­yi” an­la­ta­ca­ğı­nı ge­rek­se “na­sıl” an­la­ta­ca­ğı­nı çok da­ha dik­kat­li ken­di ola­nak­la­rı için­de bi­linç­li şe­kil­de sap­ta­ma­ya ve in­ce­le­me­ye  ko­yu­lu­yor. 1960’tan iti­ba­ren Türk si­ne­ma­sı, top­lum­sal ve si­ya­sal olay­la­ra, buh­ran­la­ra, çal­kan­tı­la­ra, hü­kü­met de­ği­şik­lik­le­ri­ne ve bun­la­rın ge­tir­di­ği öz­gür­lük­le­re –da­ha çok sı­nır­la­ma­la­ra– da­ha du­yar­lı ol­ma­ya baş­lı­yor, ol­mak zo­run­da ka­lı­yor ve ka­çı­nıl­maz bir pa­ra­lel­lik­le her tür­lü buh­ran, umut, hat­ta her be­lir­gin et­kin “mo­da” akım is­ter do­lay­lı is­ter do­lay­sız –sen­di­kal olay­lar­dan cin­sel­li­ğe, 12 Ey­lül ön­ce­sin­den fe­mi­niz­me ka­dar– be­yaz per­de­de yan­kı­sı­nı bul­muş­tur.” (age, say­fa 8)

Türk(iye) si­ne­ma­sı­nın ken­di­ni bul­du­ğu yıl­lar – 1960-1987 

Dö­nem; si­ya­si ola­rak bir as­ke­ri mü­da­ha­ley­le, 27 Ma­yıs dar­be­siy­le baş­lar. Dö­nem için­de iki as­ke­ri mü­da­ha­le da­ha var­dır: 12 Mart 1971 ve 12 Ey­lül 1980 mü­da­ha­le­le­ri, özel­lik­le 12 Ey­lül si­ne­ma­da bü­yük iz­ler bı­ra­kır.
1960’lı yıl­la­rın ikin­ci ya­rı­sı de­mok­rat, ile­ri­ci, an­ti­em­per­ya­list ha­re­ke­tin yük­sel­di­ği yıl­lar­dır. Bu yük­se­liş 12 Mart mü­da­ha­le­siy­le dur­du­rul­ma­ya ça­lı­şı­lır. Fa­kat 1973 se­çim­le­ri er­te­si ye­ni bir yük­sel­me ya­şa­nır. Yük­se­len ha­re­ket bir yan­dan din­ci-ge­ri­ci, di­ğer yan­dan ırk­çı-tu­ran­cı fa­şist sal­dı­rı­lar­la ezil­me­ye ça­lı­şı­lır. 1970’li yıl­la­rın so­nun­da or­ta­ya çı­kan, sağ ve so­lun si­lah­lı ça­tış­ma­sı­nın gün­dem­de ol­du­ğu iç sa­vaş or­ta­mı­na ben­zer or­tam, 12 Ey­lül dar­be­siy­le ye­ri­ni, bü­tün mu­ha­le­fe­tin –ta­bii ön­ce­lik­le sol mu­ha­le­fe­tin– si­lah zo­ruy­la ezil­di­ği bir or­ta­ma bı­ra­kır. Ade­ta me­zar ses­siz­li­ği­nin ege­men kı­lın­mak is­ten­di­ği bu or­tam, 1984’ler­de yu­mu­şa­ma­ya baş­lar. 12 Ey­lül’ün açık as­ke­ri fa­şist re­ji­mi ye­ri­ni ya­sal sı­nır­la­rı 12 Ey­lül ana­ya­sa­sıy­la sı­nır­lan­mış, par­la­men­ter de­mok­ra­si mas­ke­li, as­ker kont­rol­lü si­vil fa­şist bir yö­ne­ti­me bı­ra­kır.
Bü­tün bu ge­liş­me­ler, 50’li yıl­la­rın son­la­rın­dan iti­ba­ren ar­tık ade­ta bir sa­na­yi ha­li­ne ge­len Türk(iye) si­ne­ma­sın­da yan­sı­ma­la­rı­nı bu­lur.
Dö­nem; “Ulu­sal bir gör­sel sa­na­tın git­gi­de bü­yü­me­si­ne, bü­yü­dük­çe güç­lük­ler­le ka­şı­laş­ma­sı­na ta­nık olu­yor. Bü­yü­me enf­las­yo­na yol açı­yor, fur­ya­lar ya­ra­tı­yor, ye­ni en­di­şe­ler, aşa­ma­lar ve buh­ran­lar or­ta­ya çı­kı­yor. Renk­li si­ne­ma ge­lip yer­le­şi­yor, dış ül­ke­ler­le iliş­ki­ler ge­li­şi­yor. Türk film­le­ri ulus­la­ra­ra­sı ya­rış­ma­la­ra gi­ri­yor, il­gi çe­ki­yor, ödül­ler ka­za­nı­yor, gi­de­rek Türk si­ne­ma­sı bi­lin­mez ol­mak­tan çı­kı­yor.
Si­ne­ma­ya yön ver­mek is­te­yen, bir si­ne­ma kül­tü­rü­nü, bir si­ne­ma bi­li­mi­ni, öğ­re­ti­mi­ni yap­ma­yı amaç­la­yan ku­rum­lar bu dö­nem­de do­ğu­yor. Dev­let za­man za­man si­ne­ma­nın var­lı­ğı­nı his­se­der gi­bi olu­yor. Son­ra ku­ram­lar ya­ra­tı­lı­yor (top­lum­sal ger­çek­çi­lik, halk si­ne­ma­sı, dev­rim­ci si­ne­ma, ulu­sal si­ne­ma, mil­li si­ne­ma), tar­tış­ma­lar ko­pu­yor, tar­tış­ma­lar suç­la­ma­la­ra va­rı­yor, grup­laş­ma­lar, an­laş­maz­lık­lar, düş­man­lık­lar or­ta­ya çı­kı­yor ve do­ğal ola­rak za­man­la sö­nü­yor.
Ta­bii bu ara­da dur­mak­sı­zın re­kor­lar kı­ran film­ler çev­ri­li­yor. Si­ne­ma­ya ye­ni sa­nat­çı­lar, ya­pım­cı­lar, tek­ni­ker­ler, he­ves­li­ler, özen­ci­ler akın edi­yor. Da­ha ön­ce­ki­le­rin ki­mi bir kat da­ha bi­linç­le­nip, en tu­tar­lı, en sağ­lam ya­pıt­la­rı­nı ve­ri­yor, ki­mi ise ko­şul­la­ra uyu­yor.” (Gi­ovan­ni Scog­na­mil­lo, “Türk Si­ne­ma Ta­ri­hi”, say­fa 189-190)
27 yı­lı kap­sa­yan bu dö­nem­de ilk dik­kat çe­ken şey, çe­ki­len film sa­yı­sın­da­ki bü­yük ar­tış­tır. Yirmi­ye­di yıl­da yıl­lık or­ta­la­ma film sa­yı­sı yü­zel­li film ci­va­rın­da­dır.
En dü­şük sa­yı­lı yıl­lar 1960 (68 film), 1980 (68 film), 81 (72 film), 82 (72 film); en yük­sek sa­yı­lı yıl­lar 1966 (238 film) ve 1972 (298 film) yıl­la­rı­dır.
1974’e ka­dar gi­de­rek aza­lan sa­yı­da si­yah-be­yaz ve ar­tan sa­yı­da renk­li film çe­kil­miş­tir. 1972’de renk­li film sa­yı­sı si­yah-be­yaz film sa­yı­sı­nı aş­mış, 1975’den iti­ba­ren si­yah-be­yaz film üre­ti­mi dur­muş­tur.
Dö­ne­min en be­lir­le­yi­ci özel­lik­le­rin­den bi­ri­si se­yir­ci çek­me açı­sın­dan ba­şa­rı­lı bir fil­mi ya da bir film tü­rü­nü der­hal ve kö­tü kop­ya­la­rı­nın iz­le­me­si; ol­duk­ça kı­sa sü­re­li “fur­ya­la­rın” film pi­ya­sa­sı­nı kap­la­ma­sı­dır. El­li­li yıl­la­rın son­la­rın­da baş­la­yan bu eği­lim, da­ha son­ra güç­le­ne­rek sür­müş­tür.
El­li­li yıl­lar­da­ki fur­ya­lar “ar­go­lu, kül­han­bey­li er­kek ta­vır­lı ka­dın kah­ra­man­lı film­ler” fur­ya­sı, “Ay­şe­cik” di­zi­si ve ço­cuk kah­ra­man­lı film­ler fur­ya­sı, ya­ban­cı film ak­tar­ma­sı fur­ya­sı ve çok me­lod­ra­ma­tik pi­ya­sa ro­man­la­rı uyar­la­ma­sı fur­ya­sı­dır.
Son­ra­ki yıl­lar­da bun­la­rı po­li­si­ye film­ler, din­sel film­ler, ma­ce­ra film­le­ri­nin her çe­şi­di, gül­dü­rü­ler, wes­tern­ler ve 70’li yıl­lar­da da en enf­las­yo­nist alan olan seks film­le­ri fur­ya­sı iz­ler.
Bu fur­ya film­le­ri esas­ta salt ti­ca­ri si­ne­me ör­nek­le­ri­dir. Ve Türk(iye) si­ne­ma­sı ürün­le­ri­nin bü­yük ço­ğun­lu­ğu­nu oluş­tu­rur­lar.
1963’de Türk(iye) si­ne­ma­sın­da iki önem­li olay ya­şa­nır. Bu olay­lar­dan bi­rin­ci­si Me­tin Erk­san’ın “Su­suz Yaz” isim­li fil­mi­nin Ber­lin Ulus­la­ra­ra­sı Film Fes­ti­va­li’­ne ka­tıl­ma­sı ve fes­ti­val­de ya­rış­ma bö­lü­mün­de “En İyi Film Ödü­lü­”nü ka­zan­ma­sı­dır. Bu Türk(iye) si­ne­ma­sı­nın ilk ulus­la­ra­ra­sı ödü­lü­dür.
Olay­lar­dan ikin­ci­si, bir öy­kü­sü ne­de­niy­le “ko­mü­nizm pro­po­gan­da­sı” suç­la­ma­sıy­la 18 ay ha­pis­te ka­lan Yıl­maz Gü­ney’in ha­pis ce­za­sı bit­tik­ten son­ra Ye­şil­çam’a ye­ni­den gi­ri­şi­dir. Bu ye­ni­den gi­riş bağ­la­mın­da Yıl­maz Gü­ney da­ha son­ra bu­nun plan­la­rı­nı ha­pis­tey­ken yap­tı­ğı­nı şöy­le an­la­tır:
“Bu dü­şün­ce şu idi: Ben si­ne­ma­da bir şey­ler yap­ma­lıy­dım; an­cak yap­tık­la­rı­mı bü­yük kit­le­le­re ulaş­tı­ra­cak bir araç ha­li­ne na­sıl ge­le­bi­lir­dim. Çün­kü tek ba­şı­na bir ada­ma yö­net­men­lik ver­mi­yor­lar­dı, doğ­ru dü­rüst se­nar­yo yaz­dır­mı­yor­lar­dı. Ve ben o gü­nün şart­la­rı için­de bir güç olan “star­lı­ğa” oy­na­mak zo­run­da kal­dım. Bü­tün plan­la­rı­mı, prog­ram­la­rı­mı bu­na gö­re yap­tım.”
Yıl­maz Gü­ney 1963 yı­lın­da, Fe­rit Cey­lan’ın yö­net­men­li­ği­ni yap­tı­ğı “İki­si de Ce­sur­du” fil­mi­nin hem se­nar­yo­su­nu ya­zar ve hem de ba­şo­yun­cu­lar­dan bi­ri­ni oy­nar.
“İki­si de Ce­sur­du”, da­ha son­ra­ki Gü­ney film­le­rin­de Yıl­maz Gü­ney’in can­lan­dır­dı­ğı, ezi­len, hak­sız­lı­ğa uğ­ra­yan, uzun sü­re bun­la­ra kat­la­nan, so­nun­da bü­yük bir kin­le ve şid­det­le pat­la­ya­rak hak­sız­lı­ğa is­yan eden ve fa­kat kö­tü­le­ri ce­za­lan­dır­ma sü­re­cin­de ken­di­si de ölen bir ti­pin ilk ör­ne­ği­dir ade­ta. Bu tip, bu tip­le ken­di­ni öz­deş­leş­ti­ren genç, ezi­len, emek­çi yı­ğın­la­rın, şe­hir­ler­de ge­li­şen va­roş genç­le­ri­nin, taş­ra­da yok­sul köy­lü yı­ğın­la­rı­nın hak­sız­lı­ğa baş­kal­dı­rı ih­ti­ya­cı­na ce­vap ve­ren bir tip­tir. Halk­tan bi­ri­dir.
1964’de bir baş­ka önem­li bir ilk ya­şa­nır: Er­tem Gö­reç/Ve­dat Tür­ka­li iki­li­si, ilk kez iş­çi sı­nı­fı­nı ve gre­vi ko­nu alan bir fil­mi, “Ka­ran­lık­ta Uya­nan­lar”ı çe­ker­ler.
Atıf Yıl­maz’ın, Hal­dun Ta­ner’in mü­zik­li ti­yat­ro oyu­nun­dan si­ne­ma­ya uyar­la­dı­ğı “Ke­şan­lı Ali Des­ta­nı” da hem ko­nu­su, hem tek­ni­ğiy­le önem­li bir si­ne­ma ola­yı olur. Se­yir­ci­nin bü­yük be­ğe­ni­si­ni ka­za­nır.
Yıl­maz Gü­ney ise, ken­di­ni se­yir­ci­nin gön­lün­de “Çir­kin Kral” ya­pa­cak film­le­rin sa­yı­sı­nı ar­tı­rı­yor­du. Yıl­maz Gü­ney se­na­rist ve oyun­cu ola­rak öz­gür­lü­ğü­nü müm­kün ol­du­ğun­ca az kı­sıt­la­ya­cak olan kü­çük fir­ma­lar­la ça­lış­mak­ta; he­nüz da­ğı­tım­da te­kel­leş­me ger­çek­leş­me­di­ği için se­yir­ci­si­ne ula­şa­bil­mek­te­dir.
1963’te­ki çe­ki­len tek Yıl­maz Gü­ney fil­mi­ni, 1964’de 10, 1965’de 21, 1966’da 12, 1967’de 14, 1968’de 9, 1969’da 8, 1970’de 11, 1971’de 10 Yıl­maz Gü­ney fil­mi iz­ler.
Yıl­maz Gü­ney, bir­ço­ğu­nun se­nar­yo­su­nu ken­di­si­nin yaz­dı­ğı bu film­ler­de ba­şo­yun­cu ola­rak çiz­di­ği tip­ler hak­kın­da da­ha son­ra şu tes­pit­le­ri ya­par:
“Bir de­fa kah­ra­man de­ğil. Kah­ra­man­lı­ğı da za­ten kah­ra­man ol­ma­ma­sın­dan ge­li­yor. Adam her­han­gi bir olay­la kar­şı kar­şı­ya gel­di­ği za­man, o olay­da ye­ni­li­yor. Bu ye­nil­gi­nin ge­tir­di­ği bir acı­lık var. Her­kes bu­nu gö­rü­yor. Bu­ra­da iki du­rum söz­ko­nu­su. Bi­ri in­san­la­rı pa­si­fi­ze eden bir du­rum. Çün­kü kar­şı­sın­da de­vam­lı ye­nil­gi gö­rü­yor ve kor­ku­ya ka­pı­lı­yor. Di­yor ki, “biz na­sıl ol­sa ye­ni­le­ce­ğiz, hiç bu işin içi­ne gir­me­ye­lim.” Ta­bii bu ye­nil­gi bu­nun dı­şın­da şu bi­lin­ci de uyan­dı­ra­cak­tır bir ta­kım in­san­lar­da ve uyan­dır­mış­tır da: Bi­rey­sel mü­ca­de­le­nin olum­lu ol­ma­dı­ğı. Çün­kü adam film­ler­de ya ye­nil­miş, hap­se gir­miş ya da öl­dü­rül­müş­tür. So­nuç yok­tur. Za­fer yok­tur. Bu­nun ge­tir­di­ği bir bu­ruk­luk var­dır bi­zim film­ler­de. Ya­ni se­yir­ci Yıl­maz Gü­ney’de bu­ruk­luk, hü­zün, Yıl­maz Gü­ney’de yi­ğit­lik baş­kal­dı­rı, Yıl­maz Gü­ney’de acı­ma, Yıl­maz Gü­ney’de bek­le­me, sab­ret­me, ama zo­run­lu olun­ca mut­la­ka mü­ca­de­le et­me özel­lik­le­ri bu­lu­yor ve bun­la­rı bir yer­de ken­di­siy­le öz­deş­leş­ti­ri­yor.”
Halk yı­ğın­la­rı için­de “Çir­kin Kral” ola­rak ad­lan­dı­rı­lıp sa­hip­le­ni­len Yıl­maz Gü­ney’in bu dö­nem­de se­na­rist ve oyun­cu ola­rak ka­tıl­dı­ğı film­ler, ay­dın ke­sim için­de bu­run kı­vı­ra­rak iz­le­nen ve esas­ta “Ye­şil­çam” film­le­ri di­ye kü­çüm­se­nen film­ler­den ay­rı gö­rül­me­yen film­ler­dir. Evet o dö­nem­de ay­dın­lar ve ba­tı film­le­ri­nin iz­le­yi­ci­si olan, “Türk fil­mi­ne” tüm olum­suz­luk­la­rı yük­le­yen ke­sim­ler için “vur­du­lu kır­dı­lı” sı­ra­dan Türk film­le­ri­nin sı­ra­dan bir oy­nu­cu­su­dur. Halk için ise o hal­kın sev­gi­li­si­dir; si­ne­ma­da ken­di­si­ni bul­du­ğu, öz­deş­leş­tir­di­ği ki­şi­dir.
1965’in en önem­li si­ne­ma olay­la­rın­dan bi­ri Duy­gu Sa­ğı­roğ­lu’nun çek­ti­ği ilk fil­mi “Bit­me­yen Yol”dur. Şe­hir­de ame­le ola­rak ça­lı­şan iş­çi­le­rin ha­ya­tı­nı ko­nu alan film san­sü­re ta­kı­lan, ya­sak­la­nan ilk film­ler­den bi­ri­dir. Duy­gu Sa­ğı­roğ­lu ay­nı yıl Yıl­maz Gü­ney film­le­ri için­de önem­li olan­lar­dan bi­ri­ni “Ben Öl­dük­çe Ya­şa­rım”ı çe­ker. Ay­nı yıl Or­han Ke­mal’in “Mur­ta­za”sı (Tunç Ba­şa­ran) fil­me çe­ki­lir. 1960 dar­be­sin­den son­ra ya­şa­nan gö­re­ce öz­gür­lük or­ta­mı­nın, si­ya­si alan­da ‘sol’un ge­liş­me­si­nin –1965 se­çim­le­rin­de Tür­ki­ye’de ilk kez açık­ça laf­ta da ol­sa emek­çi ik­ti­da­rı­nı sa­vu­nan, yer yer açık­ça sos­ya­list ol­du­ğu­nu söy­le­yen bir par­ti olan TİP se­çim­ler­de 15 mil­let­ve­ki­lli­ği ka­za­nı­yor, Mec­li­s’e gi­ri­yor­du– si­ne­ma­ya (san­sür ku­ru­mu­nun en­gel­le­me­le­ri­ne rağ­men) yan­sı­ma­sıy­dı bun­lar.
‘Sol’a kar­şı, kuş­ku­suz, Ada­let Par­ti­si hü­kü­me­ti­nin de des­te­ğin­de, din­sel ge­ri­ci­lik ge­liş­ti­ri­li­yor, bu da si­ne­ma­da yan­kı­sı­nı bu­lu­yor, bir di­zi di­ni ko­nu­lu film­ler çe­ki­li­yor, bir “din­sel film­ler fur­ya­sı” baş­lı­yor­du.
1965 yı­lı, “Türk Si­ne­ma­tek Der­ne­ği”nin ku­rul­ma­sı açı­sın­dan da önem­li­dir.
1966 yı­lın­da, Lüt­fü Akad’ın çek­ti­ği “Hu­dut­la­rın Ka­nu­nu” san­sü­re ta­kı­lı­yor­du. Hem de Lüt­fü Akad’ın ken­di­si­nin oto­san­sü­rü­ne rağ­men! Lüt­fü Akad, Kur­tu­luş Ka­ya­lı’yla yap­tı­ğı bir söy­le­şi­sin­de “Hu­dut­la­rın Ka­nu­nu” ko­nu­sun­da şun­la­rı söy­lü­yor:
“Hu­dut­la­rın Ka­nu­nu’na ge­nel ola­rak ba­kıl­dı­ğın­da, dev­le­tin ka­çak­çı­nın pe­şin­de ol­du­ğu gö­rü­le­bi­lir. Fa­kat be­nim göz­lem­le­rim alt rüt­be­le­re inil­di­ğin­de bir an­laş­ma­nın gün­de­me gel­di­ği şek­lin­de­dir. Ben bu iz­le­ni­mi­mi ora­da ka­çak­çı­lar­la yap­tı­ğım gö­rüş­me­ler­den edin­dim. Bu an­laş­ma pay al­ma so­nu­cu gün­de­me ge­lir. Pay­la­şım yu­ka­rı­lar­da ne­re­le­re ka­dar çı­kar onu bi­le­mem. Za­ten bu ifa­de ka­çak­çı­la­rın­dır. Ben bu du­ru­mu ka­nıt­la­ya­bil­sem da­hi bu­nu si­ne­mam­da açık­la­mam müm­kün de­ğil­dir. San­sür bu­na izin ver­mez. Bu­nu se­yir­ci­ye ulaş­tı­ra­maz­dım. Sö­zü edi­len çer­çe­ve­de de­ğer­len­di­ril­di­ğin­de Hu­dut­la­rın Ka­nu­nu’nun bi­raz da üto­pik bir film ol­du­ğu gö­rü­le­bi­lir. Kö­ke­ni eko­no­mik­tir ka­çak­çı­lı­ğın. Ve­ri­len top­rak bir işe ya­ra­ma­mak­ta­dır. Ya­rı­cı ol­sa ya­ra­rı yok­tur. Ora in­sa­nı için ya­şam zor­dur. Bu film yö­re ger­çek­li­ği­ni or­ta­ya koy­ma­ya ça­lış­mış­tır.” (Kur­tu­luş Ka­ya­lı, “Yö­net­men­ler Çer­çe­ve­sin­de Türk Si­ne­ma­sı”, Ay­yıl­dız Ya­yı­ne­vi, Ka­sım 1994, An­ka­ra, say­fa 136-137)
Ya­ni Türk(iye) si­ne­ma­sın­da ül­ke ger­çek­le­ri­nin gös­te­ril­me­si­nin kar­şı­sın­da san­sür bir en­gel­le­yi­ci be­la ola­rak dur­mak­ta­dır. Fa­kat bu, ki­mi yö­net­men­le­rin bu ger­çek­le­ri şu ve­ya bu öl­çü­de yan­sıt­ma­ya yö­nel­me­si­ni en­gel­le­ye­me­mek­te­dir.
Atıf Yıl­maz’ın çek­ti­ği “Top­ra­ğın Ka­nı”, “Pem­be Ka­dın” ve “Ölüm Tar­la­sı”; Me­tin Erk­san’ın çek­ti­ği “Yı­lan­la­rın Öcü” bu ül­ke ger­çek­le­ri­ni yan­sıt­ma ça­ba­la­rı­nın di­ğer ka­li­te­li ürün­le­ri­dir.
1967’de Yıl­maz Gü­ney’i, Tür­ki(ye) si­ne­ma­sı­nın baş­ya­pıt­la­rın­dan Lüt­fü Akad’ın “Kı­zı­lır­mak Ka­ra­ko­yun”un­da baş oyun­cu ola­rak gö­rü­rü­rüz. Ay­nı yıl Yıl­maz Du­ru, Yıl­maz Gü­ney’le “İn­ce Cu­ma­li”yi çe­ker.
Ta­bii ki çe­ki­len ve sa­yı­sı ner­dey­se 200’le­re va­ran film­le­rin bü­yük ço­ğun­lu­ğu, adı­nı an­dı­ğı­mız ki­mi film­le­rin ka­li­te­sin­den çok uzak, der­di se­yir­ci­yi avut­mak, uyut­mak ve ta­bii pa­ra ka­zan­mak olan, ti­ca­ri amaç­lı da­ha si­ne­ma­dan dı­şa adım atıl­dı­ğın­da unu­tu­lan, özen­siz fur­ya film­le­ri­dir.
1968’in en önem­li si­ne­ma ola­yı, Yıl­maz Gü­ney’in yö­net­men ola­rak da im­za­sı­nı at­tı­ğı bir ilk film olan “Se­yit Han –Top­ra­ğın Ge­li­ni” isim­li film­dir. Film, Yıl­maz Gü­ney’in dö­ne­min ulus­la­ra­ra­sı alan­da ün­le­nen ‘ita­lo-wes­tern’ for­ma­tıy­la, de­rin­den et­ki­len­di­ği köy film­le­ri for­ma­tı­nı öz­gün bir dil­le bu­luş­tur­ma­yı be­cer­di­ği, ka­tı bir ger­çek­çi­lik­le, ma­sa­lım­sı bir öy­kü­yü zor­lan­mak­sı­zın bir­leş­tir­di­ği, gör­sel zen­gin­li­ği ve Yıl­maz Gü­ney’in bü­yük oyun­cu­lu­ğuy­la gö­ze ba­tan bir ‘ilk’tir. An­la­tı­lan öy­kü Yıl­maz Gü­ney’li film­le­rin bi­li­nen “kah­ra­man ol­ma­dı­ğı için kah­ra­man olan” ezi­len-is­yan eden, kö­tü­le­ri ce­za­lan­dı­rır­ken vu­ru­lup ölen bir “ti­pin” öy­kü­sü­dür. Fa­kat bu­na rağ­men tek­rar, ken­di­ni yi­ne­le­me söz­ko­nu­su de­ğil­dir. “Se­yit Han –Top­ra­ğın Ge­li­ni”, Yıl­maz Gü­ney’in öz­gün bir si­ne­ma­cı ola­rak öne­mi­ne, onun ye­te­nek­le­ri­ne işa­ret eden bir film­dir.
1969 yı­lı, ikin­ci çev­rim­le­rin sa­yı­sı­nın art­ma­sıy­la ve ‘ita­lo-wes­tern’le­ri iz­le­yen dar büt­çe­li yer­li wes­tern fur­ya­sıy­la öne çı­kı­yor. Bir de çe­ki­len renk­li film sa­yı­sın­da­ki pat­la­may­la… Çe­ki­len yer­li film sa­yı­sı bir yıl ön­ce­ye gö­re iki mis­lin­den faz­la ar­ta­rak 56’ya va­rı­yor. Ay­nı yıl dev­let, Film Ar­şi­vi ça­lış­ma­la­rı­na baş­lı­yor. Yıl­maz Gü­ney 1969 yı­lın­da Nu­ri Er­gün’ün yö­net­ti­ği “Be­la­nın Ye­di Tür­lü­sü”nün se­nar­yo­su­nu ya­zar ve film­de oy­nar. Ken­di adı­na kur­du­ğu Gü­ney Film adı­na da “Aç Kurt­lar” ve “Bir Çir­kin Adam” film­le­ri­nin se­nar­yo­su­nu ya­zar ve yö­ne­tir. Bun­lar da he­nüz Yıl­maz Gü­ney’in ara­yış için­de ol­du­ğu film­ler­dir. Es­ki Yıl­maz Gü­ney film­le­ri­nin ye­ri­ni ne­yin ala­ca­ğı­nın araş­tı­rıl­dı­ğı, he­nüz es­ki­den ko­pu­şun tam ger­çek­leş­ti­ril­me­di­ği film­ler… Bu film­ler­de hem içe­rik hem bi­çim açı­sın­dan ye­ni­yi ara­yı­şın iz­le­ri var­dır.
Renk­li film ar­tı­şı eği­li­mi 1970’de de de­vam eder. Bu yıl için­de çı­kan 225 fil­min 78’i renk­li­dir.
1970’in en önem­li film ola­yı kuş­ku­suz Yıl­maz Gü­ney’in “Umut”udur. “Umut”la bir­lik­te kar­şı­mız­da ar­tık, ne­yi, na­sıl an­la­ta­ca­ğı­nı bi­len ve si­ne­ma­yı yı­ğın­la­rı uyan­dır­mak için bir si­lah ola­rak kul­lan­ma­yı amaç­la­yan dev­rim­ci bir si­ne­ma­cı var­dır.
“Umut” top­lum­da­ki bi­linç­len­me­ye, dev­rim­ci­leş­me­ye si­ne­ma ala­nın­dan ge­len ya­nıt­tır.
Ve “Umut” ar­tık geç­miş­te ‘Türk fil­mi’ne bu­run kı­vı­ran ki­mi ay­dın­la­ra da ula­şan, se­yir­de halk­la ay­dın­la­rı da bu­luş­tu­ran bir film­dir.
“Umut” Tür­ki­ye top­lu­mu için­de en çok tar­tı­şı­lan sa­nat ola­yı­dır de­ne­bi­lir.
Top­lu­mun her ke­si­mi –olum­lu ve­ya olum­suz– bu film so­mu­tun­da bir sa­nat ola­yı­na ta­vır ta­kın­mış, ta­kın­mak zo­run­da kal­mış, “Umut” Tür­ki(ye) si­ne­ma­sın­da bir dö­nüm nok­ta­sı ol­muş, top­lu­mu de­rin­den sar­san bir olay ha­li­ne gel­miş­tir.
Ege­men sı­nıf­lar, “Umut”un üze­ri­ne san­sür­le, gös­te­ri­mi en­gel­le­mek için si­ne­ma iş­let­me­ci­le­ri­ne ya­pı­lan teh­dit ve bas­kı­lar­la, kış­kır­tı­cı­lar üze­rin­den fil­min gös­te­ril­di­ği si­ne­ma­la­ra atı­lan bom­ba­lar­la vb. yü­rü­müş, fa­kat Tür­ki­ye si­ne­ma­sı­nın bu ba­şe­se­ri­nin se­yir­ci­siy­le bu­luş­ma­sı­nı en­gel­le­ye­me­miş­tir.
1970’in Ey­lül ayın­da Film Kont­rol Ko­mis­yo­nu’­na su­nu­lan ve ya­sak­la­nan, an­cak bir ay son­ra Da­nış­tay ka­ra­rıy­la gös­te­rim hak­kı­na ka­vu­şan “Umut”, Ada­na Al­tın Ko­za Film Ya­rış­ma­sı’n­da “En İyi Film”, “En İyi Yö­net­men”, “En İyi Se­nar­yo”, “En İyi Er­kek Oyun­cu” ve “En İyi Gö­rün­tü” ödül­le­ri­ni ka­za­nır. Bir yıl son­ra Can­nes’da gös­te­ri­lir ve be­ğe­ni top­lar. Gre­nob­le Film Şen­li­ği’n­de “Se­çi­ci­ler Ku­ru­lu Özel Ödü­lü­”nü alır.
“Umut”, ‘dev­rim­ci si­ne­ma ne­dir, na­sıl ol­ma­lı­dır’ tar­tış­ma­la­rı­na Yıl­maz Gü­ney’in pra­tik­te ver­di­ği ce­vap­tır. Yıl­maz Gü­ney’in dev­rim­ci si­ne­ma­sı, (fe­odal ar­tık­la­rı da için­de ba­rın­dı­ran ka­pi­ta­list bir top­lum­da), var olan du­ru­mu, bu du­rum için­de emek­çi­le­rin umut ve umut­suz­luk­la­rı­nı, doğ­ru­la­rı­nı-yan­lış­la­rı­nı abar­tı­sız–süs­le­me­siz on­la­ra gös­te­ren, sı­nıf­lı top­lu­mun hak­sız­lık­la­rı­nı gös­te­ren ger­çek­çi bir si­ne­ma­dır. Fa­kat bu ger­çek­çi­lik, ka­ba, var ola­nı yal­nız­ca ka­ba­ca bel­ge­le­yen bir ger­çek­çi­lik de­ğil; ger­çe­ğe bir sa­nat­çı­nın du­yar­lı­lı­ğıy­la yak­la­şan, özel ile ge­ne­li bir­leş­ti­ren, özel için­de ge­ne­li ya­ka­la­yıp gös­te­ren, ger­çe­ğin ola­ğa­nüs­tü es­te­ti­ği­ni ya­ka­la­yan şi­ir­sel bir ger­çek­çi­lik­tir.
Onun ger­çek­çi­li­ği, tek tek bi­rey­le­ri an­lat­tı­ğı yer­de de, bi­rey­ci de­ğil top­lum­sal­dır. Onu ön­ce­lik­le il­gi­len­di­ren bi­re­yin bi­rey­sel gö­rü­nüm­lü ve için­den bi­rey­sel çö­züm ara­yış­la­rıy­la çık­ma­ya ça­lış­tı­ğı bu­na­lım­la­rı­nın de­rin top­lum­sal kök­le­ri, ola­sı bir çö­zü­mün top­lum­sal­lı­ğı­dır. Onun ger­çek­çi­li­ği top­lum­sal ge­r­çek­çi­lik­tir.
Yıl­maz Gü­ney’in dev­rim­ci si­ne­ma­sı, ha­zır çö­züm re­çe­te­le­ri su­nan, iz­le­yi­ci ye­ri­ne de dü­şü­nüp, ona çö­zü­mün ne ol­du­ğu­nu söy­le­yen bir si­ne­ma de­ğil­dir. Çö­züm; ya iz­le­yi­ci­nin ken­di­si ta­ra­fın­dan dü­şü­nü­le­rek, baş­ka­la­rıy­la tar­tı­şa­rak bu­lu­na­cak­tır; ya da ol­ma­ya­cak­tır. Yıl­maz Gü­ney’in dev­rim­ci si­ne­ma­sı se­yir­ci­yi dün­ya hal­le­ri üze­ri­ne, onun için­de ken­di ye­ri üze­ri­ne dü­şün­me­ye ça­ğı­ran bir si­ne­ma­dır.
Yıl­maz Gü­ney bu bağ­lam­da şöy­le di­yor:
“Dev­rim­ci si­ne­ma yol gös­te­ren de­ğil, on­la­rı dü­şün­me­ye sev­ke­den film­ler­dir. İler­de kuş­ku­suz baş­tan so­na bir ta­kım şey­le­rin söy­len­di­ği film­ler de ya­pı­la­cak­tır. Bu, de­di­ğim gi­bi dev­rim­ci si­ne­ma­nın ilk nok­ta­la­rın­dan bi­ri­dir. Dü­şün­me­den bir in­sa­nın her­han­gi bir şey ya­pa­bil­me­si­ne im­kân yok­tur. Ben sa­de­ce dü­şün­dür­mek is­ti­yo­rum.”
Yıl­maz Gü­ney’in dev­rim­ci si­ne­ma­sı, si­ne­ma­yı sa­nat ola­rak kav­ra­yıp, onu cid­di­ye alan, ona sev­gi ve özen­le yak­la­şan bir si­ne­ma­dır. Bu si­ne­ma­nın ol­gun bir ör­ne­ği olan “Umut”ta iz­le­yi­ci­ye du­yu­lan sev­gi ve say­gı­nın ge­tir­di­ği ti­tiz, özen­li ça­lış­ma, bu­nun için har­ca­nan yo­ğun emek her­kes­ce du­yum­sa­na­bi­lir, gö­rü­le­bi­lir. Ka­me­ra, kur­gu, se­nar­yo, oyun­cu­luk vb. –her ba­kım­dan– yal­nız­ca Tür­ki­ye si­ne­ma­sı açı­sın­dan de­ğil, dün­ya si­ne­ma­sın­da da ye­ri olan bir film­dir “Umut”.
Yıl­maz Gü­ney’in si­ne­ma­sı, yal­nız­ca dar bir ke­si­me hi­tap eden, dar bir ke­sim­ce an­la­şı­lır ol­ma­yı “ile­ri­ci­lik”, “sa­nat­çı­lık” vb. sa­yan, “ca­hil” halk yı­ğın­la­rı­na te­pe­den ba­kan bir si­ne­ma, ‘ci­ne­ast’lar için ya­pı­lan bir si­ne­ma de­ğil, hal­ka an­la­ta­cak şey­le­ri olan­la­rın, hal­kın an­la­ya­ca­ğı dil­den ve fa­kat hal­ka da­lka­vuk­luk et­me­yen, on­la­rın es­te­tik duy­gu­la­rı­nı da ge­liş­ti­ren, olum­lu an­lam­da po­pü­ler (hal­ka yö­ne­lik, ama­cı ona ulaş­mak, onu uyar­mak, onu dü­şün­me­ye zor­la­mak olan), olum­lu an­lam­da halk­çı bir si­ne­ma­dır.
O bu bağ­lam­da da şöy­le di­yor:
“Ya­ni ben bu­gün kalk­sam, mad­di ola­na­ğım uy­gun­dur, öy­le bir film ya­pa­rım ki, her­kes “dün­ya­nın şa­he­se­ri” der. Ama ben hal­kı­ma gös­te­re­bi­le­cek film yap­mak is­ti­yo­rum.”
Fa­kat, hal­kı ol­du­ğu yer­de alıp or­da bı­ra­kan de­ğil, onu iler­le­te­cek film­ler… Bu iler­le­me ta­bii ki adım adım ola­cak­tır. Yi­ne Yıl­maz Gü­ney’e bı­ra­ka­lım sö­zü:
“Onun için an­cak böy­le kü­çük mü­ca­de­le­ler­le yü­rü­ye­ce­ğiz. Evet biz ev­rim­ci de­ğil, dev­rim­ci­yiz ama o dev­rim­ci­lik bi­le bel­li ev­rim­le­rin, bi­ri­kim­le­rin so­nu­cu ola­bi­lir.”
Yıl­maz Gü­ney mi­to­su­nu ya­ra­tan da­ha ön­ce­ki film­le­ri, bun­la­rın oy­na­dı­ğı rol ko­nu­sun­da ise Yıl­maz Gü­ney şu tes­pit­le­ri ya­pı­yor:
“Şu ya­pıl­dı: Halk yı­ğın­la­rı­nın be­ğe­ni­si ve öz­lem­le­ri, her­han­gi bir erek gö­ze­til­mek­si­zin, ol­du­ğu gi­bi di­le ge­ti­ril­di. Di­ğer bir de­yiş­le, hal­kın be­ğe­ni­si ve öz­lem­le­ri, film­le­rin iz­len­me­si­ni sağ­la­mak ama­cıy­la kul­la­nıl­dı. Bu­nun so­nun­da yı­ğın­la­rın be­ğe­ni­si arın­dı­rı­la­rak de­ğil de ol­du­ğu gi­bi yan­sı­tıl­mış, öz­lem­le­ri ise, ger­çek­leş­me­le­ri­ni ön­le­yen ko­şul­lar ser­gi­le­ne­rek ve­ya ger­çek­leş­ti­ril­me­si­nin yol­la­rı gös­te­ri­le­rek ve­ya sez­di­ri­le­rek de­ğil de ol­du­ğu gi­bi su­nul­muş­tur. An­cak or­ta­da şöy­le bir so­run var­dı: Hal­kın be­ğe­ni­si ve öz­lem­le­ri ne öl­çü­de ken­di öz çı­kar­la­rı­nı yan­sı­tı­yor­du?”
“Umut” fil­mi bu so­ru­ya ve­ri­len ce­vap­tır ay­nı za­man­da ve Yıl­maz Gü­ney’in “dev­rim­ci si­ne­ma” an­la­yı­şı­nı pra­ti­ğe uy­gu­la­dı­ğı film­dir. “Umut”ta an­lat­tı­ğı­nın ne ol­du­ğu ko­nu­sun­da o şöy­le di­yor:
“Umut’ta al­tı çi­zi­le­bi­le­cek, üze­rin­de du­ru­la­bi­le­cek şey­ler var­dı, bun­lar­dan özel­lik­le kaç­tım. Ha­ya­tın ken­di­si ol­sun is­te­dim. Ço­ğu za­man ba­zı so­kak­lar­dan hız­la ge­çe­riz ve far­kı­na var­ma­yız çev­re­miz­de­ki şey­le­rin. Ben du­rup bak­tım çev­re­me ve on­la­rı an­lat­tım.
… Halk ge­le­cek şe­yin ne ol­du­ğu­nu, hat­ta umu­dun ne ol­du­ğu­nu bil­mi­yor. Bi­zim hal­kı­mız de­vam­lı bek­le­me için­de­dir. Be­nim an­lat­tı­ğım umut, as­lın­da bir bek­le­yi­şin hi­kâ­ye­si­dir. Al­da­tı­cı bir umu­du an­lat­mak is­te­dim. Umut bi­zim ha­ya­tı­mı­zın bir par­ça­sı­dır. Aya­ğı ye­re ba­san bir in­san boş şey­le­ri ha­yal edip umut­lan­maz. Top­lum bel­li bir dü­ze­ye ulaş­tı­ğı za­man, in­san­lar­da ha­ya­le da­ya­nan umut­lar kal­kar. Umut dü­zen bo­zuk­lu­ğu­nun bir sim­ge­si­dir.”
“Umut”, Tür­ki­ye si­ne­ma­sın­da “Umut’tan ön­ce, Umut’tan son­ra” tas­nif­le­ri­nin ya­pı­la­bi­le­ce­ği bir ay­rım çiz­gi­si­dir.
1971 Tür­ki­ye si­ne­ma­sın­da ade­ta Yıl­maz Gü­ney yı­lı olur. 1971’de Yıl­maz Gü­ney yö­net­men, se­nar­yo ya­za­rı ve oyun­cu ola­rak “Ka­çak­lar”ı, ya­pım­cı-yö­net­men (bur­ada Şe­rif Gö­ren’le bir­lik­te) se­nar­yo ya­za­rı ve oyun­cu ola­rak “Vur­gun­cu­lar”ı, yö­net­men-se­nar­yo ya­za­rı-oyun­cu ola­rak “Ya­rın Son Gün­dür”, “Umut­suz­lar”, “Acı” ve “Ba­ba” film­le­ri­ni çe­ker. “Ağıt”ı ken­di film şir­ke­ti Gü­ney Film adı­na çe­ker. Er­tem Gö­reç’in yö­net­ti­ği “Na­mus ve Si­lah”ta oy­nar; Şe­rif Gö­ren’e çek­tir­di­ği “İb­ret”e ve Naz­mi Özen’in “Çir­kin ve Ce­sur” ad­lı fil­mi­ne se­nar­yo ya­za­rı ola­rak ka­tı­lır.
Bu film­le­rin bir bö­lü­mü (“Na­mus ve Si­lah”, “Çir­kin ve Ce­sur”, “Ka­çak­lar”, “İb­ret”) Çir­kin Kral mi­to­su­nun ya­şa­tıl­dı­ğı, sür­dü­rül­dü­ğü film­ler­dir. “Vur­gun­cu­lar” ve “Ya­rın Son Gün­dür” Yıl­maz Gü­ney’in ye­ni şey­ler yap­mak is­te­di­ği­nin, ara­ma­ya de­vam et­ti­ği­nin, ken­di­ni tek­rar­la­mak is­te­me­di­ği­nin işa­ret­le­riy­le do­lu film­ler­dir.
“Ya­rın Son Gün­dür” fil­mi hak­kın­da si­ne­ma eleş­tir­me­ni Atil­la Dor­say o dö­nem­de­ki bir ya­zı­sın­da şu tes­pit­le­ri ya­pı­yor:
“Ya­rın Son Gün­dür, ger­çek­te ay­dın­lar­ca at­lan­mış bir film­dir ve bu­nu da hiç hak et­me­mek­te­dir. Fa­kat ge­ne de o se­yir­ci­le­ri­ne git­miş ve ge­rek­li iş­le­vi­ni ye­ri­ne ge­tir­miş­tir. Halk at­la­ma­dı bu fil­mi.
Ko­nu, hi­ka­ye ger­çek­te çok ba­sit, pek de önem­li de­ğil. Önem­li olan Gü­ney’in al­tı­nı özen­le çiz­di­ği ba­zı du­rum­la­rın, dav­ra­nış­la­rın, ger­çek­le­rin do­lay­sız bir yol­la, ya­lın, çıp­lak, se­yir­ci­nin önü­ne ge­ti­ril­me­si ve di­dak­tik bir bi­çim­de gös­te­ril­me­si­dir. Ay­rı­ca ya­pı­lan ba­zı çağ­rı­şım­la­rın da bu ara­da üze­rin­de du­rul­ma­sı ge­re­kir.
Gü­ney be­lir­li bir hi­ka­ye an­lat­ma­dan se­yir­ciy­le iliş­ki­si­ni ra­hat bir şe­kil­de ku­ra­bi­li­yor, onun­la ay­nı ma­sa­da ye­mek yi­yor, iç­ki içi­yor san­ki, şar­kı söy­lü­yor, bu ara­da ona il­ko­kul ve­ya or­ta­okul ki­tap­la­rın­da oku­duk­la­rıy­la ül­ke ha­ya­tı ve ger­çek­le­ri kar­şı­sın­da bi­lin­me­si ge­re­ken en ba­sit şey­le­ri ak­ta­rı­yor, bir çe­şit öğ­ret­men gi­bi.” (Cum­hu­ri­yet 16 Şu­bat 1972)
Se­yit Han’da işa­ret­le­ri gö­rü­len ita­lo-wes­tern for­ma­tı, ye­rel özel­lik­ler içi­ne hiç ra­hat­sız et­me­den yer­leş­ti­ri­le­rek, “Acı”da tüm film bo­yun­ca kul­la­nı­lır. 1971 Ada­na Al­tın Ko­za Film Fes­ti­va­li’n­de “Acı” 6 ödül ka­za­nır. “Ağıt” ise 4 ödül ka­za­nır. Ada­na Yıl­maz Gü­ney’in­dir.
“Ba­ba”da Yıl­maz Gü­ney ka­me­ra­sı­nı bü­yük şe­hir­de emek­çi-yok­sul bir ba­ba­ya, ge­ce­kon­du ya­şa­mı­na, emek­çi in­sa­nın fe­da­kâr­lı­ğı­na vb. çe­vi­rir.
1972, Türk(iye) si­ne­ma­sı­nın film üre­ti­mi açı­sın­dan re­kor yı­lı­dır. Top­lam 298 film çe­ki­lir. Seks film­le­ri fur­ya­sı bu pat­la­ma­da be­lir­le­yi­ci rol oy­na­mak­ta­dır.
Yıl­maz Gü­ney 1972’de Er­tem Gö­reç’in yö­net­ti­ği “Sah­te­kâr”da oy­nar. Ve “Za­val­lı­lar”ı çek­me­ye baş­lar. Fa­kat ege­men sı­nıf­lar hal­kın gön­lü­ne taht kur­muş olan bu bü­yük sa­nat­çı­dan ra­hat­sız­dır. Yıl­maz Gü­ney, 27 Mart 1972’de tu­tuk­la­nır. “Za­val­lı­lar” da­ha son­ra Atıf Yıl­maz ta­ra­fın­dan ta­mam­la­nır.
1973, Türk(iye) si­ne­ma­sı açı­sın­dan bir bu­na­lı­mın ilk işa­ret­le­ri­nin açık­ça or­ta­ya çık­tı­ğı yıl­dır. Tek ka­nal da ol­sa bü­yük kent­ler­den ya­vaş ya­vaş kü­çük kent­le­re, ka­sa­ba­la­ra doğ­ru ya­yıl­ma­ya baş­la­yan te­le­viz­yon si­ne­ma se­yir­ci­si sa­yı­sın­da bir dü­şü­şü baş­lat­mış­tır. Bu­nun ya­nın­da özel­lik­le ba­tı­dan yo­ğun bir film akı­mı baş­la­mış­tır.
20 Ma­yıs 1974’de, Yıl­maz Gü­ney öz­gür­lü­ğü­ne ka­vu­şur. 1974 yı­lı­nın si­ne­ma ola­yı onun içer­dey­ken se­nar­yo­su­nu yaz­dı­ğı, oy­na­dı­ğı, yö­net­ti­ği “Ar­ka­daş” fil­mi­dir. “Ar­ka­daş” da “Umut” gi­bi top­lu­mun tüm ke­sim­le­ri­ni tar­tış­ma içi­ne çe­ken, ta­vır ta­kın­ma­ya zor­la­yan top­lum­sal bir olay ha­li­ne ge­lir. Yıl­maz Gü­ney “Ar­ka­daş”ta ka­me­ra­sı­nı bü­yük şe­hir­de kü­çük­bur­ju­va-ya­rı­ay­dın çev­re­ye; yi­ne şe­hir­de emek­çi­le­re çe­vi­rir. Bu iki ke­sim ara­sın­da ge­le­ce­ğin ikin­ci­nin ola­ca­ğı­na, bi­rin­ci­nin yok ola­ca­ğı­na; ge­le­ce­ğin sah­te, yap­ma­cık, men­fa­ate da­ya­nan bur­ju­va iliş­ki­le­rin­de de­ğil, da­ya­nış­ma­cı, sa­mi­mi emek­çi in­sa­ni iliş­ki­le­rin­de ol­du­ğu­na işa­ret eden öy­kü­süy­le “Ar­ka­daş”, Yıl­maz Gü­ney’in da­ha söy­le­ye­cek çok şe­yi ol­du­ğu­nu gös­te­ren bir film­dir. Ar­tık ça­re­siz­lik için­de is­yan edip, ya­rat­tı­ğı şid­det için­de ken­di de yok olan bir Yıl­maz Gü­ney de­ğil, bi­linç­li, bi­rey­sel kur­tu­luş ol­ma­dı­ğı­nı bi­len ve öğ­re­ten, bil­di­ği­ni emek­çi­le­re ta­şı­yan, ger­çek ar­ka­daş­lı­ğın, dost­lu­ğun, da­ya­nış­ma­nın pe­şin­de olan Yıl­maz Gü­ney var­dır se­yir­ci­nin kar­şı­sın­da. O Yıl­maz Gü­ney’i de bağ­rı­na ba­sar se­yir­ci. O yı­ğın­la­rın Şap­ka­lı Âzem’idir ar­tık! Ar­ka­daş’­tır!
Yıl­maz Gü­ney şun­la­rı söy­lü­yor:
“Ba­zı ar­ka­daş­lık­lar var­dır, anı­la­ra da­ya­nır. Be­ra­ber ol­mak­tan ge­len bir ar­ka­daş­lık­tır. Ba­zı ar­ka­daş­lık­lar var­dır, fik­ri te­mel­le­re da­ya­nır. Bu iki ar­ka­da­şın ar­ka­daş­lı­ğı, baş­lan­gıç­ta bel­ki bir­bir­le­ri­ne ya­kın fi­kir iliş­ki­le­ri­ni için­de ta­şı­yor ise de, bun­la­rın ay­rı kal­ma­la­rın­dan, ay­rı şart­lar için­de oluş­ma­la­rın­dan do­la­yı, dün­ya gö­rüş­le­rin­de bel­li bir fark­lı­lık olu­yor. Bu­na rağ­men bi­ra­ra­ya gel­dik­le­rin­de, ken­di­le­ri­ni iki es­ki ar­ka­daş gi­bi gö­rü­yor­lar, fa­kat bir sü­re son­ra an­lı­yor­lar ki bun­lar, es­ki ar­ka­daş de­ğil­ler. Bu­ra­da bir de­ği­şim söz­ko­nu­su­dur. Bir ar­ka­daş­lık çö­ker yok olur­ken, ye­ni bir ar­ka­daş­lık baş­la­mak­ta­dır.”
Yıl­maz Gü­ney’in söy­le­ye­cek çok sö­zü var­dır. “Ar­ka­daş”tan son­ra “En­di­şe”nin çe­ki­mi­ne gi­ri­şir he­men. Halk, sev­di­ği Yıl­maz Gü­ney’in söy­le­ce­ği söz­le­ri bek­le­mek­te­dir. Dev­rim­ci Yıl­maz Gü­ney’in ko­nuş­ma­sı ege­men­ler için teh­li­ke­li­dir. Sö­zü en­gel­len­me­li­dir. En­gel­le­nir… Af­la dı­şa­rı çık­tık­tan 5 ay son­ra, “En­di­şe”nin çe­kim­le­ri için­dey­ken, bir komp­lo so­nu­cu ci­na­yet suç­la­ma­sıy­la tu­tuk­la­nır bu kez… Ve mah­kum edi­lir.
1975 yı­lı te­le­viz­yo­nun ar­tan et­ki­siy­le be­lir­le­ni­yor. Ai­le­ler se­yir­ci ola­rak si­ne­ma­dan uzak­la­şı­yor. Bu uzak­laş­ma­da seks film­le­ri fur­ya­sı­nın sür­me­si, gös­te­ri­me gi­ren film­le­rin bü­yük ço­ğun­lu­ğu­nun bu fur­ya­nın ürü­nü olan film­ler ol­ma­sı da rol oy­nu­yor. Si­ne­ma­ya te­le­viz­yon di­zi­le­ri­nin film­le­ri gi­ri­yor.
TRT ise si­ne­ma­cı­la­ra te­le­viz­yon­da da gös­te­ri­le­cek si­ne­ma film­le­ri çek­ti­ri­yor.
Tu­tuk­lu­luk Yıl­maz Gü­ney’i sus­tur­ma­ya yet­mi­yor.
Çe­ki­mi sı­ra­sın­da tu­tuk­lan­dı­ğı “En­di­şe”yi, Şe­rif Gö­ren ta­mam­lı­yor. Se­nar­yo­su­nu yaz­dı­ğı “İzin” Te­mel Gür­su; “Bir Gün Mut­la­ka” Bil­ge Ol­gaç ta­ra­fın­dan çe­ki­li­yor.
1976’da ağır san­sür bas­kı­sı, te­le­viz­yo­nun re­ka­be­ti, ya­ban­cı film­le­rin ar­tan re­ka­be­ti se­yir­ci sa­yı­sı­nın düş­me eği­li­mi­ni ar­tı­rı­yor. Bu­na rağ­men Atıf Yıl­maz’ın “Mağ­lup Edi­le­me­yen­ler”, Şe­rif Gö­ren’in “İki Ar­ka­daş”ı gi­bi ka­li­te­li film­ler de üre­ti­li­yor.
1977 si­ne­ma emek­çi­le­ri­nin ör­güt­len­me­sin­de bir dö­nüm nok­ta­sı ol­ma­sı açı­sın­dan önem­li­dir. Tür­ki­ye ta­ri­hin­de ilk kez si­ne­ma sa­nat­çı­la­rı/emek­çi­le­ri, ta­lep­le­ri­ni di­le ge­tir­mek için An­ka­ra’ya yü­rü­yor­lar.
Ay­nı yıl çe­ki­len film sa­yı­sın­da göz­le gö­rü­lür bir düş­me ya­şa­nı­yor.
1978 yı­lı Tür­ki­ye si­ne­ma­sı­nın baş­ya­pıt­la­rın­dan bi­ri ile ta­nı­şı­yor: “Sü­rü”. Ze­ki Ök­ten Yıl­maz Gü­ney’in se­nar­yo­su­nu, Ali Öz­gen­türk’ün de kat­kı­la­rıy­la çok zor şart­lar al­tın­da çe­ki­yor. Çe­ki­mi baş­tan so­na ken­di­si­ne ge­ti­ri­len bö­lüm­ler­den iz­le­yen ve öne­ri­ler ge­ti­ren Yıl­maz Gü­ney fil­min ya­ra­tıl­ma­sın­da esas olan ki­şi­dir as­lın­da. “Sü­rü” se­yir­ci ta­ra­fın­dan da bir Yıl­maz Gü­ney fil­mi ola­rak al­gı­la­nı­yor.
Film Yıl­maz Gü­ney’in sus­tu­ru­la­ma­dı­ğı­nı, sus­tu­ru­la­ma­ya­ca­ğı­nı gös­te­ri­yor.
Ay­nı yıl Erden Kıral “Ka­nal” isim­li, Ya­vuz Öz­kan da “Ma­den” isim­li film­ler­de hem içe­rik, hem bi­çim açı­sın­dan Yıl­maz Gü­ney’in aç­tı­ğı yol­da ye­ni ürün­ler çı­ka­ca­ğı­nın olum­lu işa­ret­le­ri­ni ve­ri­yor­lar.
1979’da çe­ki­len 195 film­den 131’i seks fil­mi, 19’u ara­besk­tir. Seks film­le­ri açık por­no­ya ge­lip da­yan­mış­tır. San­sü­rün de bas­tır­ma­sı ile seks film­le­ri fur­ya­sı­nın so­nu gö­rün­me­ye baş­la­mış­tır. Ye­ri­ni al­ma­ya aday ye­ni fur­ya sı­ra­da­dır: Ara­besk.
Şe­rif Gö­ren’in “Al­man­ya Acı Va­tan”ı ile Al­man­ya’ya göç so­run­sa­lı özen­li bir ça­lış­may­la si­ne­ma­ya gi­rer. Atıf Yıl­maz’ın se­nar­yo­su­nu Ba­şar Sa­bun­cu’nun yaz­dı­ğı “Adak” fil­mi de 79’un içe­rik­li, ka­li­te­li, az sa­yı­da­ki film­le­rin­den bi­ri­dir.
Yıl­maz Gü­ney yi­ne se­nar­yo­su­nu yaz­dı­ğı, Şe­rif Gö­ren’in çek­ti­ği “Düş­man” ile si­ne­ma­da­dır. “Düş­man” Ber­lin Film Şen­li­ği’n­de se­nar­yo da­lın­da Jü­ri Özel Ödü­lü’­nü ka­za­nı­yor.
Ömer Ka­vur’un so­kak ço­cuk­la­rı­nı iş­le­di­ği “Yu­suf ile Ke­nan” ve Erden Kıral’ın “Be­re­ket­li Top­rak­lar Üze­rin­de” film­le­ri de yı­lın iyi sa­nat­sal ürün­le­ri ara­sın­da yer alı­yor.
Ya­vuz Öz­kan “De­mir­yol”da gün­cel si­ya­sel ge­liş­me­ler için­de sol­da ya­şa­nan iki çiz­gi ça­tış­ma­sı­nı ko­nu alı­yor. Ali Öz­gen­türk “Ha­zal” fil­mi ile ka­tıl­dı­ğı bir di­zi fes­ti­val­de ödül­ler ka­za­nı­yor.
1980 Tür­ki­ye’de 12 Ey­lül yı­lı­dır!
Üre­tim 60’lı yıl­la­rın ba­şın­dan bu ya­na en alt se­vi­ye­si­ne dü­şü­yor: To­pu to­pu­na 68 film.
Ti­ca­ri si­ne­ma ka­çış yo­lu­nu ara­besk­te bu­lu­yor. Bi­raz cid­di si­ne­ma­cı­la­ra ise gül­dü­rü­lü eleş­ti­ri­den baş­ka yol kal­mı­yor: “Ban­ker Bi­lo”, “Ta­lih­li Ame­le”, “Zü­bük” vb. film­ler üre­ti­li­yor.
Ön­ce­ki yıl­la­rın ki­mi ürün­le­ri, 12 Ey­lül’ün sa­nat düş­man­lı­ğı­na inat, ka­tıl­dık­la­rı şen­lik­ler­de ödül­ler ka­za­nı­yor: “Sü­rü” Lond­ra, Rot­ter­dam ve An­vers şen­lik­le­rin­de; “Ha­zal” Pra­des, San Be­ba­ti­an ve Mann­he­im şen­lik­le­rin­de, “Be­re­ket­li Top­rak­lar Üze­rin­de” Nan­tes şen­li­ğin­de.
1981’de du­rum­da önem­li bir de­ği­şik­lik yok­tur. Ege­men ti­ca­ri film tü­rü ara­besk­tir, aza­lan se­yir­ci, ka­pa­nan si­ne­ma­lar gü­nün gö­rün­tü­sü­dür. Te­le­viz­yon re­ka­be­ti­ne şim­di bir de vi­deo sal­gı­nı ek­len­miş­tir.
Si­ne­ma di­li, tek­ni­ği açı­sın­dan bir dü­zey tut­tu­ran ki­mi film­ler de, açık si­ya­si ko­nu­la­rı ele al­mak­tan özen­le ka­çır­mak­ta­dır. Ör­ne­ğin: “At”, “Ah Gü­zel İs­tan­bul”, “Kı­rık bir Aşk Hi­ka­ye­si”, “Çir­kin­ler de Se­ver”… vb.
Tür­ki­ye si­ne­ma­sı için yı­lın en önem­li ola­yı bir film de­ğil, Yıl­maz Gü­ney’in ha­pis­ten ka­çı­şı ve yurt­dı­şı­na çı­kı­şı­dır.
1982’de ya­pım sa­yı­sı 1981’de­ki gi­bi 72’dir ve bun­la­rın ya­rı­sı ara­besk­tir.
Yı­lın en önem­li si­ne­ma ola­yı yi­ne Yıl­maz Gü­ney dam­ga­lı­dır. Da­ha ön­ce ken­di se­nar­yo­sun­dan çok zor şart­lar al­tın­da (“Sü­rü”nün çe­ki­mi­ne ben­zer bir bi­çim­de, Yıl­maz Gü­ney’in sü­rek­li de­ne­ti­min­de) çe­ki­len bö­lüm­ler, yurt­dı­şın­da biz­zat Yıl­maz Gü­ney ta­ra­fın­dan mon­taj­la­nır. As­lın­da bir di­zi film ola­rak dü­şü­nü­len film, mon­taj­da bel­li tip­le­rin çı­ka­rıl­ma­sıy­la, si­ne­ma fil­mi for­ma­tı­na in­di­ri­lir. So­nun­da or­ta­ya 1982 Can­nes Film Fes­ti­va­li’n­de “En İyi Film Ödü­lü­”nü Cos­ta Gav­ras’ın “Mis­sing” fil­miy­le pay­la­şan bir baş­ya­pıt, “Yol” fil­mi çı­kar. “Yol” fil­mi Tür­ki­ye top­lu­mu­nun izi­ne çı­kan mah­kum tip­ler so­mu­tun­da bir ay­na­sı­dır. Yıl­maz Gü­ney si­ne­ma­sı­nın bü­tün özel­lik­le­ri, şim­di da­ha ol­gun­laş­mış, özel­lik­le tek­nik alan­da ve si­ne­ma di­lin­de iyi­ce ge­liş­miş ola­rak kar­şı­mız­da­dır. Ve bir il­ke da­ha im­za var­dır “Yol” da, Tür­ki­ye si­ne­ma­sı adı­na… Film­de bir plan­da açık­ça “Kür­dis­tan” ya­zı­sı gö­rü­lür. Tür­ki­ye gös­te­ri­min­de san­sür kor­ku­su bu sah­ne­yi gös­te­rim­ci­le­re çı­kart­tır­sa bi­le, fil­min Yıl­maz Gü­ney im­za­lı or­ji­na­lin­de bu sah­ne var­dır. Ya­pı­lan; Tür­ki­ye’de yal­nız Türk­le­rin ya­şa­ma­dı­ğı­nın, Tür­ki­ye’nin do­ğu­su de­nen yer­de Kür­dis­tan di­ye bir coğ­raf­ya, bir ül­ke ol­du­ğu­nun si­ne­ma­da ila­nı­dır.
Yı­lın “Yol” dı­şın­da­ki en önem­li ürü­nü Onat Kut­lar’ın se­nar­yo­sun­dan Erden Kıral’ın çek­ti­ği “Hak­ka­ri­de Bir Mev­sim”dir. Film dı­şar­da bir çok ödül ka­zan­ma­sı­na rağ­men, san­sür ve bas­kı­lar ne­de­niy­le çe­kil­dik­ten an­cak 5 yıl son­ra Tür­ki­ye’de gös­te­ri­me gir­me şan­sı­na ka­vu­şur.
1983’ün özel­li­ği vi­deo sal­gı­nı­nın had saf­ha­ya var­ma­sı­dır; ki bu si­ne­ma­nın kri­zi­nin art­ma­sı de­mek­tir. Ar­tık si­ne­ma el­de­ki­ni kur­tar­ma, el­de­ki se­yir­ci­yi kay­bet­me­me uğ­ra­şı için­de­dir.
12 Ey­lül’ün me­zar ses­siz­li­ği ya­rat­ma si­ya­se­ti de et­ki­si­ni sür­dür­mek­te, kri­zi de­rin­leş­tir­mek­te­dir.
1984’de ya­pım­la­rın sa­yı­sın­da be­lir­li bir ar­tış var­dır. Bu ar­tı­şın te­mel ne­de­ni, 16 mi­li­met­re­lik dü­şük büt­çe­li film­ler­dir.
12 Ey­lül’ün ne­fes alın­maz ha­va­sı bi­raz da­ğıl­mak­ta­dır. Bu si­ne­ma­ya ka­li­te­li çe­kim­le­rin ço­ğal­ma­sı, ye­ni yö­net­men­le­rin sa­ha­ya gir­me­si bi­çi­min­de yan­sır.
Yıl­maz Gü­ney “Du­var” fil­mi­ni ta­mam­lar. “Du­var” fil­mi, onun fa­şiz­min bar­bar­lı­ğı­nı gös­te­re­bil­mek için yap­tı­ğı ve si­ne­ma ta­ri­hin­de eşi­ni ara­yan bir film­dir. Bü­tün şid­de­te rağ­men, umut do­lu bir film­dir. O ade­ta is­yan­cı ço­cuk­la­ra ve­ril­miş bir sö­zün ye­ri­ne ge­ti­ril­me­si­dir.
Yıl­maz Gü­ney “Du­va­r”ı bi­tir­dik­ten son­ra, ye­ni pro­je­ler üre­tir­ken fa­şiz­min zin­dan­la­rın­da te­da­vi et­tir­me im­kâ­nı bu­la­ma­dı­ğı has­ta­lı­ğı­na ye­nik dü­şer. Tür­ki­ye ve dün­ya si­ne­ma­sı, dö­ne­mi­nin en bü­yük si­ne­ma­cı­la­rın­dan bi­ri olan, 1970’ler­den iti­ba­ren si­ne­ma­yı bi­linç­li bir bi­çim­de dev­ri­min ara­cı ola­rak kav­ra­yan, açık­ça sos­ya­lizm­den ko­mü­nizm­den ya­na ta­vır ta­kı­nan dev­rim­ci, ko­mü­nist si­ne­ma­cı Yıl­maz Gü­ney’i yi­ti­rir. Onun söy­le­ye­cek çok şe­yi ol­du­ğu ve en iyi şe­kil­de söy­le­ye­bi­le­ce­ği bir dö­nem­de ara­mız­dan ay­rıl­ma­sı, dev­rim­ci si­ne­ma açı­sın­dan ola­ğa­nüs­tü bir ka­yıp­tır.
Dev­rim­ci si­ne­ma­cı­lar açı­sın­dan gö­rev, onun mi­ra­sı­na sa­hip çı­kıp ge­liş­tir­mek­tir.
Evet Yıl­maz Gü­ney öl­müş­tür, fa­kat onun sa­hip­len­di­ği da­va ve o da­va­nın film­le­ri ya­şa­mak­ta­dır, ya­şa­ya­cak­tır. Yıl­maz Gü­ney’in ken­di­si ölüm­süz eser­le­riy­le bu­gün de her an se­yir­ci­siy­le içi­çe­dir, bir­lik­te­dir. Se­yir­ci bu­gün onun­la gül­mek­te, se­vin­mek­te, üzül­mek­te, vur­mak­ta-vu­rul­mak­ta, sev­mek­te-se­vil­mek­te­dir. Ama o yal­nız­ca ken­di ürün­le­rin­de de­ğil, bü­tün dün­ya­da dev­rim­ci si­ne­ma eser­le­rin­de de ya­şa­mak­ta­dır, ya­şa­ya­cak­tır.
1985-1986 yıl­la­rı si­ne­ma se­yir­ci­si­nin iyi­ce azal­dı­ğı, Tür­ki­ye si­ne­ma­sı­nın buh­ra­nı­nın iyi­ce de­rin­leş­ti­ği yıl­lar­dır. Fa­kat, bu yıl­lar için­de de içe­rik ve bi­çim açı­sın­dan ki­mi ka­li­te­li film­ler üre­til­miş, ye­ni tür­ler si­ne­ma­ya gir­miş­tir.
Ye­ni tür­ler için­de ön­ce­lik­le ka­dı­nı bir er­ke­ğin uzan­tı­sı ola­rak ele al­ma­yan, güç­lü ka­dın tip­le­ri (fa­kat “Şo­för Ne­ba­hat” ti­pin­de­ki er­kek­si ka­dın ti­pi de­ğil!) ka­dın tip­le­ri­ni ele alan film­ler var­dır. Bu film­ler, ger­çek­te top­lum­da or­ta­ya çı­kan fe­mi­nizm ol­gu­su­na si­ne­ma ala­nın­da ce­vap ve­ren film­ler­dir.
İkin­ci tür 12 Ey­lül film­le­ri­dir. Bun­lar baş­lan­gıç­ta üs­tü ka­pa­lı bir şe­kil­de 12 Ey­lül fa­şiz­mi­ni sor­gu­la­yan film­ler­ken, gi­de­rek son­ra­ki yıl­lar­da da­ha açık ko­nu­şan film­ler­dir.
1987 son­ra­sı Tür­ki­ye si­ne­ma­sı, 1986’da iyi­ce be­lir­gin­le­şen buh­ran son­ra­sı çı­kış ara­yan bir si­ne­ma­dır.
1986 as­lın­da es­ki tip si­ne­ma­cı­lı­ğın çök­tü­ğü yıl­dır. Bir di­zi stüd­yo ka­pan­mış­tır. Si­ne­ma­lar­da ya­ban­cı te­kel­le­rin, en baş­ta da Ame­ri­ka’nın ege­men­li­ği ke­sin­dir. Kla­sik Türk se­yir­ci­si, te­le­viz­yon­da es­ki film­le­ri iz­le­mek­le ve­ya ye­ni çe­kil­miş te­le­viz­yon di­zi­le­ri­ni iz­le­mek­le ye­tin­mek­te, si­ne­ma­ya git­me­mek­te­dir. Ar­tık özel des­tek­siz si­ne­ma fil­mi çek­mek, he­le he­le bu­nu kit­le­le­re ulaş­tır­mak he­men he­men im­kân­sız­dır. Bir si­ne­ma fil­mi­nin salt si­ne­ma se­yir­ci­siy­le ken­di ken­di­ni fi­nan­se et­me­si he­men he­men im­kân­sız hâ­le gel­miş­tir.
Bu ge­liş­me­nin iyi ta­ra­fı, çok sa­yı­da iyi­ce ka­li­te­siz ti­ca­ri fil­min or­ta­dan kay­bol­ma­sı ol­muş­tur. “Ye­şil­çam” yok­tur bu­gün. Kö­tü ta­ra­fı ise, si­ne­ma fil­mi üre­ti­mi­nin iyi­ce azal­ma­sı­dır. Ye­ni in­san­la­rın ce­sa­ret­le dev­re­ye gir­me im­kân­la­rı­nın iyi­ce kı­sıt­lan­mış ol­ma­sı­dır.
Film­ci­ler için si­ne­ma fil­mi çek­mek, te­le­viz­yon ka­nal­la­rı­nın, te­le­viz­yon­da gös­te­ri­le­cek film si­pa­riş­le­ri ver­me­si ve­ya Holly­wo­od’a kar­şı Av­ru­pa si­ne­ma­sı­nı ya­şat­mak için ku­ru­lan Eu­ri­ma­ge des­te­ğiy­le müm­kün gö­rün­mek­te­dir. Ki­mi fir­ma­la­rın ken­di­le­ri­nin ve ürün­le­ri­nin rek­la­mı kar­şı­lı­ğı “spon­sor­luk” yap­ma­sı da, bir baş­ka im­kân­dır. Fa­kat bü­tün bun­lar kit­le­le­re si­ne­ma sa­lon­la­rın­da ula­şan ba­ğım­sız bir si­ne­ma­cı­lı­ğın he­men he­men im­kân­sız hâ­le gel­di­ği­ni gös­te­ri­yor. Di­ğer yan­dan yap­tık­la­rı her film, iş ya­pa­ca­ğı, ya­ni bir baş­ka de­yim­le kâr ge­ti­re­ce­ği için pro­dük­tör­le­rin pe­şin­de koş­tuk­la­rı, bu yüz­den de se­çim im­kân­la­rı olan Yıl­maz Gü­ney gi­bi hal­kın sev­gi­li­si si­ne­ma­cı da yok.
Bu du­rum bir di­zi es­ki si­ne­ma­cı­nın ya si­ne­ma­dan vaz­geç­me­si­ni, ya da ses­siz se­da­sız te­le­viz­yon­la­ra di­zi film çe­ki­mi, rek­lam film­le­ri çe­ki­mi vb. ile ge­çin­me yo­lu­nu tut­ma­sı­nı be­ra­be­rin­de ge­tir­miş­tir. On­la­ra gö­re genç di­ye­bi­le­ce­ği­miz Yıl­maz Gü­ney son­ra­sı ku­şak­tan si­ne­ma­cı­lar Eu­ro­ima­ge des­te­ği­ni ve “spon­sor” bul­ma yo­lu­nu ter­cih edi­yor­lar. Faz­la baş­ka şans­la­rı da yok.
Or­ta ve es­ki ku­şak, “Ara­besk”, “Aşk Film­le­ri­nin Ün­lü Yö­net­me­ni” gi­bi film­ler­le ken­di geç­miş­le­ri­ni de ke­yif­li bir hu­mor­la sor­gu­lar­ken; or­ta ve ye­ni ku­şak ye­ni ko­nu­la­ra el at­ma­ya, ye­ni bi­çim­ler de­ne­me­ye vb. yö­nel­miş­tir. Av­ru­pa fil­mi­ni ya­şat­mak için ku­ru­lan Eu­ro­ima­ge des­te­ği, Av­ru­pa’da mo­da olan ko­nu ve yak­la­şım­la­rın, bi­re­yin, bi­rey­sel­li­ğin, psi­ko­lo­jik çö­züm­le­me­le­rin si­ne­ma film­le­rin­de önem­li bir yer tut­ma­sı­nı be­ra­be­rin­de ge­tir­miş; bir di­zi film Tür­ki­ye’de ve yurt­dı­şın­da çok dar bir çev­re­ye ulaş­mak­la ye­tin­miş­tir. Se­yir­ci­ye yö­ne­lik film­ler ise, Holly­wo­od’u Tür­ki­ye’ye ta­şı­ma­ya ça­lı­şan film­ler ol­muş­tur.
İs­lam­cı­la­rın ya­rat­ma­ya ça­lış­tı­ğı ‘mil­li si­ne­ma’ vb. de birkaç ör­nek ver­dik­ten son­ra ses­siz­li­ğe bü­rün­müş­tür.
“Türk fil­mi” ve film­ci­le­ri, ar­tık Av­ru­pa si­ne­ma­sı­nın ay­rıl­maz bir par­ça­sı­dır. Tek­nik, si­ne­ma di­li vb. açı­sın­dan Av­ru­pa’nın di­ğer ül­ke­le­rin­de­ki film­ler­den ve film­ci­ler­den pek fark­la­rı yok­tur. Ne ya­zık ki, an­lat­tık­la­rı ko­nu­lar, ko­nu­la­ra yak­la­şım­la­rı ba­kı­mın­dan da fark yok­tur. Hal­bu­ki so­run Yıl­maz Gü­ney’in yap­tı­ğı gi­bi, ev­ren­sel­lik için­de ye­rel­li­ği, ye­rel­lik için­de ev­ren­sel­li­ği ya­ka­la­mak­tır. Ye­re­lin Av­ru­pa­lı ba­kış açı­sıy­la, ade­ta folk­lo­rik bir öge ola­rak kul­la­nıl­ma­sıy­la or­ta­ya çı­kan film­ler, Av­ru­pa fil­mi ola­bi­lir­ler, fa­kat Tür­ki­ye fil­mi de­ğil! Film­le­re se­yir­ci­nin tep­ki­si de za­ten bu­na uy­gun olu­yor. Se­yir­ci evin­de ka­lıp su­lu gün­lük di­zi­le­ri sey­ret­me­yi, Av­ru­pa’da ödül­ler ka­za­nan Türk film­le­ri­ni si­ne­ma­da sey­ret­me­ye ter­cih edi­yor. Özel te­le­viz­yon ka­nal­la­rı ye­ni Türk film­le­ri ye­ri­ne, rey­ting alan es­ki Ye­şil­çam film­le­ri­ni ya da Ame­ri­kan film­le­ri­ni gös­ter­me­yi ter­cih edi­yor.
Bu­na rağ­men umut ve­ri­ci ge­liş­me­ler, film­ler, yö­net­men­ler de var ta­bii…
Son yıl­la­rın umut ve­ri­ci si­ne­ma olay­la­rın­dan bi­ri “Gü­ne­şe Yol­cu­luk”, umut ve­ri­ci yö­net­men­le­rin­den bi­ri Ye­şim Us­ta­oğ­lu ola­rak gö­rü­nü­yor bi­ze.
Yıl­maz Gü­ney’in dev­rim­ci si­ne­ma­sı­nın ger­çek mi­ras­çı­la­rı onun gi­bi­le­ri ola­cak. Eğer tut­tuk­la­rı yol­da ıs­rar­lı olur­lar­sa!
GÜNEY, Ey­lül 2001


YA­RAR­LA­NI­LAN KAY­NAK­LAR

DER­Gİ­LER:
• Gü­ney; sa­yı 1, 2, 8, 9, 10, 12, 14
• Ye­ni İn­san, Ye­ni Si­ne­ma; sa­yı 8
• Ye­ni İn­san Ye­ni Si­ne­ma / Ek: Yıl­maz Gü­ney’e ve “Yol”una Da­ir…

Kİ­TAP­LAR:
• Gi­ovan­ni Scog­na­mil­lo, “Türk Si­ne­ma Ta­ri­hi”, Ka­bal­cı Ya­yı­ne­vi, 1998 İs­tan­bul
• Ni­jat Özön, “Türk Si­ne­ma­sı Ve So­run­la­rı”, Kit­le Ya­yın­la­rı, Mart 1995 An­ka­ra
• Ni­jat Özön, “Türk Si­ne­ma­sı Kro­no­lo­ji­si”, Bil­gi Ya­yı­ne­vi, Şu­bat 1968, An­ka­ra
• Alim Şe­rif Ona­ran, “Türk Si­ne­ma­sı”, Kit­le Ya­yın­la­rı, Şu­bat 1999, An­ka­ra
• Atil­la Dor­say, “Yıl­maz Gü­ney Ki­ta­bı”, Gü­ney Ya­yın­la­rı, Ekim 2000, İs­tan­bul
• Atil­la Dor­say, “Si­ne­ma­mı­zın Umut Yıl­la­rı”, İn­kı­lap Ki­ta­be­vi 1989 İs­tan­bul
• Yıl­maz Gü­ney, “Si­ya­sal Ya­zı­lar”, Gü­ney Ya­yın­la­rı, Ekim 2000 İs­tan­bul

0 yorum:

Yorum Gönder